HABER MERKEZİ- Ronahi Lolan’ın Kaleminden
Kadını Topraktan Koparamazsınız – III
“Kürtçede bir deyim vardır; ‘Dar li ser koka xwe şin dibe’ (Ağaç kendi kökü üzerinde yeşerir) diye. Maki iklimine sahip bir coğrafyada yetişen ağacı yerinden söküp Bozkır iklimine sahip bir coğrafyada ekmeye çalışmak o ağacın yaşam damarlarını kurutmak demektir. Artık o kuru kütükle yapılacak tek şey parçalara bölüp yakacak olarak kullanmaktır. Yani canlı bir varlığın dünyayla simbiyotik etkileşimine, insanlığa ve diğer tüm canlılara yaşam soluğu bahşeden işlevine son verip onu boğma anlamını taşıyan bu eylem Kurdistan’da kendini hem gerçek hem de mecazi olarak sürdürüyor. Ağaçlarımız kesilip kökünden ediliyor, kapitalist soykırımcı zihniyetin binbir odalı saraylarını besleyen yollara külleri serpiliyor. O küllerin üzerine ‘Muhayyel Kürdistan burada meftundur!’ misali kat be kat beton dökülüyor. Bizlerin durumu hiç süphesiz bize ait olan bu topraklarda yeşermiş ağaçlardan farksız değil. Kadınlar ve Kürtler de tıpkı bu ağaçlar gibi kökünden koparılmak, başka iklimlere sürülmek, o yabancı ve adapte olunamayan iklimlerde soluksuz bırakılmak ve yaşam damarları bu yolla kurutulmak istenmektedir. Oysaki topraktan koparılmaya çalışılan kadın, ağacın soykırımcı zihniyeti oksijensiz bırakması gibi yavaş yavaş bu sistemi kendi yokluğuyla boğar. Boğuyor da. Topraktan koparılmaya çalışılan her kadın aynı zamanda insanlıktan bir nefesin eksilmesidir, insanlık ciğerinin soluksuz kalması ve kapitalist sistemin kendi sonunu getirecek bir raddeye gelmesidir.
Zihninin, vicdanının, ahlakının, duygularının ve sevgisinin sınırı olmayan, tanrıça kültürünün kendini tüm evrene mal etme asilliğini taşıyan kadın mücadele etmenin gerekliliğini evrenin ve insanlığın varlığı için sürdürüyor. Kadın evreni, evren ise kadını içinde barındırıyor. Evrendeki tüm çeşitliliğin yaratıcı gücü olan kuantumsal hareket kendi zekasındaki mükemmel uyumu kadınla ispatlıyor. Bunca söylemden cinsiyetçilik yaptığımız, cins hiyerarşisine kapıldığımız düşünülebilir belki. Kesinlikle öyle değil! Aksine erkek egemen zihniyetin bizim zihinlerimize işlediği kadına dair geri ve çarpık anlayışların hakim olduğu bir bakış açısından sıyrıldığımız vakit bu söylemlerimizin eksik kalan yönleri dahi vardır. Kadının toprakla kopmaz bağını irdelemeye çalışırken tarihsel gerçeklikler bizi bu olgularla yüzleştiriyor. Ve biz her zaman şu sonuca ulaşıyoruz ki; tarih içerisinde süre gelen ve günümüzde devam eden evrene hakim olma savaşları ve üstünlük sağlama savaşları esasında evrenle özdeş olan ‘KADIN’a hakim olma savaşlarıdır.
Bu hakimiyet ve üstünlük savaşlarında galibiyet ise kadının düşürülmesi ve kadın yaratımlarına el konulmasıyla sağlanabilir. En büyük emek hırsızı olan Kapitalist sistem ve onun soykırımcı militer ulus devletleri müthiş bir örgütlülükle kadına hunharca saldırıyor, Kadının değerlerini talan ediyor. Daha önceki yazımızda söz konusu bu değerlerin başında yurdun, toprağın geldiğini ve sonrasında yurt üzerinde oluşmuş ahlaki, kültürel, inançsal, sanatsal, felsefik, bilimsel vb. değerlerin geldiğini belirtmiş ve bu değerlerin kadınla olan bağını tarihsel çerçevede ortaya koymuştuk. Yurt ve toprak kadının yaşam köklerini derinlemesine saldığı aidiyet, namus, emek ve var olma olgularına dönüşmüştü. Kadın namus elden gitmesin, emek sömürülmesin, ona ait olan çalınmasın diye toprağa ve yurduna sahip çıkmak zorundadır çünkü varlık koşulu buna bağlıdır. Yani yurt olmadan yarattığı değerlerin hiçbirini yaşayamaz, yaşatamaz, koruyamaz ve geleceğe taşıyamazdı. Özüne yabancılaştırma politikalarının etkilerine direnen kadın bu yakıcı gerçekliğin farkındaydı. Parçalara bölünmeyi, yakılmayı, uçurumlardan ve köprülerden süzülüp asi sular içinde bir damla olmayı, giyotinlerde ve dar ağaçlarında idam edilmeyi, hakikat zerrelerini evrene saçmak için patlamayı göze almasının; bilim ve teknik çağının leviathanlarına (deniz canavarı) parmak sallama cürettinde bulunmasının sebepleri anlamlı özgür bir yaşamın ve tarihsel mirasın yok edilmemesiydi. Ve bunun için ölüme gidebilecek denli fedai bir duruşla soykırımcı zihniyete darbeler vurma cesaretini gösterebilmesiydi.
Kadının yurtseverliğini yalnızca toprağa bağlılık olarak dar ele de almamalıyız tabiki. Yurtseverlik aynı zamanda yukarıda da belirttiğimiz gibi yurt üzerinde oluşan değerler meselesi, kültür, gelenek ve kimlik meslesidir de. Yurdundan koparılmak, yurtsuz kalmak sadece fiziki olarak değil ruhsal olarak da gerçekleşir. Şayet kültür ve geleneklere, kimliğe yabancılaşıyorsak, bu değerlerin yitimi için son hız özel savaş politikalarını sürdüren sistemle savaşmıyorsak ruhsal anlamda yurtsuz ve vatansızız demektir. Toprağa bağlanan yaşam köklerimizi kendi elimizle kurutmak demektir. Kökler hala topraktadır, fakat ağacın meyvesi başka topraklara tohum oluyorsa bu da yaşam damarlarının kuruması ve soluksuz kalınmasının sebebidir. Hatta en öldürücü olan hiç şüphesiz böylesi bir gaflettir. Yani hem köklerin hemde toprağa tekrar tohum olacak meyvenin kendi yeşerdiği topraktan kopmaması gerekir.
Soykırım ve özel savaş politikalarının yoğunlukta kadın üzerinde sürdürülmesinin sebepleri şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu canavari sistemin önündeki en büyük engel yaylalarda toprağının talan edilmesine müsaade etmeyen eli sopalı kadınlardır. Madem erkek zihniyeti kadının yaşam köklerini, yurdunu, yurdu üzerinde geliştirdiği kültürel değerlerini, kimliğini, dilini yine kadın üzerinden düşürmek istiyorsa o halde buna karşı en büyük tarihsel mücadeleyi de yine kadın vermelidir. Yurtseverliğin gerekliliklerini yerine getirmenin öncülüğünü kadın yapmalıdır. Kötülükleri ve çıkarı kuşanmış erkek egemen sistemi fedakarane bir duruşla yenilgiye uğratmalı ve yitirilen sevginin dirilteni olmalıdır. Özgür ülke, özgür toplum ve özgür bireyler ancak müthiş bir bağlılık ve tutkuyla savaşan kadın ile kazanılır!”
– SON –
Önceki bölümler: