HABER MERKEZİ- Veysi Sarısözen’in Kaleminden
“Tıpkı Zap bölgesinde olduğu gibi Minbiç’te de Türkiye’den Suriye Milli Ordusu adlı çeteler Türk generallerinin yönetiminde ve içerideki DAİŞ türevli gizli hücreler MİT yönetiminde saldırırken ve Minbiç’te gerilla yine tıpkı Zap bölgesinde olduğu gibi yenilmez tünel taktiği ile düşmana darbeler indirirken, ortada ne yenen ve ne de yenilen olmadığı halde QSD güçleri aniden Minbiç’ten çekildi.
İlk anda bir çoğumuz gibi ben de bu “çekilmeyi” kavramakta zorlandım. Askeri açıdan böyle ani bir çekilme için ortada hiçbir sebep olmadığını, sahadan gelen güvenilir askeri enformasyondan biliyordum. O halde çekilmenin sebebi nedir?
QSD bu çekilme öncesinde yaptığı açıklamada Minbiç’te bir “ateşkes” anlaşması yapıldığını duyurmuştu. Bunun üzerinde düşününce, çekilmenin iki taraf arasında yapılan bir “siyasi” anlaşmanın sonucu olduğunu anladım.
Arkasında Türk devletinin olduğu saldırgan güçle Rojava arasında böyle bir ateşkesin anlamı nedir? Başûr topraklarında bir gün bile yaşanmayan ateşkesin aniden Minbiç’te yaşanması ne anlama geliyor? Benim görüşüme göre bu ateşkes ve ardından çekilmenin anlamı açıktır: Türk devleti Rojava’yı haritadan silemeyeceğinin artık farkına varmıştır. Minbiç’te savaşı sürdürmenin risklerini görmüş, –hala Kobanî tehdit altında olmakla birlikte ve Türk devletinin ilk fırsatta Rojava’yı yok etmek için saldırma tehlikesi sürmekle birlikte- şimdilik Fırat’ın doğusuna saldıramayacağını anlamıştır. Buna karşılık QSD güçleri de Minbiç’teki savaşın sürmesi durumunda Fırat’ın doğusundaki topraklarda yaşayan milyonların hayat koşullarını ve devrimin kazanımlarını korumanın olağanüstü zorlaşacağını görmüştür.
Ve taraflar arasında siyasi bir uzlaşmaya varılmış, QSD güçleri Fırat’ın doğusuna çekilmiştir. Barzani güçleri ve Suriye ordusu gibi “kaçmamış”, Her iki taraf savaşın yıkıcı sonuçlar doğurarak uzaması yerine siyasi bir uzlaşmayla ateşkes ilan etmiş, şimdilik QSD Fırat’ın doğusunu korumak, düşman da şimdilik Fırat’ın doğusuna saldırmamak üzere siyasi bir anlaşmaya varmıştır. Tekraren söyleyelim, şimdilik. Çünkü savaş sürprizlerle doludur.
Biraz da tarihe bakalım:
Çekilmenin zorunlu bir savaş taktiği olduğu gerçeğini okullarda her Türk çocuğu, “devrim tarihinden” sınıf geçebilmek için ezberlemiştir. Bu çocukların babaları şu sıralarda “Minbiç’i aldık” diye bağırırlarken, gelin ben size, öyle “siyasi uzlaşmayla” filan değil, hele bir “ateşkes” sonucu hiç değil, Yunan kuvvetlerinin önünden Türk ordusunun kaçarak gerçekleştirdiği “askeri” çekilmeyi bir güzel anlatayım.
Daha doğrusu ben anlatmayayım da, şu sırada her Türk’ün elindeki akıllı telefonla ulaşabileceği Vikipedi anlatsın:
“10 Temmuz’da Kütahya-Eskişehir Muharebeleri gerçekleşti. Muharebe sonrası Afyon, Eskişehir ve Kütahya Yunanların eline geçti ve Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi.”
Sanırım Minbiç’te Fırat nehrinin doğusuna “siyasi bir uzlaşmayla” çekilmenin başka, buna karşılık Türkiye’de Sakarya nehrinin doğusuna “askeri yenilgi” nedeniyle çekilmenin başka bir şey olduğu anlaşılmıştır.
Demek oluyor ki, nehirlerin doğusuna çekilmek, ister siyasi nedenlerle olsun, ister askeri nedenlerle olsun kesinlikle bir savaş taktiğidir. Ne saldırganın muzaffer olduğunu ne de savunmada olanların mağlup olduğunu gösterir. Mücadelenin sürüyor olması saldırgan için de savunmada olan için de hem zafer ve hem de yenilgi potansiyeli taşır. Sonucu halkların mücadele azmi, bilinci, örgütlülüğü belirleyecektir.
Söylemeyi unuttum. Türkler Atatürk’e ait şu sözü nedense anlamadan tekrarlar: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, satıh bütün vatandır.” Özdeyiş haline gelen bu cümle, “ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri” diye bitse de, sanıldığı gibi bir taarruz cümlesi değildir. İhtiyatlı bir kumandanın taarruz kararı verse bile, bir hattan ötekine saldırırken, bir anda bulunduğu hattın bile gerisine çekilme ihtimalini hesapladığını gösterir. Savaşı sadece “seyredenler” ordularının bir hattan daha geri hatta çekilmesi durumunda “eyvah yenildik” deseler de, savaşçılar ve onların komutanları “yenilmemek için çekildik ve işte yenilmeden savaşa devam ediyoruz” derler. Savaşta her şey olabilir.
Şu anda Rojava askeri güçleri Atatürk’e mal edilse de, bütün ordular için geçerli olan sözlerin gereğini yapıyorlar: “Hattı müdafaa (savunma) yoktur, sathı müdafaa vardır, satıh bütün vatandır, Rojava’dır, hatta Rojava da değil, dört parça Kürdistan’dır.” Öyle olduğu için Efrîn’den çekilen bu halk Şehba’da direnmiştir. Şehba’dan çekildikten sonra yerleştiği her yeni yerde direnmektedir. Çünkü bu savaş “orduya karşı ordunun” değil, “ordulara karşı halkın savaşıdır.” Bu savaş “erkeklere karşı erkeklerin” değil, “saldırgan erkek ordularına karşı kadınların savaşıdır.” Öyle olmasaydı, iki kızını ve iki oğlunu vatan savunmasında şehit veren yetmişlik anneler dur durak bilmeden, yaz kış demeden sokaklarda direnir miydi?
Ünlü Fransız filozofunun sözünü bir kere daha hatırlayalım ve onu halkların, kadınların mücadelesine uyarlayalım. Filozof “düşünüyorum, öyleyse varım” demişti. Başkan Öcalan “düşünmek yetmez, düşündüğünü gerçekleştirmek için mücadele et ve mücadelede varol” anlayışını hayata geçirmişti.
Şimdi Rojava ve tüm Kürdistan halkı, adeta milyonluk bir gerilla gibi, bir gün orada, ertesi gün şurada, kah Efrîn’de, kah Minbiç’te, kah Halep’te, kah Başûr’da, kah Bakur’da, kah Rojhilat’da tüm insanlığa haykırıyor: “Mücadele ediyorum, öyleyse varım”.
Kaynak: Yeni Özgür Politika