HABER MERKEZİ- Veysi Sarısözen’in Kaleminden
“HTŞ, Birleşmiş Milletler ve Türk devleti tarafından “terörist örgüt” listesine alınmıştır. Tıpkı PKK gibi. O halde “terörist örgüt” tanımına bir bakalım.
ABD özellikle İkiz Kuleler’in vurulduğu günden beri karşı olduğu bütün silahlı mücadele veren partileri “terör örgütü” olarak ilan etti. O günden bu yana “komünizm tehlikesi”nin yerini “terörizm tehlikesi” aldı. Komünizme karşı silahlı saldırı yapan örgütler ise “hürriyet savaşçıları” olarak aklandı. Türkiye de aynı yolun yolcusudur. Mesela 1970’li yıllarda binlerce devrimciyi katleden “ülkücü bozkurt”ları vatansever sayıyor, devrimcileri ise “terörist” olarak suçluyordu.
Şu sırada HTŞ’yi Amerika ve Türkiye “terör örgütleri listesinden” çıkarmaya hazırlanıyor. HTŞ’de değişen bir şey yok. Eskiden neyse şimdi de o. Ama şimdi İsrail, ABD ve Türkiye’nin hedeflerine hizmet ediyor. İşte “terör örgütü” olmanın ya da olmamanın kriteri böyle.
“Terörizm” 19. yüzyılda siyasi bir akımdı. En ünlüleri Çarlık Rusyası’ndaki Narodnaya Volya’ydı. Bu örgüt “terör” kelimesini kendi eylemleri için açıkça dile getiriyordu. Fransız ihtilali sırasında da “terör” devrimci bir eylem olarak görülüyordu. Sovyet Rusya’daki iç savaş sırasında çarpışan tarafların Bolşeviklerin eylemlerine “kızıl terör” ve karşı devrimcilerin eylemlerine “beyaz terör” deniyordu.
O zamanlarda “terör örgütü”, siyasi amaçlarına “silahlı mücadeleyle” varmayı değil, suikast ve sabotajlarla, devleti yönetenleri öldürmek yoluyla ulaşmayı hedefliyordu. O nedenle “terör örgütü”, kitlelerin şu ya da bu ölçüde sempatisini kazanmış olsa bile, siyasi kitle örgütü niteliği taşımıyordu. Onun üyelerinin ayırd edici vasfı, örgütün ideolojisine bağlılıktan ziyade, profesyonel suikastçı ve sabotajcı olmasıydı. Grev örgütlemek, sokak eylemlerine yönelmek, silahlı halk ayaklanmasına öncülük etmek onların akıllarından geçmiyordu. Parlamenter seçimler onların ufuklarının dışındaydı. Konspiratif tertip örgütleriydi.
O nedenle biz, tarihteki terör örgütlerinin mücadele yöntemlerini benimsememekle birlikte, onları “terör örgütleri” oldukları için karşımıza almayız. Bu örgütlerin kime ve ne amaçla savaştığına ya da hizmet ettiğine bakarız. Bu örgütlerin “terör” örgütleri olması değil, “devrimci” ya da “karşı devrimci” olmaları ayırd edici özelliktir.
Bu kısa açıklamadan sonra aktüel duruma dönelim.
Suriye’de ve Türkiye’de şu anda iki örgüt “terör örgütü” listesindedir. PKK ve HTŞ. Bunlar “terör örgütleri midir?
Değildir. Her ikisi de silahlı siyasi örgütlerdir. Ama çok farklı örgütlerdir.
Bize göre PKK, Kürt halkının ezici çoğunluğu tarafından desteklenen devrimci, demokratik, laik, kadın özgürlükçü, ekolojik ve komünal sosyalist bir örgüttür ve silahlı mücadeleyi halkının meşru hakları çiğnendiği için “özsavunma” amacıyla yürütmektedir. Ankara’yı işgal etme ve Türkiye’de iktidara geçme gibi bir amacı yoktur. Bugün Türk devleti, Kürtlerin kendilerini özerklik temelinde yönetmelerini kabul etsin, Başkan Öcalan’ın defalarca dile getirdiği gibi, silahlı mücadeleyi sona erdirecektir. Nitekim PKK’nin en azılı düşmanları bile onun programını, Başkan Öcalan’ın teorilerini tek kelimeyle bile suçlamaya teşebbüs edememektedir. Tek iddiaları ise PKK’nin Türkiyeyi “böleceği” ile ilgili iftiradır. Buradan hareketle de PKK’yi “terör örgütü” saymaktadırlar. Savaşı devam ettiren Türk devletidir. Bunu da PKK’nin defalarca “tek taraflı” ateşkes ilan etmiş olması tartışmasız kanıtlamıştır. Amacı bir “Kürt ulus- devleti” kurmak değildir. Bütün parçaların bulunduğu devletlerin demokratikleştirilmesidir, böylece bu devletleri “ortak vatan” haline getirmektir. Aynı zamanda diğer milletlere karşı ulusalcı hegemonya kurmak yerine, tüm milletlerin, dinlerin, mezheplerin, cinsiyetlerin ve kültürlerin doğal bir iç içe geçme süreciyle “demokratik ulus” olarak yeniden inşa edilmesini benimsemektedir. Bu süreç demokratik konfederal bir süreçtir ve tüm Ortadoğu’nun demokratik konfederalizm temelinde barış içinde yaşamasını hedeflemektedir.
HTŞ’ye gelince. Bu örgüt Esad rejimi tarafından baskı altına alınan Sünni Arap halkının desteğini şu ya da bu ölçüde almış olan “karşı devrimci, teokratik-dinci, erkek egemen, anti-demokratik ve sermaye yanlısı” bir örgüttür. Farklı ulusların, dinlerin ve mezheplerin varolduğu tüm Ortadoğu’da ve İslam dünyasında, Selefilik temelinde, İslamcı Arap hakimiyetini kurma amacını benimsemiştir. DAİŞ’in türevi olan bu örgüt, aynı zamanda sivillere ve kadınlara karşı uygar insanlığı dehşete düşüren yöntemler uygulamıştır.
Bu kadarı yeter. Şimdi de savaş esnasında bu örgütle devrimci örgütlerin ilişkisine bakalım.
Ulusalcı medya YPG-YPJ ve ortak QSD güçleriyle HTŞ arasında bir tür ateşkes niteliği taşıyan ilişkiyi diline doluyor. Bunlar Beşar Esad rejimini yıkan HTŞ güçlerine karşı Rojava güçlerinin savaşmamış olmasını suçlama konusu yapıyor. Unuttukları ise BAAS’ın ve Suriye ordusunun HTŞ’yle savaşmamış, kendi devletlerini korumak için tek mermi sıkmamış olmasıdır. Rojava’nın ise kendi topraklarını korumak için, arkasında küresel güçlerin olduğu HTŞ’yle savaşmamış olması, aynı zamanda HTŞ’nin de Rojava güçleriyle savaşı göze alamamış olduğunu gösteriyor. Her savaşta böyle bir “denge” taraflar arasında taktik ya da stratejik uzlaşmalara yol açar.
Ama daha önemlisi HTŞ ile Rojava güçleri arasındaki bu ilişki şu gerçeği ispat eder: Rojava Suriye’de kim siyasi iktidarı elinde tutarsa tutsun, bu iktidar Kürt halkının varlığını tanıdığı sürece onunla barışçı ilişki içinde olacaktır. AKP-MHP iktidarının canavarca saldırılarına karşı Rojava güçlerinin kendi topraklarına tecavüz edenlere karşı öz savunma amaçlı direnişi dışında Türk devletine en küçük bir saldırıda bulunmayışı da bu barışçı siyaseti çoktan beri kanıtlamıştır.
Ulusalcılar MİT Başkanı Kalın’la HTŞ Başkanı Coloni’nin “araba sevdasına” ne diyorlar ve Başkan Öcalan’a karşı süren tecrit hakkında ne düşünüyorlar?
Ben merak etmiyorum ama merak edenler vardır diye soruyorum.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika