HABER MERKEZİ- Numan Ezî Amed’in Kaleminden
TEŞÎ VE TIŞRÎN
“Bave Teyar, korkmadı, çünkü bildi, çünkü biliyordu, korkunun kökeninde bilginin eksikliği var… Bave Teyar, umuda bel bağlamadı; çünkü bildi, çünkü biliyordu, çünkü umut kararsız bir hazdır ve kuşku duyduğumuz gelecek boş hazlarımızdan doğar… Bave Teyar, bu hazza bel bağlamadı, varlığın sonsuz gücünden çıktı; kendi gücünden, kendi gücünün nedenselliğinden çıktı, şunu söyledi bize, dedi: Varlığım, özgürlüğüm, özgürlüğüm tek nedenimdir…
Sanat var olmaktır ve varlığını sergileyebilmektir. Bave Teyar, bize onlarca oyun bıraktı; eksik ve yeterli- yetersiz bir dizi hayat parçasını yaşamın aktivitesi içinde gösterdi. Sanatının amacı yalnızca sergilemek değildi, ima edilen bir varlık vardı ve bu varlığın mutlak ideasına ulaşma imkânı da sundu.” Son zamanlarda okuduğum en güzel yazıdan bir bölümüdür okuduğunuz yazı. Sanatçı toplumun ahlak ve vicdanına en yakın ve hatta tam kendisidir. Tarihin en gaddar ve gaddarlığıyla ün salmış kişi ve bu kişiler ile anılan savaşlarında bile sanatçı öldürülmemiştir. Çünkü sanatçının bumerang etkisi yaptığını, öldürülen sanatçı ile öldüren kişinin de öldüğünü çok iyi bilinir. Bu dehşet verici gerçekliğin barbar Türk savaş aklıyla yan yana getirdiğimizde, yazmaya çalıştığım yazının kapsamını aşar. Konuyu çok derin psikoloji bölümlerine bırakmak dışında şu an yapılacak bir şey yoktur. Kendisinde kendini öldürmektir ötekini öldüren. Çok meşru müdafaa dışında bu ifadeye kavuşturmaya çalıştığım şey her şey için geçerlidir. Hayvanlarda meşru savunma refleksi ile beslenme refleksi aynı merkez tarafından harekete geçirilir. Dolayısıyla hayvan dediğimiz canlının bile şiddet faktörü meşru müdafaaya dayanır. Hayvanlarda şiddet yoktur. Şiddet bir düşünce özelliğidir. Hayvan bilinçli bir şekilde acı vermez, acı ile ilgili bir psikolojik duruma sahip değildir. Şiddet bir kültürdür. Dolayısıyla insanlardaki meşru savunma ölçüsü ile hayvanların doğal hali eşittir. İnsanlığın en karanlık ve bilinç ile hayvanın gerisine düştüğünün en güzel örneği faşist Türk zihniyetinin Kürt özgürlüğü karşısındaki duruşudur.
Kültürel ve zihinsel olarak Kürt tarihinde ısrarla vurguladığım “har” ve “wêr” kelimelerinin karşılığı meşru müdafaadır. Bu kavramaların sanat, folklor ve en somut haliyle halay babında insan doğasının duygular baz alınarak “hest” denilmesi, ısınma, duygunun alevlenmesi ile ilgilidir. Ateşe har denildiğini de biliyoruz. Güya Türkçe dilindeki harlaşma denilen kelime bu kültür ile ilgilidir. Savaş ve halay bu gün bile Kürt kültüründe birbirinin yerine kullanılmaktadır. Halay çekme bir tepki biçimi olarak da anlaşılabilinir. Tarihi kaynaklarda Hurri ve Guttilerden beri aktif olan Harkari bölgesinin bu günkü halayları bile aynı kültürün devamıdır. Çok ilginç bir kültürel durum ile karşı karşıyayız. Kürt aşiretlerinin fonksiyonel dağılımı adeta bir bedenin bileşenleri gibidir. Politika, ideoloji, bilim, sanat ile savaşın aşiretlerin dağılımına göre bir çeşit kimliğin daha geniş konfedere içinde serpiştirmeyi andırmaktadır. Medler’deki maj veya mêjî aşireti ile Hakkari bölgesinin harkari ismi savaş kurmayları, savaş işleri anlamında adlandırılmışlardır. Dasaniler bile vardır. Bunlar genelde tarımcı ve Kürtçede “pale” dediğimiz duruma karşılık gelmektedir. Goraniler sanatçıdır. Ve hala sanatçılar. Şayet Kürt kültürü bitmemişse bu geniş dağılım sayesindedir. Zamanımıza doğru geldikçe bu dağılma çeşitli saldırılar yüzünden anlam yitimi ve fay kırılmalarına neden olmuştur. Boşu boşuna eski Grek sanat ve destan derlenmesine “rapsod” denilmemiştir. Rapsod bir çeşit parçaları yamalama, dikme ve kaynaştırmadır. Büyük bir ihtimalle Arapça sanılan rapt-raptiye kelimesi de bu kök ile ilgilidir. Bu derin esinlenme faktörü kocaman tanrı ile ip dolamaya yarayan örek yani “teşî” kelimesinin çakışmasından kaynaklanır. Eski tanrılar terzimiydi gibi bir soruyu hatırlatır.
Değillerdi. Ama bir bölgenin garip bir ifadesi ile tarif yaptıkları sıfatın dal budak yayılarak anlam kazanmasıdır. Nasılki rab ve rapsod iğne ve tanrı çakışması anlamında bir hikayeye vesile olmuşsa “teşi” kelimesi de öyle bir kelime olmaktadır. Evet “teşî” Kürtçe dilinin en eski hortum, hortum fırtınası anlamındadır. Bu hortum Kürtçe “teşî” kelimesinden türetilmiştir. İşte kocaman Hurri tanrısı ismini bu faydalı araçtan almıştır. “Teşup” hortum fırtınası demektir. Faydalı bir tanrıdır. Hem tohumları kaldırıp çeşitli yerlere nakil eder, hem de fırtına gibi heybetlidir. Tanrılar arasında imini en işlevsel bulduğum tanrı budur. Hem döner, hem yükselir, hem de her şeyi içine alır. Tıpkı “teşî” gibi. Bu kocaman tanrı ismini kendisinin isminden belki de bin yıl önce “ta” (ip) yı bulan bir anamızın emeğinden alır. Teşup Hurri tanrısıdır. Tarihi kaynaklarda Hurrilerin en fazla yoğunlaştığı ve bu yoğunlaştıkları bölgeye en çok isim bıraktıkları yer Fırat Nehridir. Gürcistan’daki koban nehrinden, Elazığ Keban ilçesine ve oradan da direniş kalemiz olan meşhur Kobanê şehrimize kadar aynı ismi bıraktılar. Kobanê ismi kaynağını buradan alır. Koban ve Keban Fırat nehrinin en eski ismidir. Kelimenin metatez geçirdiğine inanıp Dicle nehrindeki Med ismiyle çakıştığına inanıyorum. Dicle Nehrinin ok isminden türediğine dair etimolojik çalışmalar oldukça fazladır. Dolayısıyla Keban ile kevan kelimesinin aynı sinonimler olması büyük bir ihtimaldir. Fırat Nehri tam bir yay gibidir. Bu etimolojik görüşler burada kala dursun, tarihi çakışmaların kendisini kelimeler üzerinden ifade etmesi adeta bir cilve gibidir. Cilve gözü gümrük kapısı da neyin nesi oluyor.
Tişrin barajı baba Esad’ın doğum gününü hatırlatmak için eylül ve ekim aylarının ortalaması anlamında Tişrin diye adlandırılmıştır. Tişrin ekim ayına ve Rumi takvime göre de sekizinci ve dokuzuncu aylara tekabül eder. Hortum aylarıdır. Sami literatüründe aylar genellikle bu tür doğa aylarıyla ifade edilir. Arami kültür tümüyle bir yan Hurri kültürüdür ve Tişrin kelimesi Aramidir. “Ar tişrīn تشرين Rumi takvimin sekizinci ve dokuzuncu ayları, Ekim ve Kasım ~ Aram tişrīn תשרין Arami ve İbrani takviminin yedinci ayı = İbr tişrī תשרי a.a.” Tarih cilve yapar. Tel Xelaf kültürünün merkez bölgesi bu günkü çatışmaların yaşandığı bölgeye tekabül eder. Hurrileri bir çeşit Fırat kültürü olarak ifade etmek hiç de yanlış olmayacaktır. Evet “Tişrin” ile Hurrilerin fırtına tanrısı olan “Teşup” aynı kökten gelirler. Tarihin cilvesi kendisini bu dil ile ifade eder. Rêber Apo’nun veciz değerlendirmesi ile: “Çok kısa bir zamana sığan yılların dökümünden bahsediyoruz. Bu bir nevi yüzyıllarda yitirilmiş bir yaşamın, evrende genişleyen ve dolayısıyla değerlerin çekirdekleşmesi için büyük bir hızla yoğunlaşmasına benzer” ifadesini bulur. İşte yoğunlaşma, bulutlaşma, yağmurlaşma ve sıcak sıcak düşme Kürdistan’da böyle yaşam kanunu oluyor.
Kürdistan’da her şey özüne döner, aslına kavuşur. Konjektür ve zamanın tarihe ihtiyaç duyması ve adeta bir avuç içinde yan yana gelip canlanması bu cilvenin bir özelliğidir. Hurrilerin inşaat ve kültür havzası olan bu günkü Suriye adeta bir tarihi tiyatroya dönüşmüştür. İçinde oynayanlar personanın vücut bulmuş hali gibidir. Şeybani’den Tussi Gabard’a onlardan Golani’ye ve onlardan da Hurrile’rin devamı olan mazlum Kürt halkının Mazlum’una kadar tarih canlanmaktadır. Tarihi misyon adeta kendini büyük bir hışımla dayatmaktadır. Her şey zamanına ve koşuluna göre kodlanmıştır. Belki de ta Hurrilere varan “ba, bîr, pîr” ve ödünç alınmış hali olarak “fren” kelimesi bilme ve bilmeye dayalı olarak akıl tarafından frenlemenin tek kökten yeşermesi hayli ilginçtir. Kürt kültüründe bu katmerli kökün pîr ve pîrek şeklinde hem akıl hem de akıl sahipleri olarak çok canlı olması şaşırtıcı olmasa gerek. Kürtlerin bîr dedikleri şey kültür soydaşları olan Batı kanadında “fren” olarak yaşamaktadır. “Fren” akıl demektir. İşte cazip ve karizmatik Hurri tanrısı olan Teşup bu aşağı havzada “bab-el” olarak vücut bulmuştur. Yani rüzgar ve fırtına demektir.
İlk inanç babında rüzgar baz alınarak dört temel elementin harekete geçirilmesi ve bu hareket sonucunda maddenin canlılık kazanması oldukça ilgi çekicidir. Kürtçe’de oluşturucu anlamda bir ağacın kökü ve dalları kadar düzenli olan kelime kombinasyonları dikkat çekicidir. Bî-Bû-Ba kökleri aynı kombinasyondur. “Ba” yani rüzgar kök oluşturucu öğedir. Bu anlamda aynı varyantın bileşeni olan Bîr kelimesi bu oluşuma paralel varlığın bilinci ve bilinçli öznesi olarak anlam kazanır. Evrenin nabzının Ba yani rüzgar ile birlikte kalp atışı gibi görülmesi insan şahsında farkına varan doğanın bilinç seviyesine ulaşması en zor felsefik konulardan biridir. Doğa dengesine göre şekillenen insan ve onun toplumu, iki doğa arasındaki optimal dengenin ifadesidir. İşte Kürtlerin ideolojisi, tarihi, dini, her zaman doğa ve dağ olmuştur.
Kürtlerin frenlemeye çalıştığı gerçeklik ise daima aşırılık olmuştur. Son kertede ise ehlileşmeyen zalim devletlere son vermişlerdir. Tarih tekerrür ediyor ve Rêber Apo’nun ifadesi ile: ‘Tarih günümüzde gizli ve biz onun başlangıcında…’ Gutti’yiz, Hurri’yiz, Med’liyiz ve PKK’liyiz tabirleri bu anlamda oldukça ilginç bir tarih yolculuğuna işaret etmektedir. Evet her şey bir tarihi gerçeklikle kodlanmıştır. Birkaç gün önce Fırat havzası Jineoloji sitesinin logosunda “teşî” resmine rastladım. Tişrin barajı aynı havzanın barajıdır. Hurri tanrıçası olan Sawuşka Hurrilerden Hittitlere geçen “tavana” sembolünün sahibidir. Bu sembol bir kuşun kanatları üzerindeki güneştir. Hurri kavramı Sümerlerin dağ olarak tarif etmesinin yanında Kürtçe dilinde hem güneş hem de kanatlara karşılık gelir. Tişrin barajındaki kartal ve şahin kanatlarını andıran kamuflajlarıyla savaşan YPJ-YPG savaşçıları ROJ ve HOR savaşçılarıdır. Kendilerine yemek yapan, kendileri için tilili çeken anaların en kadim icadı olan “teşî” ile “teşup” tanrısının yanında tişrin kelimesi ile Tel Xelaf’ta bulunan en eski kilimlerin Kürtçe’de “tej” denilen aynı kök ile çakışması ilginç değil midir? Kültür inatçıdır. Askerlik veya daha doğru bir tabirle savaşçılık ile sanatın aynı köklerde birleşmesi gariptir. Artist ve artêş kelimelerinin aynı kökten geldiğini etimoloji ispatlar. Grekçe yaygın kullanılan “es, os ve is” sonekleri Hurri markajlı Kirdasi dilinde hala kullanımda olan “eş,oş, iş ve şi” sonekleri aynı kökten gelirler. “Kerdiş” kelimesindeki “iş” eki bunlardan sadece bir tanesidir. Eski Grekçede “ş” yerine “s” kullanılır. İşte kilim, çanak ve çömlekçilikte kullanılan “teşe” ve “tej” kelimeleri ile savaş ile ilgili olan “tuj” kelimelerinin hepsi “teşî” kelimesi ile ilgilidir. Dolayısıyla Hurri tanrısı Teşup böyle bir kültürün ifadesidir. Zaten arkeolojik çalışmalarda “teşî” aracının tek çıktığı yer, Hurri izdüşümünü yaşayan Hittit bölgesidir. Cîgerxwîn boşu boşuna dememiştir “karê me Kurdan ev e, şere, cenge û dîlane.” Sanatçı ülkesinin bütün tarihini kendisinde yaşayan kişidir. Az oldu mu sanatçı olmaz. Çok oldu mu herkes sever. Adeta kadim ülkesinin kültürü olan “tej” yani kilim gibi desen desen, iplik iplik ülkesinin kültürünü birleştirir. Yaşadığımız zaman kesitinde ülkemizin doğusundan, batısına ve güneyinden kuzeyine o kadim Homeros gibi rapsod biçiminde kültürü diker. Terzi gibidir. Tukaka edilen ülkemizin melek yüzü olan Êzdilerî bir isimlendirmeden çıkarıp melek gibi olan bir kızımızın başında yazma gibi çeviren Hasan Şerif buna “ezî” der. İşte tam bu noktada konu Bavê Teyar’a gelir. Bu kadar yazmasaydım, onu anlatamazdım. Ünlü Fransız estetikçi Guyau, güzellik için ölçü aldığı şey çok soğuk bir kaynak suyuna çobanın koyduğu bir tas sütü ikram etmesidir. O anın verdiği hazı hiçbir şeye değiştirmez. Bavê Teyar o kadim Mardin ovasının ortasında kerpiçler ile örülmüş evinin ortasına yerleştirdiği sofrasında peynir ve yoğurt fragmanlarını ısrarla göstermesi boşuna değildir. Gerçek estetik budur. O haz ve tadı onu yaşayan bilir. Bir çoğumuzun gözünde gözyaşlarının gelmesi o anları yaşamamız ile ilgilidir. Estetik güzellik biliminden önce duyguya tekabül eder. Dolayısıyla ilk estetik eser sanatçının ta kendisidir. Duygulara anlık kisvesinin yapıştırılması düşünce şeklimizle ilgilidir. Kültür hiçbir zaman akıl ile kendisini ifade etmez yada çok tali olarak akıl ile ilgisi vardır. Kültür ve geçmiş tarih genellikle duygular alanında yaşar. Akıl bu gerçekliğin hatırlanmasıdır. Zaten Platonun akıl için “hatırlamaktır” demesinin bir nedeni de budur. Meşhur filozof Frederik Nietzsche’nin “hakikati sanat daha iyi ifade eder” derken bu gerçekliğe gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla hatırlanan şey, duygusal düşünce kuyumuzdan çıkarılan cevher gibidir. İşte gerçek sanatçı bunun farkında olan, bunu bilen kişiye denir. Tarihte ilk özgürleştirilen şehir Agade şehri olmaktadır. Bir çok kişi bu kelimenin Kürtçe olan Azadî kelimesiyle aynı kelime olduğunu söylemektedir. Köleleşme ve hamallaştırma kültürü olan Akad kültürü Guttiler tarafından yerle bir edilir. Bavê Teyar’ın belki de en gerçekçi oyunu gerçek hayatını anlattığı oyunuydu. Biz hamaldık diyordu. Kendi toprağında hamal olmak, nan’ı bulup nan’sız olmak, teşî yi icat edip elbisesiz kalmak Kürt psikolojisinde tarifi zor bir gerçeklik yaratmıştır. Kendilerini onların müttefiki gören kadim Yahudi halkının, sanatçı ve entelektüelleri özgürlük şafağında yaşadıkları soykırım gerçeğine karşı tanrıların artık susması gerektiğini söylemişlerdi. Çok ilginç bir itiraf olarak yanlış hayat doğru yaşanmaz tabiri tanrının ağzından alınır gibi dahiyane bir biçimde söylenmişti. Kürtler hala yaşamın yanlış yaşandığına dair umutlarını kuruyor, tanrıya dualarını böyle yapıyorlar. Bavê Teyar bunu demedi ama şiirsel bir cümle ile bu gerçeği ifade etti: “ev der axa me ye, ji bav û kalan em li vir dijîn” dedi.
Evet yazıyı başta aldığım alıntı ile en güzel yazıyı yazan Müslim Yücel’den bir alıntı ile bitireceğim. Neşeyi öldüremediler, tam tersine çoğalttılar. “Belki birileri yerel diyordur şimdi, ama bana göre o belki de hiç farkına varmadan, aklın bilgisiyle, hayatın bilgisini sergiliyordu ve gerçeğini hayatta oynadığı için insanlığın ortak paydası oluyordu… Öyle bir oyuncu ki bu imgelem bazen yeterli olmuyor, fikir açıklayıcı olmuyor, hatta imgelem ve fikir bazen doğmalara bile neden olabiliyor ama o buraya kendini taşıyor, kendinden taşıyor ve bu taşmadan sevinç duyuyor, neşe üretiyor, bizi de kendine davet ediyor. Kendini bir tutku haline dönüştürüyor, duygularının tercümanı olan zihni ve bedeni bize bir ahlak öneriyor: Sizde, kendinizden taşın…”
Bu yazıyı Bavê Teyar şahsında başta Arjin Kobanê ve tüm Tişrin direnişlerine ithaf ediyorum.”