Efrîn direnişi bu konuda tam bir katalizör işlevi görüyor. Bugün dünyanın her yerinde, çürümüş bitki ve yaprak yığınının ortasında boynunu yukarıya doğru uzatan çiçekler misali, halkların demokratik uygarlığının yeniden dirilişine tanık oluyoruz.
HABER MERKEZİ-Çoğumuz dünyada Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü olarak bilinen bir kuruluşun varlığından haberdarız. Bu örgüt 24 Ekim 1945’te, yani İkinci Dünya Savaşı’nın dumanları hala tüterken kurulmuş. Kendini ‘adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel kuruluş’ olarak tanımlamış. Daha da önemlisi, uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını evrensel düzeyde yasaklayan ilk antlaşmaya imza atmış. Aralık 1948’de Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni kabul etmiş. Bu sözleşmede Holokost ve Ermeni kırımına atıfta bulunarak tanımladığı soykırımı insanlık suçu saymış ve soykırım suçlarında zamanaşımı olmayacağına hükmetmiş.
Ancak Kürtler söz konusu olduğunda, varlık nedeni olan temel değerlere kolayca sırt çeviren aynı BM, kendi kuruluş gerekçesine ihanet ederek bir Birleşmiş Devletler Örgütü’ne dönüşüyor. Soykırım kıskacındaki Kürtlerin haklarını değil, Kürtleri vahşi bir soykırıma tabi tutan devletlerin çıkarlarını esas alıyor. Kürtlerin maruz bırakıldıkları soykırım uygulamalarını görmezlikten gelerek, inkar ve imha sistemine sessiz onay veriyor. Görmek istemeyen kimseden daha kötü kör, işitmek istemeyen birinden daha berbat sağır yoktur. Bu anlamda BM, sömürgeci devletlerin soykırım suçları karşısında körler ve sağırları oynamayı tercih ediyor. BM bu utanç verici duruşuyla iflas etmiş bir kuruluş haline geldiğini bir kez daha kanıtlıyor.
‘Terör devleti’ TC’nin Efrîn’e yönelik işgal harekatı üzerinden birkaç gün geçtikten sonra, bir BM yetkilisi, bombardımanlarda yaşanan sivil kayıpları konusunda kaygı duyduklarını açıklama gereğini hissetti. Açıklama bu kadarıyla sınırlı kalsaydı, belki bir anlam ifade edebilirdi. Ancak böyle olmadı. BM yetkilisi, eski bir halk deyişinde dile getirildiği gibi, sözde yiğitliğini anlatmaya çalışırken, gerçekte BM’nin hırsızlığını ele verdi: Yetkili, işgale karşı direnen güçlerin, sivil halkın kendi köylerini ve şehirlerini terk etmesini engellediğini iddia etti. Bu açıklama, doğrudan olmasa bile, direniş güçlerinin de en azından dolaylı olarak sivillerin ölümünden sorumlu tutulduğunu ortaya koyuyordu. Gerçekte aynı açıklama ile deşifre olan ise, BM’nin Kürt soykırımcısı devletlerle son derece çirkin bir suç ortaklığı içinde bulunduğuydu.
Meşru savunma ya da direnme hakkı, BM sözleşmelerinde de ifadesini bulan evrensel bir haktır: Toplumun ve bireyin uğradığı bir saldırı karşısında kendisini savunmasını öngörür. Gelişen saldırıyı durdurmak ve olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla orantılı güç kullanarak karşı-saldırıya geçmek de meşru savunma kapsamına girer. Kendini savunma evrensel düzeyde her canlıda tanık olduğumuz bir duruştur ve var kalma arzusuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla Efrîn halkından bu hakkı mutlaka kullanmasını istemek yerine, her şeyini geride bırakıp kaçmasını telkin etmek bu halka yapılmış ağır bir hakarettir. Daha da ötesi, tek hücreli bir canlının bile kulanmaktan asla vazgeçmediği bu hakkı Efrîn halkından esirgemek anlamına gelir.
İşgale, saldırıya, zulüm ve zorbalığa boyun eğmek insan olmanın gerekleriyle asla bağdaşmaz. Savunma veya direnme hakkı, özünde insan olarak var kalma ve ne pahasına olursa olsun özgürlüğünü korumayı emreder. Vazgeçilmez, devredilmez ve ertelenmez nitelikteki bu hakkı kullanmamak, insan olmaktan vazgeçmekle özdeştir. Evrensel değer taşıyan tüm beyannameler ve sözleşmelerin de bu ruhla hazırlandığına kuşku yoktur. Faşist Türk ordusu ve insanlık düşmanı çetelerinin işgaline karşı Efrîn halkı işte bu hakkını kullanıyor. Tüm geçmişini bağrında taşıyan ana topraklarını, onun cennet doğasını, mezarlıklarını, bitkileri ve hayvanlarını arkada bırakıp ölümden beter bir karanlığa doğru kaçmak yerine, köklerine sımsıkı sarılıp onuruyla direnmeyi seçiyor. Bu anlamda toplum ve birey olmanın gereklerini yerine getiriyor. Böylece büyük insanlığın sempatisini topluyor, dünya halklarının sevgisini ve desteğini kazanıyor.
BM yetkilisi varsın kaçışı öğütlesin, gelişmeler arzusunun tam tersi doğrultuda seyrediyor. Uzatılan mikrofona konuşan yediden yetmişe her Efrînli, “Burası bizim toprağımız, kendi toprağımızı asla terk etmeyeceğiz” diyor. Efrîn topraklarını terk etmesi gerekenlerin soykırımcı Türk ordusu ve uşağı faşist çeteler olduğunu belirtiyor. Bunun da ötesinde, Kuzey Suriye’nin diğer alanlarından binlerce Kürt insanı ve dostları Efrîn’e gitmek üzere yola koyuluyor. İşgal, Efrîn’in nüfusunu azaltmak yerine çoğaltıyor. Kuzey Suriye’de özgürlük yasası işte böyle işliyor. Kuzey Suriye halkları, ağızlarından dökülen cümlenin ne anlama geldiğini çok iyi bilerek tüm dünyaya haykırıyor: Hiçbir yasa özgürlük yasasının üstünde bir güce sahip olamaz!
Sağır duymaz, uydurur derler ya, BM yetkilisi de, “Efrîn’i ele geçirip gerçek sahiplerine teslim edeceğiz” diyen faşist diktatör Erdoğan’ın bu cümlede açıkça dile getirdiği soykırım ve etnik temizlik niyetine kulaklarını tıkıyor. Sivillerin neden can verdiklerini anlamak bile istemiyor. Oysa Efrîn toprakları savaş uçakları, helikopterler, obüsler, füzeler ve tanklarla dövüldüğü için sivil ölümleri gerçekleşiyor. Bu tabloya gözleriyle tanıklık edenler korku içinde kendi topraklarını terk edip kaçsın diye bu korkunç bombardımanlar yapılıyor. Çünkü Efrîn boşaltılmadan, demokratik bir sistem inşa etmiş Kürtler, Araplar, Asuri-Süryaniler ve öteki halk toplulukları bu topraklardan sökülüp çıkarılmadan, ‘terör devleti’ TC devleti kendi işbirlikçilerini buraya yerleştiremez. BM Yetkilisinin “Halkın Efrîn’den çıkması engelleniyor” iddiası, bu anlamda faşist TC’nin insanlık düşmanı soykırım planlarını uygulamasını kolaylaştırma özelliği taşıyor.
Efrîn halkı, çürümüş bir yapıya dönüşmüş olan BM’nin bir temsilcisinin çürümüşlüğe davet eden sözlerini acı yüklü bir gülümsemeyle geçiştirip doğru bildiği yolda yürüyecek kadar onur sahibi bir halktır. Bu halk kendi yolunda yürümekle en doğru olanı yapıyor. Doğru olan pratikte yaşamsallaştıkça yanlış, yalan ve sahtekarlık üzerine bina edilmiş tüm kurumlar ve kuruluşların maskelerini de düşürüyor. BM’nin çürümüş ulus-devlet sistemini ayakta tutmaya yarayan eğreti bir payandadan başka bir şey olmadığını tüm insanlığın gözleri önüne seriyor. Yalan ve sahtekarlık deşifre oldukça, hakikat çok daha büyük bir güç kazanıyor.
Efrîn direnişi bu konuda tam bir katalizör işlevi görüyor. Bugün dünyanın her yerinde, çürümüş bitki ve yaprak yığınının ortasında boynunu yukarıya doğru uzatan çiçekler misali, halkların demokratik uygarlığının yeniden dirilişine tanık oluyoruz. Efrîn direnişi etrafında oluşan dünya çapındaki büyük dayanışma kutsallık arz eden bu yeniden dirilişi ifade ediyor. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, fazlası ölümü çağrıştıran durağanlığa mahkum eden tüm artık bağlar çözülüyor. Büyük insanlığın her bireyi artık aynı fırtınanın içindedir. Büyük insanlık cephesinde bu fırtınaya karşı direnen fazla yoktur, tersine herkes artık onun bir parçası olmuştur. Fırtına, hareketlenen bu dünyanın toplamıdır. Şiddet, terör ve savaş kusan faşist TC devletinin bu fırtına karşısında uzun süre ayakta durması düşünülemez.
Evet, devletçi uygarlığının çürümüş yüzeyinin derinliklerinde serüvenine devam eden hayat ırmağı, Efrîn’de üste çıkıp toprağın yüzünde akışını sürdürüyor. Büyük şair Hasan Hüseyin Korkmazgil ne güzel söylemişti: “Ve der ki, kitabın orta yerinde, / bütün ırmakları dünyanın / Kızılırmak’tan geçer.” Şimdi dünyanın bütün ırmakları artık Efrîn’den geçiyor. Efrîn artık tecrit edilmiş küçük bir toprak parçası değildir, tersine temelleri atılan yeni dünyanın kalbidir; faşizme ve savaşa karşı demokrasi, özgürlük ve barış cephesinin merkezidir. BM kendi çürümüşlüğüne yansın, Çağın Direnişi bir gerçektir. Hakikat budur!