Komalên Jinên Kurdistanê (KJK) Koordinasyonu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü dolayısıyla dünya kadınlarına yönelik bir deklarasyon yayınladı.
HABER MERKEZİ – NÛÇE CIWAN
KJK Koordinasyonu tarafından yayınlanan deklarasyonda, erkek egemen sisteme karşı mücadeleye ilişkin, Kürdistan Kadın Özgürlük hareketinin görüş ve önerilerine yer verildi.
‘’21. Yüzyılı Kadın Özgürlük Çağına Dönüştürelim’’ başlıklı deklarasyon şöyle:
Kadın öncülüğünde toplumsallaşmanın geliştiği topraklardan yükselen Kürdistan dağlarından sizleri büyük özgürlük tutkumuz ve kırılmaz mücadele azmimiz ile selamlıyoruz. Rojava’nın mahallelerinden Latin Amerika’nın ormanlarına, Avrupa’nın sokaklarından Afrika’nın düzlüklerine, Ortadoğu’nun vadilerinden Amerika’nın meydanlarına, Asya’nın dağlarından Avustralya’nın yaylalarına; özgürlük ve eşitlik mücadelesini yükselten bütün kadınları sınır tanımayan sevgimiz ve en devrimci duygularımız ile kucaklıyoruz.
2018 yılının 8 Mart Uluslararası Kadın Mücadele Günü vesilesiyle özgürlük uğruna hayatını ortaya koyan, her türlü kölelik, sömürü ve işgale karşı direnirken yaşamını yitiren bütün kadınları anıyoruz. Rosa Lüksemburg’lardan Sakine Cansız’lara, Kittur Rani’lerden Berta Caceres’lere, Ella Baker’lardan Rakkalı Henan’lara, Cemile Bouhired’lerden, Filistinli Sena Mehaydali’lerden Nadya Anjuman’lara kadın özgürlük mücadelesinin ölümsüz neferlerine minnettarız. Bize dayatılan karanlıkları delen onların ışığıdır; onların aydınlattığı yolda özgürlüğe doğru yürüyoruz. Bununla birlikte beş bin yıllık ataerkil düzen boyu her türlü eril şiddet; savaşlar, devlet saldırıları, sömürgeci işgaller, din maskeli güçler, erkek çeteler, sözde eş ve sevgililer tarafından katledilen bütün kadınları anıyoruz. Dünyanın en uzun süreli savaşını teşkil eden kadın kırımını mutlaka durdurma kararlılığımızı büyüten, onların anısıdır.
Sevgili kadınlar, yoldaşlar, kız kardeşler;
Tarihsel bir sürecin tam ortasındayız. Devletli uygarlıkla yaşıt 5 bin yıllık ataerkil sistem derin bir yapısal kriz yaşamaktadır. Bu sistem krizini kadınlar olarak sebep ve sonuçlarıyla birlikte çok iyi tahlil etmeli, güçlü tespitler ortaya koymalı ve mücadelemize ivme kazandıracak perspektifler geliştirmeliyiz. Çünkü sistemin bu yapısal krizi bütün dünya kadınları açısından büyük tehditler oluşturduğu gibi, kadın özgürlüğünü sağlamak için yüzyılda bir oluşan fırsatlar da sunmaktadır. Hatta diyoruz ki: 21. yüzyılı kadın özgürlük çağına dönüştürebiliriz! Bu bir hayal veya ütopya değil. Bu bir hakikat. Ama gerçekleşmesi için 21. yüzyıl için kadın özgürlük programını oluşturmamız şart!
Bunun içinse öncelikli olarak yaşadığımız çağı temel çelişki ve özellikleriyle doğru kavramalıyız. Bu çelişki ve özellikler kadın özgürlüğü açısından hangi olanak ve riskler sunuyor? Dünya kadın örgüt ve hareketleri olarak bizlere hangi sorumluluklar yüklüyor?
Dünya sistemi 21. yüzyıla derin bir kriz halinde, Yeni Dünya Düzeni gibi söylemler eşliğinde giriş yaptı. Krizden çıkış olarak kendini yeniden örgütleme arayışına giren kapitalist modernite, bunu Büyük Ortadoğu Projesi adıyla öncelikle Ortadoğu’da uygulamaya koydu. Afganistan ve Irak müdahaleleriyle başlayan, Kuzey Afrika’daki Arap Baharı ile devam eden ve son yıllarda Suriye, Irak ve Kürdistan’da yoğunlaşan süreci Üçüncü Dünya Savaşı olarak isimlendiriyoruz. Yüz yıl önce Batı devletleri tarafından kriz ve kaosu sürekli bir biçimde yeniden üretmek üzere inşa edilen Ortadoğu’nun ulus-devlet rejimleri statükoyu korumaya çalışırken, dış güçlerse bölgeyi kendi aralarında yeniden paylaştırmanın arayışında.
Ortadoğu’da yaşanmakta olan süreci Üçüncü Dünya Savaşı olarak isimlendirmemiz, uluslararası güçlerin angajmanını vurgulamak amaçlı değil sadece. Bundan ziyade kapitalist modernitenin kendini Ortadoğu’da yeniden inşa etmesinin küresel düzeyde etkileri olacağı kesindir. Zira çağdaş dünya sistemi veyahut kapitalist modernite son beş yüzyılın olgusu olmayıp, çekirdeği beş bin yıl önce devlet biçiminde Mezopotamya’da kök salmış ve varlığını farklı değişimler geçirerek günümüze dek ulaştırmıştır.
O nedenle de bölgesel devletlerin statükoculuğu ve dış güçlerin yeniden dizayn müdahaleciliği yanında Üçüncü Yolu teşkil eden Demokratik Konfederal Çözümü savunmak hepimiz açısından temel bir görev olduğu kadar, Suriye ve Ortadoğu sınırları ötesinde de önem arz ediyor. Rojava Kürdistan’ı ve Kuzey Suriye’de savaş ve direniş koşullarında kadınlar öncülüğünde inşa edilen Demokratik Özerk sistem, yüz yıldır sistematik bir şekilde yeniden üretilen kriz ve kaos, çelişki ve çatışmaları durdurma potansiyeline sahip yegane çözüm modelidir. Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra oluşturulan ulus-devletler ve çizilen sınırlar hiçbir biçimde bölgenin etnik, kültürel, inançsal ve toplumsal yapısına uymadığı gibi, binlerce yıllık ortak yaşam kültürümüzü dinamitlemeyi amaçladı. Bugün Kuzey Suriye’de ilk defa kadının eşit ve özgür katılımına, etnik ve dinsel çoğulculuğa, katılımcı demokrasiye dayanan bir sistem inşa ediliyor. Dünya sistemi tarafından on yıllarca beslenen eril, cinsiyetçi, tekçi, milliyetçi, mezhepçi rejimlere karşı demokratik bir alternatifi oluşturan bu model, Ortadoğu’nun köhnemiş sorunlarına çözüm sunuyor.
NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip Türk devletinin 20 Ocak’tan bu yana bütün gücüyle Rojava/Kuzey Suriye’nin Efrin kantonuna saldırmasının sebebi budur. ABD, Rusya ve AB gibi dış güçlerin saldırıların önüne geçmemesinin nedeni de budur. Çünkü Efrin’de kadın özgürlük çizgisi temelinde demokratik bir toplum modeli inşa ediliyor. Efrin direnişi, kadının kapitalist modernist yaşama başkaldırışıdır. Efrin şehri ve köyleri, faşizme, kadın düşmanlığına, doğa ve kültürel değerlerin tahribine, halkların birbirine düşman edilmesine karşı direnmektedir. Açık ki Efrin’de çarpışan sadece saldırgan Türk devleti ve devşirdiği İslamcı çeteler ile Efrin’in kadın ve halk savunma güçleri değildir. Özünde bugün Efrin kadar ufak bir coğrafyada iki dünya sistemi, iki ideoloji, iki gelecek projesi devasa çatışıyor. Biri kadın özgürlüğü, demokrasi, ekoloji ve çoğulculuğa dayanırken, diğerinin temelinde kadın düşmanlığı, eril iktidar, tekçilik, baskı ve sömürü var. Biri yaşamın bütün renkleriyle parıldarken, diğeri karanlığı temsil ediyor. O nedenle özellikle de dünya kadınlarının Efrin’i savunması, orada faşizme karşı yükseltilen direnişi sahiplenmesi büyük önem ve anlam taşıyor. Çünkü orada saldırıya uğrayan da, savunulan da evrensel kadın özgürlük değerleridir. Bu vesileyle KJK olarak Efrin’de direnişin öncülüğünü üstlenen özgürlük savaşçılarını ve toprağını işgalcilere karşı kahramanca savunan Efrin halkını selamlıyor ve kutluyoruz. Başaran kesinlikle kadınlar ve halklar olacak. Faşizm kaybedecektir.
Rojava ve Kuzey Suriye’de devam etmekte olan devrim sürecinin hepimize gösterdiği bir hakikat var: Gerçek devrimler kadın devrimi olmak zorunda. Kadın özgürlüğüne dayanmayan devrimsel çıkışların başarma şansı yoktur. 20. yüzyıldaki sosyalist ve devrimci hareketlerin onca bedele, büyük fedakarlığa ve güçlü programlara rağmen istenen sonucu beraberinde getirememesinin temel sebebi, kadın özgürlüğünü merkeze almamış olmalarıdır. Oysa kadın sorunu bir yan çelişki olmayıp bütün sorunların anasıdır. Kadın ilk ezilen, köleleştirilen, sömürülen, tahakküm altına alınan sınıftır. Diğer bütün sömürü biçimleri kadının sömürülmesinden sonra başlamıştır. O nedenle de ancak güçlü bir kurtuluş ideolojisi ve programı çerçevesinde özgün ve özerk örgütlenen kadınlar öznel rol oynadığında egemen sisteme karşı sonuç alıcı bir mücadele yürütmek mümkün olabilir. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak 30 yıllık ideolojik ve pratik mücadele deneyimimiz bize bunu gösteriyor.
Sevgili kadınlar, değerli yoldaşlar;
Son beş yüzyıl kendini kapitalist modernite şeklinde yapılandıran dünya sisteminin çekirdeği Ortadoğu’da, daha doğrusu Mezopotamya’da kök saldığı için mevcut sistem krizi de kendini bu bölgede daha çıplak ve doğrudan göstermektedir. Ancak ataerkil-kapitalist dünya sisteminin yaşadığı kriz küresel niteliğe sahip olduğu gibi, dünya çapında krizin kendini hissettirmediği tek bir karış toprak, dokunmadığı tek bir göl, dağ, nehir, üzerinde tahakküm kurmaya çalışmadığı tek bir toplum yoktur. Fakat krizden en fazla etkilenen, kadınlardır. Bu ise doğrudan kapitalist modernitenin cinsiyetçi karakteri ile bağlantılıdır. Zira sistem yaşadığı krizi kadını hem ideolojik hem de maddi olarak daha fazla sömürerek ve istismar ederek aşmaya çalışıyor. Hatta bu şekilde kendi varoluşunu sağlayıp güvence altına almaya çalışıyor.
Çokça iddia edilenin aksine ulus-devletin temel ideolojilerinden olan liberalizmin kadın özgürlüğü ve eşitliği bakımından herhangi pozitif bir katkısı söz konusu değil. Tersine, cinsiyetçilik en çok liberalizm çağında ideolojik bir öğe olarak geliştirilip kullanıldı. Liberalizmin kadını özgürleştirdiği büyük bir yalandır. Aksine kadının bütün bedeni, kişiliği ve ruhuyla metalaştırılması en tehlikeli kölelik biçimini teşkil ediyor.
Bu bağlamda kapitalist modernite ataerkil sistemin en üst aşamasını teşkil ediyor. Kadın, uygarlık tarihinin hiçbir aşamasında kapitalist modernite çağında olduğu düzeyde bir sömürüye tabi tutulmamıştır. Kadın açısından bin kat daha ağır ve çok yönlülük kazanmış bir sömürgeleştirme söz konusudur. Ulus-devlet toplumundaki cinsiyetçilik bir yandan erkeği azami iktidarlaştırırken kadın şahsında toplumu en dipteki sömürge haline dönüştürmüştür. Bu yönüyle kadın genelde uygarlık tarihinin, özelde kapitalist modernitenin en eski ve en yeni sömürge ulusu konumundadır. Egemen sistem açısından sürdürülemez kriz durumu yaşanmasının temel nedeni de kadın sömürgeleşmesidir.
Çünkü kadın ve kadın kurtuluşu ataerkil kapitalist dünya sisteminin temel karşıt gücünü oluşturuyor. Sistemin kendini üzerinde var ettiği her türlü iktidar, egemenlik, sömürü, talan, kölelik, şiddet ve baskının temelinde kadın üzerinde kurulan tahakküm var. Kadın üzerine yayılmış kölelik ve mülkiyet dalga dalga bütün toplumsal düzeye yayılmıştır. O yüzden bütün sistem karşıtı mücadelelerden daha fazla kadın özgürlük mücadelesi erkek egemen sistemin temelini sarsma gücüne sahiptir. Ve aslında sistemin yaşadığı krizi ortaya çıkaran da bu dinamiktir. Kadınlar olarak sahip olduğumuz bu gücü ve yarattığımız bu etkiyi iyi görmek durumundayız.
Bununla birlikte günümüzde dünya ölçeğinde kadına yönelik saldırıların bu denli artması da doğrudan bu kriz durumu ve ataerkil kapitalist dünya sistemi ile kadın özgürlüğü arasındaki ilişki ile bağlantılıdır. Sömürüye dayalı cinsiyetçi sistem, iktidarını sürdürmek için varlığını en fazla tehdit eden kadına saldırıyor. Hatta sistematik bir saldırı savaşı yürütüyor. Bu saldırı savaşının biçimi yer yer farklılık gösterse de özünde evrensel bir olgu ile karşı karşıyayız. Asya’daki toplu tecavüzlerle ABD’deki cinsel şiddet arasındaki bağı görmeliyiz. Latin Amerika’da kırım boyutuna ulaşan kadın cinayetleri ile Afrika ve Ortadoğu’da din maskeli çetelerin kadın ve kız çocuklarını kaçırıp köleleştirmesini bütünlüklü ele almalıyız. Faşist-kadın düşmanı rejimlerin yükselişi ile mücadeleyle kazanılan kadın hak gasplarını birlikte değerlendirmeliyiz. Ve şunu çok iyi görmeliyiz ki ataerkil sistemin dünya ölçeğinde yürüttüğü bu savaş yükselen kadın özgürlük arayışı ve mücadelesini boğmayı amaçlıyor.
Çünkü erkek egemenlikli sistem belki de uygarlık tarihinin hiçbir aşamasında bu kadar zorlanmamıştı. Temeli hiç bu kadar sarsılmamıştı. Ve kadınlar açısından özgürlüğünü sağlama şartları hiç bu kadar olgunlaşmamıştı. Tarihin ikinci büyük kadın devrimini gerçekleştirme olanakları bu kadar büyümemişti. Bu yüzden tarihsel bir süreçten geçmekteyiz. Büyük fırsatlar söz konusu ama tehlike de büyüktür.
Öyleyse tehlikeleri göğüsleyip kadın özgürlüğünü – ve bunun üzerinden bütün toplumun özgürlüğünü – sağlama olanaklarını sonuç alıcı bir şekilde değerlendirmek için ne yapmalıyız? Kendimizi sistemin artan saldırılarına karşı nasıl savunmalıyız? Ki savunma sadece pasif ele alınmamalı; aktif öz savunma gerek. En büyük ve etkili öz savunma ise, özgür yaşamı inşa etmek, eril sistemin yaşam alanlarını daraltmaktır. O bize değil, biz sisteme yaşamı dar etmeliyiz. Ama bunun için mücadelemizi daha üst bir seviyeye ulaştırmamız şarttır. Küresel çaptaki kadın özgürlük mücadelesi hem teorik hem pratik açıdan güçlü bir zemini yaratmıştır. Fakat şimdi hamle zamanıdır.
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak 30 yılı aşkın bir süredir kadın kurtuluş ideolojisini derinleştirmek, kadının öz savunma gücü ve bilincini açığa çıkartmak, politik alanda kadının eşit ve özgür temsiliyetini sağlamak, yaşamın bütün alanlarında cinsiyetçiliği aşmak ve bunun üzerinden kadın kurtuluşuna ivme kazandırmak için büyük bir mücadele vermekteyiz. Bu yolda ulaştığımız sonuçları dünya kadınlarıyla paylaşmaya her zaman büyük önem ve anlam biçtik. Ve şimdi de büyük bir heyecan, coşku ve iddia düzeyi ile 21. yüzyılı kadın özgürlük çağına dönüştürmek, ikinci büyük kadın devrimini gerçekleştirmek için evrensel kadın özgürlük hareketi içindeki misyonumuzu yerine getirmeyi hedefliyoruz.
Sevgili kadınlar;
Tarihin bu şafak vaktinde evrensel düzeyde örgütlenip küresel ölçekte cinsiyetçi, ataerkil, kapitalist dünya sistemine karşı kadının özgür ve eşit sistemini inşa etmemiz elzemdir. Egemen sistemin temel bir taktiği parçalamaktır. Bizim gücümüz ise birlikten doğar. Aramızdaki farklılıkları reddetmeden, kendi özgünlüklerimizi ve renklerimizi koruyarak, mozaik değil fakat ebruli bir küresel kadın özgürlük mücadelesinin başaramayacağı bir şey yoktur. Bunun için demokratik kadın ittifakları geliştirmeliyiz. 21. yüzyıl koşul, özellik ve ihtiyaçlarına uygun mücadele yol, yöntem ve perspektifler geliştirmeliyiz. Esasen hep birlikte 21. yüzyıl kadın kurtuluş programını oluşturmalıyız.
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak, devrimimizin bir kadın devrimi biçiminde gelişim göstermesini esasen 19 yıl önce, bir erkek-devlet çete örgütlemesi olan NATO’nun komplosu sonucu kaçırılıp tarihte eşi benzeri görülmemiş tecrit koşullar altında Türkiye’de esir tutulan Önderimiz Abdullah Öcalan’a borçluyuz. Önder Apo’nun hem sistem çözümlemeleri, hem kurtuluş perspektifleri, hem kendi kişiliğinde sağladığı dönüşüm hem de kadın özgürlük hareketinin geliştirilmesindeki sınırsız emekleri bugün dünyanın dört bir yanına ilham veren dinamiğin arkasındaki güçtür. 19 yıldan beri bir adada esir tutulması ve yaklaşık 3 yıldan beri dış dünyayla temasının tümüyle kesilmesi bir yanıyla bununla bağlantılıdır. Fakat düşünceler tecrit edilemez, özgür ruhlar esir alınamaz. Önder Apo’nun ağır tecrit koşullarında geliştirdiği perspektifler arasında aşağıdaki alıntı evrensel kadın özgürlük mücadelesi açısından yol göstericidir:
“Şüphesiz kadının statüsünün açıklığa kavuşması meselenin bir boyutudur. Daha önemli boyut kurtuluş sorunuyla ilgilidir. Diğer deyişle sorunun çözümü daha büyük önem taşımaktadır. Toplumun genel özgürlük düzeyinin kadının özgürlük düzeyiyle orantılı olduğu çokça söylenir. Doğru olan bu deyimin içinin nasıl doldurulacağı önemlidir. Kadının özgürlüğü, eşitliği sadece toplumsal özgürlük ve eşitliği belirlemiyor. Bunun için gerekli teori, program, örgüt ve eylem düzenekleri gerektiriyor. Daha da önemlisi, kadınsız demokratik siyasetin olamayacağını, hatta sınıf politikacılığının bile eksik kalacağını, barışın ve çevrenin geliştirilip korunamayacağını da gösteriyor.”
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak 2018 yılının 8 Mart’ı vesilesiyle dünya kadınlarına çağrıda bulunuyoruz; gelin hep birlikte kadın özgürlüğü için gerekli teori, program, örgüt ve eylem düzenekleri geliştirelim. Bir tek örgütlü bir mücadelenin sonuç alıcı olabileceği bilinciyle yaşamın her alanında örgütlülüğümüzü büyütelim. Sahip olduğumuz bilinç düzeyi ve analiz gücünü, mücadele deneyim ve perspektiflerini ortaklaştırıp demokratik ittifaklarımızı kuralım. Birbirimizden kopuk değil, birlikte mücadele edelim. Ve böylece 21. yüzyılı kadın özgürlük çağına dönüştürelim! Çünkü tam zamanıdır! Kadın devriminin zamanıdır!’’