KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bayık, geri dönüşü olmayan bir mecraya giren Türk devletinin, Kürt soykırımını yeni bir konseptle sürdürmesine fırsat vermeyeceklerini söyledi.
HABER MERKEZI – Kürt soykırımına dayalı bir 20. yüzyıl sistemi kurulmasına müsaade etmeyen Kürtlerin demokratik zihniyeti ve siyasal anlayışının, 21. yüzyılın yükselen değeri olacağını belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Kadın özgürlükçü, ekolojik demokratik toplum paradigması, demokratik ulus anlayışı, demokratik topluma dayalı demokrasi, devleti sınırlayan demokratik konfederal anlayışları tabii ki Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde belirleyici olacak. Hiçbir zor, baskı bunu engelleyemez” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Türk devletinin Kürt düşmanlığının tarihsel temeli, gerekçesi, beslendiği zihniyet nedir, neden varlığını Kürtlerin yok edilmesini üzerine kurguluyor?
Türk devletinin Kürt politikaları kapsamlıdır, derindir. Tarihsel temelleri vardır. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan, Türkler birçok alanı kaybettikten sonra büyük bir kaygıya kapıldılar. Hızla toprak erimesi sonucu bulundukları topraklardan da koparılabilecekleri kaygısıydı. Türkler, Orta Asya’dan göç ettikten sonra birçok alana gitmiş, devlet kurmuş, etnik olarak yoğunlaşmış ama uzun süre kalamamışlar. Kürtler, Araplar ve Farslar gibi binlerce yıla dayanan bir toprak ve vatan kavramı ile bunun kültürel ve toplumsal kökleşmesi gerçekleşmemiş. Osmanlı İmparatorluğunda toprak kaybı olunca, yine vatansız kalma kaygısı gelişti.
İmparatorluğun son yıllarında Osmanlı siyasal elitinde, aydınlarında, belirli asker-sivil bürokratik kesiminde ulus devlet kurma temelinde bir milliyetçilik gelişti. İlk önce Osmanlıcılıkla imparatorluğu korumak istediler, bu tutmayınca İslamcılığa sarıldılar, bu da çok etkili olmayınca esas olarak milliyetçi eğilimler ağır bastı. İslam da bu milliyetçi eğilimlerin bir çimentosu, parçası olarak kullanılmaya çalışıldı.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiyle birlikte Osmanlı’da yaşanan dağılma, mevcut toprakları koruma refleksi ve telaşı ortaya çıkardı. Bu süreçte Kürtlerle birlikte mevcudu koruma savaşı verildi; savaş süresince zayıf ve güçsüz olunduğu için Kürtlerle ittifak yapıldı. Kürtlere söz verildi, ancak daha sonra imparatorluk ve büyük devlet olma zihniyeti, milliyetçilik ve ulus devletle birleşince Kürdistan’ı da Türk uluslaşmasının yayılma alanı olarak gören bir ulusal ve siyasal anlayış stratejisi benimsendi.
Bu strateji neyi öngörüyordu?
Cumhuriyet’ten bu yana bir yandan Kürt halkını yok ederek ve Türkleştirerek, diğer yandan Kürdistan’ı Kürtsüzleştirerek ve başka etnik toplulukları yerleştirip Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getiren bir politika izlendi. Bu politika çerçevesinde Türk devleti, Kürtlere karşı bir özel savaş devleti olarak şekillendi. Eğitim politikasını, sosyal politikasını, ekonomi politikasını, diplomasisini, sanatını, kültürünü, basınını, her şeyini buna göre düzenledi. Elde tuttukları topraklarda Türkleştirmeye yöneldiler.
Ermeni Soykırımı da bunun gereği miydi?
Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilerin soykırıma uğratılması da bu amaçlıydı. İlk hedef Ermenilerdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve 1920’lerde önemli oranda tehcir edilerek, soykırıma uğratılarak, katledilerek amaçlarını gerçekleştirdiler. Ermeniler bu toprakların temel halklarından, asli unsurlarındandı. Ermenilerin bu topraklarda etkili bir varlıkları bulunmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı koşulları fırsat bilinerek soykırıma uğratıldılar. Ermeniler tarihte toplu soykırıma uğrayan ilk halktı.
Sonra sıra Kürtlere geldi…
Cumhuriyet’ten sonra bu defa Kürtlerin soykırıma uğratılma politikası yürütüldü.
Farkı neydi?
Kürtler hem Müslüman hem daha yoğun bir nüfusa sahipti. Yeni gerçekleşen Ermeni Soykırımı’nın töhmeti altında bulunduklarından Kürtler üzerindeki soykırım politikası esas olarak yaşamın her anına yedirilen, süreklileşen bir Türkleştirmeye yönelik özel ve psikolojik savaşla yürütüldü. Tabii ki zaman zaman katliamlarla birlikte, çünkü böyle kapsamlı bir soykırım politikasını baskı, şiddet ve katliamla güçlendirmeden Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek mümkün değildi. Yine Kürt topraklarına başka kesimleri yerleştirmek de bu politikanın parçası. Zaten yayınlanmış birçok raporda Türk devletinin nasıl bir soykırım politikası izlediği görülür. Dersim raporlarında, kapsamlı bir soykırım belgesi olan Şark Islahat Planı’nda ve çeşitli müfettiş raporlarında bu politika detaylandırılıp plan ve programa kavuşturuldu. Bu yönüyle Türk devletinin çok kapsamlı bir soykırım politikası yürüttüğü açık. Eğitimden siyasete, askeriden sosyal politikalara kadar, bu zihniyetin karakteri açıktır; tümü Kürt’ün ortadan kaldırılmasına dönüktür.
Erdoğan liderliğindeki devlet, bu tarihsel arka plana mı sadık?
Siyasal İslam geleneğinden gelen Erdoğan tamamen devletle bütünleşmediği ilk dönemlerde bu konularda bazı farklı söylemlerde bulunmuş olsa da iktidarını pekiştirip, Türkiye’de iktidarda kalmanın kanununun Kürtler üzerinde egemenlik kurma kapasitesi olduğunu görünce tamamen klasik Cumhuriyet politikasına, Kürtleri soykırıma uğratma politikasına yöneldi. Devletin bugünkü hükümeti olan AKP iktidarı böyle bir yaklaşım içindedir. Bugünkü iktidarın yürüttüğü Kürt düşmanlığı politikasının böyle bir tarihsel geçmişi vardır.
Bu soykırım politikası aynen uygulanıyor mu?
Vazgeçilmedi, Türk devleti hala Kürtleri tamamen soykırıma uğratmak istiyor ama güncellenerek sürdürülüyor. Çünkü dünya koşulları, bölge koşulları değişiyor. Bu nedenle soykırım politikasında belirli rötuşlar yapılıyor. Öz ve esas olarak Kürtleri yok etme politikası, Türk devletinin temel politikasıdır, temel anayasasıdır, temel kanunudur, temel stratejisidir. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir.
Erdoğan ve temsil ettiği anlayışın katkısı ne oldu?
Erdoğan’ın, AKP’nin, siyasal İslam’ın devleti ele geçirme ve kendisini iktidar yapma boyutu eklenince Kürt düşmanlığı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir dönemde olmadığı kadar azgın, saldırgan, açık bir yok etme zihniyeti, söylemi ve politikasına dönüştü. Bir taraftan ideolojik ve siyasi olarak temel politika buyken, diğer taraftan iktidarı elde tutmanın, iktidarda kalmanın bir aracı olarak Kürt düşmanlığı yapılıyor.
İlk dönemlerde farklı söylemleri vardı…
İlk dönemlerde demokrasi güçlerini ve Kürtleri oyalama politikası izledi. AKP iktidarı, oyalama politikası izlenemez hale gelince farklı bir politik yaklaşım içine girdi, çünkü oyalama politikasının bir sınırı, limiti var. Bu sınır, limit ortadan kalktığında ya Kürt sorununu çözecek, demokratikleşmede adım atacaktı ya da Kürtler üzerindeki soykırım politikasını şiddet ve savaşla sürdürecekti. İşte bu oyalama süreci bitince tüm Kürt düşmanlarını da yanına alarak soykırım politikasını açık sürdürerek iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor.
Ne zamandan beri böyledir?
Son üç yıllık süreç böyledir. 2014 yazında ‘Çöktürme Planı’nın hazırlanması, 30 Ekim 2014’te savaş kararının alınması sonrası Önder Apo’nun bu yönlü politikaların önüne geçmek için çabaları oldu, Dolmabahçe Mutabakatı sağlandı. Erdoğan buna müdahale ederek esas politikayı, yani Kürtler üzerinde soykırım politikasını alenen devreye koydu.
Erdoğan da ‘Türkiye’nin beka sorunu var’ diyor, bu kaygı gerçekçi değil mi?
Türkiye’nin bir beka sorunu yok; çünkü Türkiye Kürtlerle, Kürtlerin özgürlüğü temelinde çok güçlü bir devlet, toplum, ekonomik, siyasi yapılanmaya kavuşabilir. Kürtlerle kardeşlik içinde yeni bir Türkiye oluşturulabilir. Zaten Önder Apo’nun bu yönlü önerisi var. Kürtlerin çözüm projesi bu çerçevededir. Türkiye sınırlarında siyasi birlik içinde yaşanmak isteniyor. Kürtler, “Cumhuriyet’te böyle bir politika izlediniz, yanlıştı, zaten sonuç alamadınız, gelinen aşamada bu politikada ısrar etmek Türkiye toplumunun da faydasına değildir; bu politikadan vazgeçilmeli, Kürtlerle kardeşlik içinde yeni bir birlik sözleşmesi imzalanmalı” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım ortaya koydu. İşte klasik Kürt inkarcısı politika, böyle bir Türkiye’yi kendi gerçekliğinin ortadan kalkması ve beka sorunu olarak görüyor.
Neden?
Çünkü Kürtlerle demokratik birlik politikası, o zihniyetin yok olması anlamına geliyor. Bu nedenle Kürtlerin mücadelesinin yükselişini bir beka sorunu olarak görüyorlar. Türkiye’nin beka sorunu derken iki şeyden söz ediyorlar.
Nedir bu söz ettikleri iki şey?
* Birincisi; Kürt soykırımına, Kürtleri yok etme stratejisine dayalı politikanın ve bu politika sahiplerinin beka sorunundan.
* İkincisi ise AKP ve MHP’nin beka sorunundan.
İkincisini biraz daha açabilir misiniz?
AKP ve MHP gelinen aşamada zihniyet, siyaset, anlayış olarak ancak ve ancak Kürt düşmanlığına, Kürt soykırımına dayanarak ayakta kalabilir. Bu bakımdan da beka sorunu vardır, diyorlar. Beka sorunu derken de esas olarak AKP iktidarının beka sorununu ifade etmiş oluyorlar. Devlet Bahçeli’nin, MHP’nin de beka sorunu vardır. Çünkü Türkiye demokratikleştiği, Kürt sorununun çözümüne dayalı bir Türkiye ortaya çıktığı takdirde AKP gibi, MHP gibi bir iktidarın, siyasi bir gücün ayakta kalması mümkün değildir. Kendi beka sorunlarını, sanki bütün Türkiye halklarının, bütün Türkiye’nin beka sorunuymuş gibi topluma sunmaya çalışıyorlar. AKP iktidarı, Türkiye halkının, Türkiye toplumunun sanki beka sorunu varmış gibi bir algı yaratarak kendini korumaya çalışıyor. Kendi iktidarlarını ayakta tutma mücadelesi yürütüyor.
Kürtlerin uyanışı, örgütlenmesi ve öngördüğü çözümler Kürt soykırımına dayalı Türk devlet stratejisine, AKP-MHP iktidarı politikalarına terstir. Kürtleri yok etmek istiyorlar, bunun için demokratikleşmeye de şiddetle karşıdırlar. Demokratikleşmeye de Kürt düşmanı oldukları ve Kürtleri yok etmek istedikleri için karşıdırlar. Görülmedik bir demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Kürt düşmanlığıyla demokrasi düşmanlığı arasındaki diyalektik bağın böyle görülmesi gerekiyor.
AKP-MHP iktidarı bu durumu daha da sürdürecek mi?
Sürdürecektir. Onlar geri dönüşü olmayan böyle bir mecraya girdi. AKP iktidarı kendi siyasal zemininde yeni bir Türkiye yapılandırmak istiyor. Kürt soykırımına, Kürdistan’ı Türk uluslaştırılmasının yayılma alanı haline getirmeye dayalı politikayı yeni bir konseptle sürdürmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu saldırılar sürecektir, sürdürülecektir.
Yukarıda Ermeni Soykırımı ile karşılaştırdınız ve Birinci Dünya Savaşı dönemiydi; siz şu anada Ortadoğu’da Üçüncü Dünya Savaşı’ndan ve Kürt soykırımından söz ediyorsunuz. Ne dene böyle dönemler?
Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni Soykırımı gerçekleştirildi, çünkü savaş ortamında bazı şeyleri daha kolay yapma imkanı var. Savaş olmayan dönemde yapılmayan bazı şeyler, savaş ortamında daha kolay yapılır. Özellikle toplulukları ezme, katliama uğratma, yok etme, soykırıma uğratma gibi! AKP-MHP faşizmi, Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında bu defa da Kürtleri soykırıma uğratmak istiyor. Kürtler üzerinde uygulanan soykırımı tamamlama gayretinde.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürdistan dört parçaya bölündü ve her parçada Kürt soykırımını hedefleyen politikalar izlendi. 20. yüzyıl politikası gerçekten Kürtlerin soykırımı üzerine dayalı bir siyasal sistemi ifade ediyordu.
Bu sadece bir Türkiye politikası mıydı?
Hayır, sadece bir Türkiye politikası değildi. Uluslararası güçlerin de dahil olduğu Kürt soykırımına dayalı bir Ortadoğu düzeni kuruldu. Bu politika, soğuk savaş döneminde de keskin bir biçimde sürdü. Soğuk savaş döneminde daha da katı hale geldi. Bırakalım sınırların değişmesini, devlet sınırları içindeki siyasi sistemin değiştirilmesine bile tahammül yoktu.
Şu anda?
Şu anda da Üçüncü Dünya Savaşı sürüyor. Ortadoğu’da eski dengeler değişiyor, yeni dengelere dayalı statükolar oluşacak. İşte Türk devletinin bütün amacı, 20. yüzyılda dağılan statükonun Kürtler lehine değişmesini engellemektir.
Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı sonucu yeni dengelere dayalı statükolar oluşacak. Türk devleti yeni dengelerin de statükoların da tamamen Kürt soykırımını esas alan bir sistem biçiminde oluşmasını istiyor. Bu açıdan soykırımcı saldırgan politikası önümüzdeki dönemde de sürdürülecek.
O halde Türk devletinin Efrîn’e uzanan işgali, bu politikanın gereği yeni bir konsept mi?
Kuşkusuz yeni bir konsepttir. Yeni bir konsept olması da şöyle; Üçüncü Dünya Savaşı sürüyor, Ortadoğu’da dengeler dağılmış, Türk devleti bu yeni dengelerin oluşması sürecinde var olan çelişkilerden, kendi imkanlarından yararlanarak çeşitli güçlerle ittifak yapıp Kürtlerin örgütlülüğünü, siyasi ve askeri güçlerini tasfiye etmek ve ezmek istiyor. Bir yönüyle 2014’te başlayan ‘Çöktürme Planı’nın, 30 Ekim 2014’te Milli Güvenlik Kurulu kararlarının ve 2015-2016’da Kürt şehirlerine ve kasabalarına yönelik saldırıların, yani içerde yürütülen şiddetle ezme politikasının dışa taşırılması söz konusudur. Zaten bu politikayı kabul etmişlerdi, yürütüyorlardı. Şimdi Efrîn işgaliyle bu açık biçimde dışa taşırıldı. Bu, Türk devletinin politikasıdır.
Efrîn işgaliyle bu süreç bitti mi?
Bitmedi, devam ediyor. Onlar için de Kürtler için de devam ediyor. Kürtler, Efrîn’de direnip Türk devletinin işgaline son verecek. Türk devletinin bu politikası sadece Kürt halkı ve Türkiye içindeki demokrasi güçleri açısından değil, Türkiye dışındaki Kürtler ve demokrasi güçleri açısından da şiddetli bir savaş ve mücadele dönemidir. Bunu böyle görmek lazım. Çünkü o her yerde Kürtleri ortadan kaldırmak istiyor. Gelinen aşamada Kürtler güç kazandı. Herhangi bir yerel isyan yok ya da sadece Bakurê Kurdistan’daki Kürtlerin güçlenmesi yok. Bütün bölgede Kürtlerin güçlenmesi var. Bütün Kürtlerin bu güçlenmesi birbirinin gücünü olumlu etkiliyor, besliyor. Türk devleti de bu nedenle sadece bir parçada değil, bütünlüklü Kürt düşmanlığını yürütmek istiyor. Bu nedenle savaş dışarıya taşırıldı. Yeni konsept savaşın bütün bölgeye taşırılmasıdır.
Savaşın tüm bölgeye taşırılması ne anlama geliyor?
Şu anlama geliyor; Kürt soykırımını nasıl ki Birinci Dünya Savaşı’nda belli uluslararası ilişkiler çerçevesinde yürüttülerse, bazı uluslararası güçlere dayandırdılarsa, şimdi de yeni dengeler kurulurken bu Kürt soykırımını, bu saldırılarını bölgesel ve uluslararası güçlere dayandırarak tamamlamak istiyor. Bu politika doğrultusunda Türkiye’nin bütün imkanları da pazarlanıyor. Aslında Türkiye, Kürt soykırımı amacıyla bir kumar masasına sürüldü. Özellikle de AKP iktidarı kendini ayakta tutmak için bütün Türkiye’yi kumar masasına sürdü. Geleneksel Kürt düşmanlığı var, politikalar esas olarak buradan kaynaklanıyor ya da ona dayanıyor. Öte yandan Kürt düşmanlığı kullanılarak iktidarını ayakta tutmayı esas alıyor. Bu politika uygulanırken bu boyutu küçümsememek gerekiyor. Hatta bu boyut öne çıkıyor. AKP iktidarı, Türkiye’deki çeşitli şoven kesimleri yanına almak için Kürt düşmanlığını kullanıyor.
Herkesi bu politika etrafından uzun süre tutabilir mi?
Uzun süre tutamaz. Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve dünya değişti. Günümüz dünyasında herkesi kendi düşündüğü gibi bir Kürt soykırım politikasına dayandırması kolay değil. Örneğin Efrîn işgalini Rusya desteğiyle sürdürdü. Hala da Suriye’deki politikalarını Rusya’ya dayandırarak sürdürmek istiyor. Bugüne kadar Suriye’yi yakıp yıkan, hala Suriye’deki istikrarsızlığın temel kaynağı olan Türkiye, şu anda Suriye politikasını Rusya’ya dayandırarak yürütüyor. Kürt soykırımını en yoğunlaştırdığı dönemde desteğini Rusya’dan alıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni Soykırımı’nda Almanlar nasıl bir rol üstlenmişse şimdi de Kürt soykırımında Rusya böyle bir konuma düşmüş durumda.
Kürtler, Birinci Dünya Savaşı dönemindeki gibi mi?
Kürtler, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Kürtler değildir. Bölgede de gelişmeler var; halkların demokrasi isteği var. Demokrasi isteği ile Kürt düşmanlığı yan yana sürdürülemez. Halkların demokrasi isteğiyle de Türk devletinin politikaları ciddi çelişki içindedir. Rusya bile bir taraftan Türk devletinin Kürt soykırımına destek verirken diğer taraftan da “Suriye’de siyasi çözüm Kürtsüz olamaz” diye açıklamalar yapıyor.
Bunu neden ifade etmeyi gereği duyuyorsunuz?
Şunun için ifade ediyoruz; Türk devleti, Kürt’ü soykırıma uğratmak istiyor, bu politikayı izliyor ama herkesi kendi düşündüğü düzeyde bir Kürt düşmanlığına getirmesi kolay değil. Bu bakımdan yürüttüğü politikalarda zorlanacak, istediği gibi yürütemeyecek. Buna bir de Kürtlerin büyük direnişi eklenince böyle yeni bir konsept olsa da, bu konseptin öyle kolay yürütülmesi söz konusu olmayacak. Biz öyle kolay yürümesine fırsat vermeyeceğiz. Kürtler fırsat vermeyecektir.
Rusya, neden Türkiye ile böyle bir ilişki, işbirliği geliştirdi?
İlginçtir… Rusya uçağı düşürüldü, elçisi vuruldu, saldırıya uğradı; hatta ABD ve Batı, Rusya’ya karşı kışkırtmaya çalışıldı. Ancak gelinen aşama trajiktir. Rusya, Suriye’deki etkinliğini Türkiye’yi destekler yönde kullanmaya çalıştı. Rusya’nın Suriye’deki etkinliğinden en fazla yararlanan Türkiye’dir. Cerablus, Bab ve Efrîn’in işgali, Rusya’nın onayıyla gerçekleşti. Bu açıktır. Burada kirli bir pazarlık var. Beslediği çeteleri tasfiye etmek için Türkiye’ye bu yollar, imkanlar açıldı. Suriye’yi yakıp yıkan, çeteleri destekleyen, iç savaşın bu noktaya gelmesine neden olan Türkiye, Rusya tarafından, hatta rejim tarafından ödüllendirdi. Çetelerin belirli yerlerden çekilmesi karşılığında Türkiye’nin Kürt politikasına destek verildi. Böylece Türkiye’nin çetelere verdiği destek sonuç almış oldu. Çetelere destek olan Türkiye’nin Cerablus ve Efrîn’i işgal etmesine izin verildi.
Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından olan İlknur Çevik “Rusya izin vermeseydi biz Efrîn’i işgal edemezdik” dedi…
Bu kesindir. Rusya hava sahasını açmasaydı Türkiye karadan Efrîn’e giremezdi. Karadan Efrîn’e girdiği an orası Türkiye için bataklık haline gelirdi. Büyük bir bozgun yaşayacaktı. Rusya, hava sahasını açarak Kürt şehirlerinin yakılmasının, yıkılmasının; sivillerin öldürülmesinin önünü açarak Efrîn işgalinin en büyük destekçisi oldu. Bu yönlü hava saldırıları sivillerin ölümüyle beraber yürütülür. Başka türlü yürütülmesi mümkün değildir.
Gerçekten Rusya çok kötü rol oynuyor. Türk devletinin Kürt soykırımının destekçisidir. Bu politikasını hala sürdürüyor. Güya ABD ve Avrupa’yla Türkiye’nin arasını açacak! Rusya taktik gereği çok çıkarcı, bencil ve uzun vadeli olmayan, pragmatik bir politika izliyor. Hiçbir ilkesi, değeri, ölçüsü olmayan politikadır.
Rusya’nın rolü açıktır hem Türkiye’den taviz kopardı hem de Türkiye’den çıkar elde ediyor, Türkiye’ye bazı şeyler satacak. Akkuyu Nükleer Santrali’ni yapacak, S-400 satacak, siyasi olarak bazı konularda Türkiye’yi kendisine yedekliyor. Suriye’deki çetelerin Türkiye eliyle tasfiye edilmesi politikası yürütüyor. Rusya’nın Suriye’deki pozisyonu budur; Kürt düşmanlığıdır. Kendilerine göre Türk sopasıyla Kürtleri terbiye edecekler. Bu kadar çirkincedir.
ABD de başından beri Fırat’ın batısındaki Kürtleri feda eden bir politika yürüttü. Efrîn alanındaki gelişmelerde hep seyirci kaldı. Efrîn’de Ruslar, Fırat’ın doğusunda ABD vardı. Böyle bir paylaşım görüldü. Nitekim ABD Efrîn işgaline açık karşı çıkmadı. Hatta tutumuyla teşvik etti. Böylelikle ABD de Fırat’ın doğusundaki Kürtler daha fazla kendisine muhtaç olsun, bağlansın gibi bir yaklaşım izledi. Bunun da nasıl bir politika olduğu açıktır.
ABD de Efrîn işgaline sessiz kaldı, halbuki Efrîn’i savunan güçle birlikte DAİŞ’e karşı savaştı. ABD niye göz yumdu?
Rusya, Türkiye’yi kullanmak; ABD, Türkiye’yi teskin etmek istiyor. Türkiye de bundan yararlanıp Kürt düşmanlığını sürdürüyor.
Rojava devrimcileri DAİŞ’e karşı mücadelede en aktif rolü oynadı. Efrînliler de DAİŞ’’i kendi topraklarına yanaştırmadı. DAİŞ ve El Nusra’nın tüm saldırılarını püskürttü. DAİŞ’i ve El Nusra’yı Türk devleti destekliyordu. Aslında Efrîn’in işgaline göz yumarak DAİŞ’i destekleyen Türkiye bir de bu yönüyle ödüllendirildi. DAİŞ’le mücadele eden Kürtleri ise cezalandırdılar.
Güya DAİŞ’e karşı mücadelede ittifak Fırat’ın doğusunda da YPG güçleridir, Kürtlerdir, Süryanilerdir, Araplardır. Hem Rusya hem de ABD açıkça Kürt soykırımına göz yumuyorlar.
Kürtler bunu görmüyor mu, buna karşılık ne yapıyor?
Kürtler, bunu görüyor ve buna göre de kendi örgütlülüklerini, savunma güçlerini geliştiriyor. Önder Apo ve Özgürlük Hareketi, başından beri Kürtler açısından öz güce dayanarak mücadelenin zorunlu olduğunu ortaya koydu. Kürt Özgürlük Hareketi şu ya da bu devlete dayanarak değil, halka dayanarak mücadele eder.
Kuşkusuz Kürtler de diplomasi yapabilir, çeşitli güçlerle ilişki kurabilir ama esas olarak kendi öz siyasi ve askeri güçlerini, birliklerini esas almaları gerekir. Yine bölgenin demokrasi güçleriyle ortak hareket etmeleri önemlidir. Çünkü bölgede Kürt sorunuyla demokratikleşme sorunu iç içe geçti. Kürt sorunu çözülmediği için demokratikleşme gelişmiyor. Demokratik gelişme olursa da Kürt sorunu çözülür. Zaten Kürtler hak elde eder diye demokratikleşmeye karşı bir direnç var. Bu açıdan demokrasi güçleri de demokratikleşmeyi geliştirmek açısından en büyük demokrasi gücü olan Kürtlerle ittifak yapmak zorundadır. Kürtler de demokrasi güçleriyle ittifak yapmak zorunda. Bu yönüyle Kürtler esas olarak kendi örgütlülükleriyle ve ittifaklarıyla mücadelelerini yürüteceklerdir. Öte yandan bölgesel ya da uluslararası çeşitli güçler dönemsel olarak Kürtlerle ittifak içine girdiğinde Kürtler de bundan kendi özgür ve demokratik yaşamları için yararlanacak.
Türkiye’nin saldırıları nereye kadar varabilir, sınırı yok mu?
Türkiye, siyasal ve bölgesel durumun el verdiği ölçüde bu saldırılarını sürdürecek. Yayılmacı, sömürgeci politikalarında bir sınır yok. Kürt düşmanıdır, Kürtleri tümden yok edene kadar, Kürtlerin her yerdeki kazanımlarını ezene kadar bu politika sürecek. Defalarca söylemedi mi, ‘Kuzey Irak’ta yaptığımız hatayı kuzey Suriye’de yapmayacağız!’ diye.
“Kuzey Irak’ta hatayı” niye yaptılar?
PKK’nin varlığından yaptılar. PKK’ye karşı Başûrlu Kürtleri kullanmak ya da Kürtler arasında parçalanma yaratmak, karşı karşıya getirmek için gönülsüz de olsa göz yumdular, kabul etmek zorunda kaldılar. Eğer bu ‘hata’yı yapmalarına neden olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirirlerse bu ‘hata’yı yaratan etken ortadan kalktığından ‘Kuzey Irak’taki hataları’nı da düzeltecekler. Mantık budur, yaklaşım budur. Kaldı ki bağımsızlık referandumu ve Kerkük krizi sırasında Türk devletinin nasıl tutum ortaya koyduğu açıktır. Hiç kimse bu süreçteki tutumları unutamaz, unutturamaz. Şimdi sanki Türkiye ve Erdoğan’ın bu krizler dönemindeki tutumları olmamış gibi Kürtlerin düşünmesi, değerlendirme yapması, siyaset yapması, siyasal ilişkilerini ve mücadelelerini bunu düşünmeden düzenlemesi mümkün müdür? Bunu düşünmemek aptallık olur.
Türkiye yayılmacı politikasını Kürt politikasından dolayı sürdürecek, ama bir de Osmanlı zihniyeti var. Evet, Türkiye hala o imparatorluk kültürünü, alışkanlığını bırakmamış. Hala Osmanlı olmak istiyor. Osmanlının eski ayak izleri üzerinden hakimiyet kurmak istiyor. Bu da açıktır.
Bunu da Araplar görmüyor mu?
Araplar görüyor. Araplar şimdi yavaş yavaş şunu görüyor; Türkiye’nin Kürt düşmanlığı sadece Kürt düşmanlığı değil, bütün Arap dünyasına, Ortadoğu’ya düşmanlıktır. Kürt düşmanlığı üzerinden -bazı güçlerin de Kürt düşmanlığı ve Kürt kaygısından yararlanarak- Ortadoğu’da etkili olmak istiyor. Bunu Mısır açıkça görüyor. Mısır, Türkiye’nin Kürtleri hep hedef göstererek Kürtler üzerinden, Kürt düşmanlığı üzerinden Suriye’de, Irak’ta, Ortadoğu’da etkili olmak istediğini görüyor.
Türk devletinin böyle yayılmacı bir karakteri var. Bunlar sürdürülecek. Mevcut iktidar bloku ve anlayışı, Kürtleri yok etmeye dayanıyor. Onun için mevcut anlayış değişmediği müddetçe bu saldırılar sürecek.
Bu zihniyet nasıl değişir, AKP’ye çağrıların faydası olur mu?
Mücadeleyle; demokrasi güçleri ve Kürtlerin mücadelesiyle değişir. Mevcut iktidardan ve bu zihniyetteki siyasi anlayışlardan hiçbir şey beklenemez. AKP’ye çağrılarla hiçbir şey elde edilemez. Zaten 2002, 2003, 2004, 2005 süreçlerindeki AKP değildir. O zaman yeni iktidara gelmişti, demokrasi güçlerini karşısına alacak durumda değildi. Kürtleri karşısına alacak durumda değildi. Bugünkü gibi Kürt düşmanlarıyla da ortaklaşacak durumda değildi. Çünkü devlet içine giriyordu, devletin önceki sahipleri AKP’ye o fırsatı vermezlerdi. AKP onları etkisizleştirmek için demokrasi güçlerini kullandı, Kürtleri biraz kullanmaya çalıştı. ABD, Batı’nın desteği, demokrasi güçlerinin ve Kürtlerin kısmi desteğiyle diğer güçleri zayıflatınca bu defa onları kullanmaya, onlarla ittifak temelinde politikalarını yürütmeye başladı. Böyle bir iktidara karşı sadece ve sadece mücadele edilir. Kürtler ve demokrasi güçleri, AKP-MHP faşizmine karşı demokrasi mücadelesini yükseltmeden, sadece buna kilitlenmeden hiçbir sonuç elde edemezler. Başka türlü kurulacak her cümle, her değerlendirme yanlıştır. Mevcut soykırımcı sömürgeciliğin güçlenmesine zemin sunmaktır, fırsat vermektir. Bu bakımdan bu iktidara, bu zihniyete karşı sadece ve sadece mücadele edilecektir. Mücadele dışında başka bir alternatif düşünülmeyecektir. Başka bir politika, başka bir yaklaşım düşünüldüğünde yanlış yapılır, kaybedilir.
Tekrar olacak ama yine şunu sormak istiyoruz; AKP-MHP, bu saldırıları nereye kadar sürdürebilir?
Kırılma yaşayana kadar bu saldırılar sürecek.
Kırılma yaşanır mı?
Tabii ki yaşanacak. Bu zihniyetin, bu anlayışın sürdürülebilirliği, sürdürülebilirliğinin zemini yoktur. Sadece Kürtler açısından değil, uluslararası ve bölgesel güçler ile Türkler açısından da sürdürülebilir bir zemini yok. Bu kadar şiddetli saldırılar ancak bir süre sürdürülebilir. Sonuç almadığı zaman kırılma yaşar. AKP’nin korkusu budur. En küçük muhalefete tahammül etmiyor. ‘Kısa sürede sonuç almazsam kırılırım, yok olurum’ diyor. Onun için kısa sürede kendine göre Kürt iradesini kırmak, Kürt’ün kazanımlarını yok etmek için saldırılarını arttırıyor. Buna karşı da tabii ki örgütlenilecek ve direnilecek. Bu tehlikeler kendiliğinden bertaraf edilemez, geçmez. 12 Eylül ve 1990’lı yıllar mücadeleyle aşıldı. AKP-MHP faşizmi, bu yayılmacı ve sömürgeci saldırılar da mücadele edilerek aşılacak. 2018, bu yönüyle AKP-MHP faşizminin yıkılma yılı haline getirilecek.
Suriye’deki savaş şimdi hangi aşamaya vardı, nasıl devam eder?
Suriye’deki savaş yeni bir aşamaya vardı ama bir süre daha sürecek. Önceden güç dengelerini ortaya çıkarma, herkes kendi gücünü ortaya koyma savaşı veriyordu. Bundan sonra Suriye siyasetinde kim ne kadar yer alacak savaşı olacak. Suriye’nin yeniden kuruluş sürecinde kimin gücünün ne kadar yer alacağı, siyasi etkisinin ne olacağı savaşı sürecek. Ancak savaşın bu aşaması da kısa sürede son bulmayacak. Güç yaratma, herkesin kendi gücünü ortaya koyduğu savaş uzun sürdüğü gibi, bu güçlerin Suriye sistemi içinde yeri ne olacak savaşı da sürecektir. Önceden yerel aktörler daha fazla devredeydi, giderek devletler daha fazla devreye girecek. Suriye’deki yeni savaş aşamasının bir boyutu da budur. Devletlerin daha fazla devreye girdiği bir savaş. Nitekim ABD daha fazla devrede, Rusya devrede, Türkiye devreye girdi, Fransa devreye giriyor, İran devrede. Bu yönüyle savaş yeni bir aşamaya vardı.
Kürtlerin yeri ve rolü ne olacak, olacak mı?
Kürtler, bu savaş içinde ve oluşacak statükolarda etkili role sahip olacak. Kürtler, Ortadoğu’nun en temel demokratik ve özgürlük gücüdür. Kürtler, Ortadoğu satrancında; Ortadoğu siyasal mücadelesinde etkinliklerini sürdürecek. Diğer demokrasi güçleri ve halklarla birlikte…
Bugün Suriye’de Kürtler, Arapla, Süryaniler ve diğer demokrasi güçleriyle ilişki içerisindedir. Ortak hareket ve mücadele ediyor. Kürtler, Süryaniler, Araplar bütün demokrasi güçleri dikkate alınmadan yeni bir Suriye yaratmak mümkün müdür? Eski bir Suriye ya da çetelere dayalı bir Suriye mümkün müdür? Bu bakımdan Ortadoğu’da Kürtler etkili olacak.
Her ne kadar Irak’ta hala sorunlar yaşansa, ciddi krizler olsa da Kürtler Irak siyasetinde de yer alacak. Hem varlıklarıyla yer alacak hem de Irak’ın demokratikleşmesinde de esas güç olacak. Kürtlerin böyle bir rolü olacak.
Türkiye’nin de demokratikleşmesinde Kürtlerin rolü olacak. Kim Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyorsa Kürtlerle ittifak yapacak. Kürtlerle ittifak yapmadan Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesi verilemez.
İran’da da demokratikleşme gelişecekse yine Kürtlerin etkisi olacak.
Bu bakımdan Suriye’deki yeni aşamada, Kürtler demokratik güçleriyle etkili olacak. Kürtler siyasi ve askeri varlıklarıyla da Suriye ve Ortadoğu’da etkili olmaya devam edecek. Kürtlerin siyasi ve askeri varlığı dikkate alınmadan yeni Suriye kurulamaz.
Kürtler, soykırım politikalarına karşı direnecek. Efrîn dört bir yandan kuşatılmıştı. Rusya’nın desteği ve bu durum Efrîn işgaliyle sonuçlandı. Ancak Efrîn’de direniş devam edecektir. Efrîn halkı topraklarına kavuşup özgür ve demokratik yaşamını sürdürecek.
Fırat’ın doğusunda da Kürtler diğer halklarla birlikte etkili olma durumlarını sürdürecek.
Kürtler soykırıma uğratılmadan, Kürtsüz bir Suriye kurulamaz. Böyle bir soykırımı da Suriye’nin bütününde yapmak mümkün değildir. Suriye Kürtsüz ayakta kalamaz. Suriye’nin birliğinin güvencesi Kürtlerdir. Kürtler Suriye’nin birliğinden yanadırlar. Zaten bu nedenle Araplarla bu kadar ilişki kurdular. Suriye’de Kürt bölgeleriyle sınırlı kalabilirlerdi ama kalmadılar. Şunun için kalmadılar; Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşması, Suriye’nin demokratikleşmesiyle mümkündür. Bölge ülkeleri demokratikleşmeden Kürtler de özgürleşemez. Bu bakımdan Kürtler mücadelelerini Suriye’nin geneline yaydılar. Suriye’nin birliği açısından da Kürtlerin etkili yeri olacak.
Kürtler, demokratik ulus anlayışıyla Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da Kürt sorununun çözümünde doğru bir yöntem ortaya koyarak çok önemli bir rol oynayacak. Sadece buralarda Kürt sorunu çözülmeyecek, bütün Ortadoğu’da dinci, mezhepçi, milliyetçi çatışma yaratan politikalar yerine Kürtlerin siyasal anlayışı etkili olacak. Ortadoğu’yu eskisi gibi milliyetçi, mezhepçi çatışmalar ve Kürtlerin soykırımı üzerine kurmak mümkün değildir. Böyle bir Ortadoğu istikrara kavuşmaz, Kürtler de Kürt soykırımına dayalı bir 20. yüzyıl sistemi kurulmasına müsaade etmezler. Kesinlikle Kürtlerin Ortadoğu satrancındaki yeri etkili olacaktır. Örgütlü güçleri, zihniyetleri, politik yaklaşımlarıyla etkili olacaklar. Kürtler hem siyasi ve askeri güçleriyle Ortadoğu dengelerinin şekillenmesinde hem de Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin temelinde yer alacak. Bunu kimsenin gözden kaçırması mümkün değildir. Yeni Suriye ne El Nusra’nın ne Türkiye’nin beslediği çetelerin yaklaşımıyla ne de eski siyasi zihniyetle kurulabilir.
Rojava ve Kuzey Suriye’de Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ve diğer halkların kurduğu siyasal sistem, siyasal oluşum ve zihniyet temelinde bir uzlaşma olabilir. Bunun dışında bir uzlaşma yaratılamaz. Kimse çetelerin zihniyetiyle bir uzlaşmaya gidemez. Böyle bir uzlaşmayla siyasal sistem kurulamaz. Mevcut Suriye rejimi ‘ben eskisi gibi süreceğim’ diyerek yeni Suriye oluşturulamaz. Bu bakımdan Kürtler ve dostları Kuzey Suriye halklarının ortaya koyduğu demokratik ulus anlayışı, demokratik zihniyet dışlanarak, bunlar ezilerek bu anlayışın dışında yeni bir Suriye yaratmak mümkün değildir.
Ortadoğu satrancında Kürtlerin yeri önemlidir. Kürtlerin demokratik zihniyeti, siyasal anlayışı, 21. yüzyılın yükselen değeri olacak. Ortadoğu’da 21. yüzyılın temel siyasal parametrelerini oluşturacak. Kadın özgürlükçü, ekolojik demokratik toplum paradigması, demokratik ulus anlayışı, demokratik topluma dayalı demokrasi, devleti sınırlayan demokratik konfederal anlayışları tabii ki Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde belirleyici olacak. Hiçbir zor, baskı bunu engelleyemez.
Kuşkusuz mücadele, savaş biraz daha sürecek, bedeller ödenecek ama yeni Suriye’nin ve Ortadoğu’nun kuruluşunda Kürtler demokratik, özgürlükçü, halkların kardeşliğine dayalı demokratik ulus karakterleriyle milliyetçiliği ve mezhepçiliği geriletecek. Bu karakterleriyle de Suriye’de de, Ortadoğu satrancında da çok etkin yer alacak.