“Sonuç ne olursa olsun son muhteşem olacak” diyerek mücadeleye başlayan YPS’liler, kısıtlı imkanlarına rağmen ev ev, son kurşunlarına kadar direnirken, savaşın sonucu devlet için ağır oldu.
HABER MERKEZİ – Amed’in Sur ilçesi geçen yıl, yakın tarihin belki de en görkemli direnişine şahit oldu. Tarihi ilçede 15 Ağustos 2015’te ilan edilen öz yönetimin ardından, öncülüğünü gençlerin yaptığı direnişin ilk günleri örgütleme ve halkı bilgilendirme ile geçti. Özellikle devlet kontra faaliyetlerinin yoğun olduğu ilçede hem bunlarla hem de uyuşturucu ve fuhuşa karşı büyük bir mücadele başlatıldı. Sokak sokak halkı örgütleyen gençler, hemen arkasından ise öz savunmaları için hayati önemde olan YPS ve YPS-Jin’i ilan etti.
6 DEFA İLAN EDİLEN YASAK SÜRÜYOR
Bir grup örgütlü gencin sadece ferdi silahları ile kontrolü sağladığı ilçede ilk sokağa çıkma yasağı 6 Eylül’de ilan edildi. Bir gün süren bu yasakta mahallelere girmeye çalışan devlet güçleri, bir gecede püskürtülmüş, en az 2 özel harekatçı öldürülmüştü. İlerleyemeyeceklerini anlayan özel harekatçılar, geri çekilmek durumunda kalmış, zaten yasak da bir gün sürmüştü. Hemen akabinde 13-14 Eylül günleri arasında sokağa çıkma yasağı ilan edildi, ancak bu yasak da sonuç vermedi. İlçede sırasıyla 9-10 Ekim, 10-13 Ekim günlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, her yasakla mahallelere sızmaya çalışan devlet güçleri, daha bir sokak ilerleyemeden püskürtüldü ve geri çekildi. Bir diğer yasak ise Diyarbakır Barosu’nun tarihi Dört Ayaklı Minare’nin polislerin açtığı ateş sonucu tahrip olmasına ilişkin yaptığı açıklamanın hemen ardından Baro Başkanı Tahir Elçi’nin polis kurşunuyla katledilmesiyle ilan edildi. 28 Kasım’da başlayan bu yasak, 30’una kadar sürdü. Bu yasağın özellikle Elçi’nin katil zanlısı polislerle ilgili delil toplanmasının önüne geçmek için ilan edildiği düşünülüyor. Soruşturmayla ilgili hiçbir delilin toplanamaması da bu ihtimali güçlendiriyor. Bundan sonra Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Yılmaz ve Savaş mahalleleri için 2 Aralık’ta ilan edilen ve 11 Aralık’ta 17 saatlik aranın verildiği yasak, 9 Mart’ta operasyonların tamamlandığı açıklanmasına rağmen devam ediyor.
TANK VE ÖZEL BİRLİKLER TAKVİYE EDİLDİ
Son yasakla birlikte binlerce polis ve asker ilçeyi çepeçevre sardı. Ellerinde sadece ferdi silahlar ve birkaç ağır makineli tüfek bulunan 100 kadar genç ise her sokağa barikat ve patlayıcı yerleştirerek gelecek saldırıları bertaraf etmeye hazırdı. İlçede yaşayan binlerce kişi ise evlerini terk etmeyerek, iradelerine sahip çıktı. İlk günler bomba atarlar ve zırhlı araçlarla sokakları ateş altına alan devlet güçleri, her saldırılarında sert biçimde püskürtüldü. Haftalarca süren şiddetli çatışmaların ardından ilerleyemeyeceklerini anlayan asker ve polisler, tankları devreye koydu. Tank ve top atışları ile vurulan barikatlardan her seferinde karşılık verildi. Bu şekilde de sonuç alamayan devlet güçleri, bu kez Türk ordusunun en seçkin birliği olarak bilinen bordo bereliler ve su altı taarruz timlerinden (SAT) oluşan 4 taburu Sur’a yolladı.
BİR TARİH YOK EDİLDİ
Kuşatma ve buna karşı gösterilen eşsiz direniş birçok tarihi örneği de yeniden gündeme getirdi. 103 gün süren Sur direnişi, tarihe nam salmış 1453’teki Konstantinopolis (İstanbul) kuşatmasını dahi aştı. İçerde son teknoloji ile donatılmış özel birliklere karşı bir avuç gencin eşsiz karşı koyuşu, büyük bir moral olurken, dışarıda ise Sur direnişine destek eylemleri yayıldı. Sur’a girmek için kentte her gün düzenlenen eylemlere devlet güçleri sert saldırdı. Bu saldırılarda en az 11 kişi katledildi. Her gün direnişi büyüterek geçiren halkın iradesini kıramayan devlet güçleri, bu kez tarihi mekanları ve yapıları yakıp yıkmaya başladı. Binlerce yıllık tarihe sahip kentin ticaret ve yaşam merkezi olan Sur’a yönelik girişilen bu saldırılarda farklı inançlara ait kiliseler, camiler, konaklar, hamamlar yakılıp, yıkıldı. İlçedeki binlerce ev ve işyeri saldırılardan nasibini alarak kullanılamaz hale geldi. UNESCO koruması altındaki tarihin yok edilmesine karşı yükselen tepkiler devlet tarafından yalanlama yoluyla reddedilirken, bu dönemde basına yansıyan görüntülerde 500 yıllık geçmişi olan Kurşunlu Camii’nin bomba atarlarla vurulması net biçimde görüldü.
TESLİMİYET ÇAĞRILARINA SİLAHLARIYLA KARŞILIK VERDİLER
Ne tank atışları ne de sahaya sürülen özel birlikler planladıkları gibi ilerleyemedi. Çünkü Sur’un dar sokakları gençlere büyük avantaj sağlıyordu. Labirenti andıran sokakları avuçlarının içi gibi bilen ilçenin çocukları, Türk devlet güçlerine suikast ve sabotajla ağır kayıplar verdiriyordu. Her saldırıda büyük şok yaşayan özel birlikler, çoğu kez ölü ve yaralılarını dahi alamadan geri çekilmek zorunda kalıyordu. Tuzaklanan binalar özel birliklerin içeri girmesiyle patlatılıyor ve cenazeler günlerce enkaz altında kalıyordu. Çaresizce “teslim olun” anonsları yapan devlet güçleri, her çağrıya silah ve slogan sesleri ile yanıt alıyordu.
‘KANIMIZIN SON DAMLASINA KADAR’
Direnişi büyüten YPS ve YPS-Jin üyesi gençler, mücadelelerindeki kararlılıklarını zaman zaman dışarı gönderdikleri mesajlarla da tüm dünyaya gösteriyorlardır. Saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde direnişin 53’üncü gününde içerden dışarıya videolu bir mesaj gönderildi. Bu mesajda elleri silahlı 3 YPS’li ne kadar kararlı olduklarını şu çarpıcı cümlelerle ifade ediyordu: “Sur yalnız değildir. Şu anda Kürdistan’ın birçok kenti direniş içindedir. Bir damla kanımız kalana dek Sur’da direneceğiz. Bir ev sağlam kalana dek, savunmamızı yapacağız. En üst düzeyde, direnişimizi yükselteceğiz. Felsefemizde, PKK karakterinde, Önder Apo ideolojisinde teslimiyet yoktur, direniş vardır. Biz de Rêber Apo militanları olarak, bu direnişi yükselteceğiz. Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız.”
SİVİLLER HEDEF ALINDI
İlçedeki aralıksız süren bombardıman kentin dört bir yanında yankılanırken, bir süre sonra içerde kalan sivillerin can güvenlikleri tehlikeye girmeye başladı. Hem sokağa çıkma yasağı öncesi ilçeye giren Barış Anneleri hem de Surlular yoğun saldırılar ve abluka nedeniyle ölüm tehlikesi altına girdi. Yapılan tüm çağrılara ve girişimlere rağmen yasağa ara vermeyen Türk devlet güçleri, aksine saldırılarını daha da yoğunlaştırdı. Bu süre zarfında yaralanan birçok sivil, ambulans gönderilmediği için yaşamını yitirdi. Yine içerde kalan çocuklar da bodrumlara yerleştirilerek, saldırılardan korunmaya çalışıldı. Tepkilerin artması üzerine 19 Şubat günü yaralıların bir kısmı kuşatma altındaki ilçeden ambulanslara ulaştırıldı. Ancak buradan çıkarılan 22 sivil önce feci biçimde işkenceden geçirildi, ardından ise “Anayasal düzeni bozma” ve “Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma” iddialarıyla tutuklandı.
SON MERMİYE KADAR DİRENDİLER
Direnen gençler dedikleri gibi yaptı ve son kurşunlarına kadar savaşıp, teslimiyeti asla kabul etmedi. Ev ev verdikleri mücadelelerinde saldırılara karşı bedenlerini siper ettiler. Artık Mart ayına gelindiğinde cephaneleri tükenen gençler son bomba ve mermilerini de kullandılar. 10 Mart günü çatışma senaryolarıyla ilçeden 8 cenaze çıkarıldı. Çıkarılan cenazeler Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılırken, cenazelerin tümünün kafalarında kurşun izlerine rastlanması devletin ölüye bile işkence yaptığını ortaya koyuyor. 13 Mart’ta 3’ü yaralı 7 kişi sığındıkları bir binadan yakınları ve HDP’li vekilleri telefonla aradı. Dilber Bozkurt enkaz altında kaldıklarını ve “Belki sadece 5 dakikamız kaldı” diyerek, odada mahsur kalanların isimlerini verdikten sonra “Bir şey olduğunda bilin ki infaz etmişler” ifadesini kullanmıştı. Yapılan görüşmenin ardından telefonlar kesildi ve Bozkurt ile birlikte 7 kişi infaz edildi.
408 ÖLÜ 2 TABUR YARALI
Halkın kendi öz iradesiyle yönetilmesi, sömürüye son verilmesi ve 7 Haziran sonrası AKP hükümetinin başlattığı saldırılara karşı gelinmesi amacıyla birçok merkezde başlatılan öz yönetim direnişlerinin belki de en görkemlisi Sur’da yaşandı. Devlet güçleri 103 gün süren saldırılarında tarihlerinin belki de en ağır yenilgisini yaşadı. Direniş bastırılmış gibi gösterilse de zaten Sur direnişi “Ne olursa olsun son muhteşem olacak” şiarıyla başlamıştı. Devlet birkaç gün içinde bitireceğini iddia ettiği operasyonla bataklığa saplanmış, orgeneral rütbesindeki askerlerin yönettiği operasyonda 408 asker, polis, bordo bereli ve korucu öldürülmüştü. Binlerce asker ve polis ise yaralanarak savaş dışı kalmıştı. Bu bilanço Türk basınında da yankı bulmuş, örneğin ulusalcılara ait Sözcü gazetesinde o günlerde Saygı Öztürk tarafından kaleme alınan yazıda, Sur’daki operasyonda yaralanan devlet güçlerinin sevk edildiği Ankara’daki GATA’nın sivil hastalara kapatıldığı, plastik cerrahi ve ortopedi servislerinde adım atacak yer kalmadığını ve bazı servislerin yaralılar için boşaltıldığı itiraf edilmişti. Bu saldırılarda en az 2 tabur devlet gücünün yaralandığı da belirtilmişti.
YPS/YPS JIN GÜÇLERİ 95 KAYIP VERDİ
Genç bedenleri ile vahşi saldırılara göğüs geren YPS ve YPS Jin güçleri ise 95 kayıp vermişti. Direniş sırasında katledilen bazı YPS ve YPS Jin üyelerinin cenazeleri günlerce sokakta bekletilmiş, ailelerin tüm başvurularına rağmen cenazeler alınamamıştı. Mesut Seviktek, İsa Oran, Ramazan Öğüt ve Rozerin Çukur’un aileleri, çocuklarının cenazelerinin verilmesi için açlık grevine başlamış, ailelerin direnişi cenazelerin tamamı verilene kadar çeşitli mekanlarda devam etmişti. Ancak Sur’da yaşamını yitirdiği duyurulan Hakan Arslan’ın cenazesi aradan geçen bir yıla rağmen bulunamadı.
Geçen yıl tam da bugünlerde başlayan Sur direnişi, birçok algıyı ters yüz etmesini bilmişti. Üst düzey askeri teknoloji ile donatılmış özel birliklerin karşısında hem çok genç hem de savaş tecrübesi fazla olmayan 150 kadar sivil savunma birliği, kısıtlı imkanlarıyla aylar süren mücadele verdi. Direnişte kimler yoktu ki. 2000’li yıllarda doğan genç yürekler, öğretmenler, siyasetçiler, evli ve çocuklu insanlar, kadınlar, esnaflar, ilköğretim, lise ve üniversite öğrencileri, şehrine sahip çıkan Surlular… En önemlisi ise devletin Kürt halkının mücadelesini bitirmek için her türlü özel savaş yöntemiyle yaklaştığı gençler mücadeledeki yerini almıştı. Geceli gündüzlü tam 103 gün süren çok şiddetli bir savaş yaşandı. Her ânı kahramanlık, her ânı fedakarlık ve kararlılık içeriyordu. Hiçbiri teslimiyeti kabul etmedi, son mermisine kadar savaştı. Şimdiden Kürt halk mücadelesinde önemli dönüm noktasını oluşturan ölümsüzleşen kahramanlar, direnirken olduğu gibi mezarda da omuz omuzalar.
DİRENİŞÇİLER ARASINDAKİ BAĞI AİLELER SAĞLAMLAŞTIRIYOR
Sur direnişçilerinin büyük çoğunluğu ailelerinin de kararıyla Amed merkezdeki Yeniköy Mezarlığı’nda yan yana defnedildi. O günden bu yana istisnasız her perşembe günü Sur direnişçilerinin aileleri çocuklarının mezarı başına koşuyor. Ailelerin yüreklerindeki acı ve boşluk belki hiçbir zaman dinmeyecek, ama tartışmasız bir şey var ki o da hepsinin gidenlerle gurur duyuyor olması. Çocukları arasında ölümüne kurulan güçlü bağ aileler arasında da oluşmuş durumda. Zaten birçoğu çocuklarının cenazelerini alabilmek için başlattıkları açlık grevi ve nöbet eyleminden bu yana tanışıyor. Çocuklarının hikayelerini birbirlerine anlatarak yüklerini hafifletiyorlar. Bazen de sessizleşiyor aileler. Kimi özlemini kimi de tarifi imkansız duygularını mezar taşını okşayarak gösteriyor. Dualar okunuyor, evlerinde yapıp getirdikleri lokmalar paylaşılıyor. Kardeşler, ağabeyleri ve ablalarının direniş öyküleriyle büyüyor. Çocuklar, yitip giden babalarının mezarı başında hiçbir şeyden habersiz oyun oynuyor.
TOPRAĞA DOKUNARAK FERAHLIYORLAR
Çocuklarının doğum gününü birlikte mezar başında kutluyorlar. Hiç tanımadıkları insanlarla mezar başında tanışıyorlar. Her hafta farklı kişiler de ailelere destek olmak için geliyor şehitliğe. Mezarlıklardaki sessizliği bazen bir damla gözyaşı, bazen okunan bir dua, bazen de çocuklarıyla ilgili anlattıkları anılar dağıtıyor. Yan yana defnedilen, çoğu 1996-2000 yılları arasında doğan gençlerin mezarları, aileleri tarafından süslenmiş. Birçoğu çocuklarını yalnız bırakmamak adına her gün şehitliğe koşuyor. Toprağa dokunarak ferahlayan aileler, ortak bir noktada her hafta bir araya geliyor. Devlete olan öfkeleri de çocuklarına olan bağlılıkları da çok büyük. Çocuklarının mezarlarına rengarenk çiçeklerden ekip her gün suluyorlar. Fotoğrafları ve sarı kırmızı yeşil flamalar süslüyor mezar taşlarını.
‘SADECE GÜLÜŞÜNÜ BANA BIRAKSAYDI’
Çekwar Çubuk (Sekwan) Sur’un ilk ölümsüzleşenlerinden. Daha 16’sında lise öğrenciydi. Şu an halen devam eden “sokağa çıkma yasağı”nın ilan edildiği 2 Aralık 2015’te Sur’da yaşamını yitirdi. Akıllarda mezar taşını da süsleyen, bakanın doyamadığı güzellikteki güleç fotoğrafıyla kaldı. Okul arkadaşları onun için günler süren eylem yapmış, kentin tüm duvarlarına onun adı yazılmıştı. “Şerefli bir ölüm yaşamanın en güzel ifadesidir” sözünün yazılı olduğu mezarı başında, halen onun yasını tutan annesi Netice Çubuk karşılıyor bizi. Dudaklarının arasından dökülen ilk cümle, “Sadece gülüşünü bana bıraksaydı, dayanabileceğim gücüm olsaydı” oluyor.
“Kürtler bir olursa, kimse bizi yenemez” demeden edemiyor Çekwar’ın annesi ve şöyle devam ediyor: “Oğlum her gün evden çıktığında beni öpmeden gitmezdi. Gülen yüzü hiç eksilmezdi. ‘Sensiz dayanamıyorum’ diyordum. ‘Merak etme bana bir şey olmaz’ diyordu. Bana söz vermişti, kendine iyi bakacağına. Ama daha çocuk, nasıl kendisine baksın. İzin vermediler onun yanında savaşayım.”
SOKAK SOKAK BİLDİĞİ SUR’DA ÖLÜMSÜZLEŞTİ
Sur direnişi ile ilgili yayınlanan günlüklerde genç yaşına rağmen gösterdiği fedakarlık ve öncülükle anlatılan Turgay Girçek (Yılmaz) de bu mezarlıkta yatıyor. 17 yaşında olmasına rağmen hep ön mevzide hep moralliydi. Direnişin 45’inci gününde başına aldığı kurşunla ağır yaralandı ve gerekli müdahale yapılamadığı için birkaç gün sonra yaşamını yitirdi. Günlükte mücadele arkadaşları ondan geriye şu satırları kaleme almıştı: “Yılmaz arkadaş genç bir arkadaştı. Sur direnişine ilk günden (Ağustos ayı) beri en aktif katılımı sağlayan atikliği ve askeri bakış açısıyla düşmana ağır darbe vuran Yılmaz arkadaş bir efsaneydi. Cesareti hepimize güç verir bizi de cesaretlendirirdi. Bulunduğu yerde olmak isterdi birçok arkadaş. Sürekli en ön mevzide, çatışmaların yoğun olduğu yerde yer aldı. Kurşunlu Camisi uzun süre düşmediyse, düşman camiye giremediyse bu en çok da Yılmaz arkadaşın sayesindeydi. Çatışmaların başında hareketli bir takım oluşturmuş ve sorumluluğunu kendisi yürütüyordu. Yılmaz arkadaş sık sık etrafındakilere ‘Ben arkadaşlarımı hiçbir zaman bırakıp gitmem’ diyordu ve şehadete kadar da o temelde yoldaşlarıyla birlikte düşmana karşı durdu. Şehadetiyle yoldaşların yoldaşı olmayı başardı. Bu direnişte hiç bir arkadaşın boşluğu doldurulamaz ama Yılmaz arkadaşın yokluğu en zorlayıcı gidiş oldu bizim için. Burada büyümüş ve sokaklarını çok iyi biliyordu. Düşmana nereden ve nasıl vurulacağını önceden planlar ve pratik zekasıyla anında düşman saldırılarına cevap olurdu. ‘Kendi başına düşmana karşı bir orduydu’ demek gelecek potansiyeli için yanlış sayılamaz. Hepimizin dilindeydi Yılmaz arkadaş. Hepimizin dilinde ve yüreğinde, biz yaşadıkça olmaya da devam edecek… Unutulmayacaksın, bizler yaşamasak da unutturulmayacaksın. Senin anlatılman, bilinmen ve tanınman gerekir. En çok istediğin şey olan ‘YPS şehidi olarak anılmanı’ sağlamaya çalışacağız…”
YANLARINDA GÖTÜRMEYİ TEKLİF BİLE EDEMEDİLER
Mücadelesi ile kahramanlaşan Turgay Girçek’in anne ve babası her hafta gittikleri mezar taşına sırtlarını vererek güç buluyor. Baba Murat Girçek oğlunun küçük yaşına rağmen sorumluluk bilinci olan bir çocuk olduğunu söylüyor. Sur’un yasaklı Fatihpaşa Mahallesi’nde 49 gün boyunca kalan aile, saldırılar dayanılmaz bir hal alınca buradan çıkmak zorunda kaldı. Ancak aile Turgay’ı yanlarında götürmeyi teklif bile edemedi. Şöyle devam ediyor baba Girçek: “Biz çıkarken Turgay’ın da çıkmasını istedim. Ama o şiddetle karşı çıktı. Evinde kalmak istedi. Devlet 100 gence karşı tank top kullandı. Sur’daki gençlerin hepsi tertemizdi. Kendi evleri ve kimliklerine sahip çıkmak için içerde kaldılar. Evleri yıka yıka Sur’u allak bullak ettiler. Sur’da yaşanan vahşet unutulmayacak. Çocuklarım, ‘Devlet abimizi öldürdü’ diyor. 5 yaşındaki çocuğum bile ‘Dağa çıkacağım, abimizin intikamını alacağım’ diyor. Çocukların öfkesinde boğulacaklar. Kinimiz, öfkemiz hiç dinmeyecektir. Katledilenlerin yüzde 99’u Sur’un çocuklarıydı. Kendi kentlerine sahip çıkmak için orda kaldılar. Ama devlet tüm ağır silahlarını onlara karşı kullandı. Devlet Sur’da yenildi. Kaybettik çocuklarımızı, ama kazanan Kürt halkı olacaktır. Her gün mezarlığa geliyorum. Gece bile eve gitmek istemiyorum. Bir yıldır acımız dinmedi. Biz bunu hak etmedik.”
KOBANÊ’DEN SUR’A…
Direnişin ölümsüzlerinden Erhan Keskin (Botan Hazroli) Kürt halkına nerede saldırı olsa hiç tereddütsüz direniş saflarında yerini alanlardan. DAIŞ çeteleri Kobanê’ye saldırıp Kürt halkının kazanımlarını yok etmeye yeltendiğinde sınırı aşarak 7 ay boyunca mücadele etti. Baba Sedat Keskin, yüreği mücadele azmi ile dolu 17 yaşındaki oğlunu gözyaşları içinde anlatıyor: “Oğlum yaşı küçük olmasına rağmen Kürt halkının her mücadelesinde yerini aldı. Kobanê’de 7 ay kaldıktan sonra evine geldi. Yaşanan haksızlığı kabul etmiyordu. 5 çocuğum var. Erhan hepsinden çok farklıydı. Sorumluluk sahibiydi. Devlet zulmüne karşı çok öfkeleniyordu. Adaletliydi. Haksızlığa gelmiyordu. ‘Sur’u terk etmeyeceğim. Canım pahasını burada kalacağım’ dedi. Bizler çıktık. Ama o evde kaldı. ‘Herkese selam söyle’ dedi. Acısı hala içimdedir.”
VASİYETİ ‘DÜŞMANI GÜLDÜRME’ OLDU
Sur’a dönük saldırılar yaşanmaya başlayınca 36 yaşındaki Eşref Polat (Kendal) de mücadele saflarına koştu. Direnişin ilk gününden son günü 13 Mart’a kadar da mevziiyi terk etmedi. Yanındaki 6 arkadaşıyla birlikte yaşamını yitirdi. “Oğlum arkadaşları için ölüme gidecek biriydi” diyor anne Gülsüm Polat. Gözyaşları içinde merhametli yönüne dikkat çektiği oğlu için şu cümleler döküldü yüreğinden: “Sur’da oturmamamıza rağmen olaylar başlayınca eve geldi bir akşam. ‘Anne ben gidiyorum’ dedi. Kötü oldum, ‘Nereye’ diye sordum. ‘Sur’da yaşanan vahşeti vicdanım kaldırmıyor. Gideceğim daha da gelmeyeceğim. Beni merak etme. Ölsem de arkamdan ağlama. Biz boşuna savaşmıyoruz’ dedi. Abluka başlayınca her gün Sur’a gitmeye başladım. Oğlumun olduğu yere gidiyordum. ‘Bırakın ben de oğlumun yanına gideyim’ dedim, izin vermediler. Polisler alay ediyordu. ‘Oğlun ölecek’ diyorlardı. Ben de ‘Oğlum ölse de size boyun eğmeyecek’ dedim. En son oğlum ölmeden önce beni aradı. ‘Hakkını helal et anne’ dedi. ‘Helal hoş olsun. Eğer sen ölürsen ben de ölürüm’ dedim. ‘Anne çare yok etrafımızı sarmışlar. Sağ ellerine geçmektense ölürüm’ dedi. Ağladım. ‘Sakın ağlama, düşmanı güldürme’ dedi. Ama içimde kaldı. Oğlumun eline kına yakamadım.”
O HEP 14 YAŞINDA KALACAK
Son dönemlerin en çetin savaşının en genciydi Cihat Morgül (Bager). Daha 14’ünde, 8’inci sınıf öğrencisiydi. Anne Kadriye Morgül, her gün kızının elinden tutarak mezarı başına geliyor. “Oğlum karanlıktan korkar ve soğuk havada üşür diye gelip onunla konuşuyorum” diyen gözü yaşlı anne, mezar taşı ile konuşarak teskin ediyor kendini. “Üşüme oğlum, yanındayım, geldim. Toprağının üstünü örtmek istiyorum. Daha çok küçük, üşür diye içim acıyor. Sürekli rüyama giriyor. Bana sarılıyor. ‘Anne anne’ diye bağırıyor. Şalı vardı boynunda, yüzüme gülümsüyordu. Sanki ölmemiş gibi. Bize bu acıyı niye reva gördüler. Kızım da sürekli onu sayıklıyor. Cihat çok çalışkandı. Paylaşmasını çok seviyordu. Avukat olmak istiyordu. Hayalini yarım bıraktılar. Çok özledim oğlumu. Kızımı da oğlumun gittiği okula yazdırdım. Her okula gittiğimde ağlayarak eve dönüyorum. Oğlumun arkadaşlarına sarılıyorum. Oğlum için tekrardan Sur’a taşındık. Bu sefer ölsem de Sur’dan çıkmam. Ben de oğlumun kaldığı yerden Sur’u savunmaya devam edeceğim” diyor.
‘KEŞKE BEN ÖLSEYDİM DE …’
Üniversite öğrencisi Sinan Duman (Felat Amed) iki kez cezaevine girip çıkınca böyle gitmeyeceğini söyleyerek, sarıldı tüfeğin kabzasına. Diğer aileler gibi anne Neşide Duman da bu erken erken gidişi kabul edememiş. “Oğlum cana yakındı. Küçükle küçük büyükle büyüktü. Kürt mücadelesine ayrı bir sempatisi vardı. 4 çocuğum arasında en çalışkanı oydu. Onu son gördüğümde işim vardı diye ona sevdiği yemeği yapamamıştım. Hala içimde bir derttir. Evde bir yıldır onun sevdiği yemekleri yapmıyorum. Oğlum yemiyorsa bizler de yemeyelim diyorum. Sur’dayken bedenimi ona siper edemeyişim içimde dert kaldı. Keşke ben ölseydim o yaşasaydı. Gençti. Daha çok şey yapardı. Televizyonda ölen kişileri görüyordum. ‘Oğlum gitme sana bir şey olacak’ diyordum. ‘Onların da annesi yok mu? Ölenlerden daha mı değerliyim?’ diye kızıyordu. İçimde hasrettir eline kına yakamadı. Her gün mezarı başında kına dağıtıyorum.”
HER HAFTA LİCE’DEN GELİYOR
Lice’den her hafta oğlu 22 yaşındaki Azad Kaya’nın (Brusk Amed) mezarına gelen Azize Kaya, mezarlığa gelenlere ekmek dağıtarak, diğer Sur şehitlerinin yakınlarıyla özel bir iletişim kuruyor. Oğlunu anlatırken ağlamayacağını söyleyerek konuşmaya başlayan anne, “Oğlum Sur olayları başladığında Lice’den Diyarbakır’a geldi. Birkaç gün Sur’da yasak kalkınca da Sur’a girdi. Bir daha da çıkamadı. Sürekli arıyordum. ‘Oğlum çık’ diyordum. Ama çıkmak istemiyordu. ‘Tarihimizi yıktılar. Ben buradakilerden daha mı değerliyim ki çıkayım’ diyordu. ‘Eğer ölürsem beni şehitliğe gömün’ dedi. Ben de onu Lice’de gömmedim. Vasiyeti üzerine Yeniköy Mezarlığı’ndaki şehitliğe gömdüm. Her hafta da Lice’den Diyarbakır’a oğlumu görmeye geliyorum. Bize yaşatılanları Allah kabul etmesin” diyor.
YASI BİTMEDİ
Mahsum Polat’ın (21) annesi Ayfer Polat ise çocuğunu kaybettiği günden bu yana gidenlerin yasını tutuyor. O içerideyken fırsatını buldukça telefonla görüştüklerini belirten anne Polat, “Sürekli ‘Sizi seviyorum’ diyordu. Onu sürekli rüyamda görüyorum. Fotoğraflarında olduğu gibi sürekli yüzü gülüyor. Evimizdeki yasa bitmiş değil. Oğlum öldüğünden beri siyah giyiniyorum, ölene kadar da giyinmeye devam edeceğim” demekle yetiniyor.
GÜNDÜZ OKULDA GECE MEVZİDE
Üniversite öğrencisi Mahsum Gürkan (Bahoz Cudi), Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin polis tarafından infaz edildiği olayda kameraların kadrajına girmesiyle biliniyor. Gazi Caddesi’nde inmeye hazırlandıkları taksiye yaklaşan polisler daha kendilerini almaya davranmadan 2 polisi vuran kuzeni ile birlikte hızla Yenikapı Sokağa koşarak buradan direniş alanlarına giren Gürkan, aylarca direnişte aktif rol oynadı. Anne Şene Gürkan, Sur’da yaşadıkları dönemde oğlunun sürekli mücadelenin hazırlık çalışmalarında yer aldığını anlattı. Savaş yoğunlaşınca çıkmak zorunda kaldıklarını, ara ara oğlunu görmeye gittiğini söyleyen anne Gürkan, “Oğlum Sur’u bırakmayacağını söyleyerek orada kaldı. Oğlum ilk yasak günlerinde gündüzleri okula gidiyor, gece ise hendek başında sabaha kadar nöbet tutuyordu. Uykusuzluktan gözleri kızarıyordu. ‘Oğlum yapma biraz dinlen, gece gitme’ diyordum. ‘Düşman uykuda saldırırsa çok arkadaş şehit düşer. Zaman uyuma zamanı değil anne’ diyordu. Tahir Elçi olayından sonra Sur’dan bir daha çıkamadı. Moralliydi, sürekli bize moral veriyordu. ‘Merak etmeyin kazanacağız’ diyordu. Yasak her kalktığında gidiyordum görmeye. Sürekli bize moral veriyordu. Arkadaşları çıkmasını istemesine rağmen Sur’u bırakmak istemedi. ‘Sonuna kadar mevzide kalacağım’ diyordu. Şehit düşmeden birkaç gün önce beni aradı. Bir evde 7 kişiyle birlikte yaralı olduklarını düşmanın eline esir düşmeyeceklerini söyledi. Ben çıkmasını istedim. ‘Düşmana teslim olmam’ dedi. ‘Eğer şehit düşersek cenazemizi düşmanın elinde bırakmayın’ dedi. Tek istediği buydu bizden. Ölene kadar direneceğiz dedi. Bir daha da sesini duymadım” diye anlattı.
DİRENİŞİN MAMOSTESİ
Sur direnişinde okul çağındaki gençlerin yanı sıra öğretmenler de vardı. Bunlardan biri de Coğrafya öğretmenliği yaptığı Lice’deki okulu bırakarak Sur’a koşan Erdal Tekin (Zana Andok) oldu. Kulp’un Kayacık köyünde 1988’de dünyaya gelen Erdal Tekin, daha çocuk yaşında köylerinin yakılmasıyla devletin sömürü ve talan yüzüyle tanıştı. Çocukken karşı koyamadığı zulme ikinci kez sessiz kalamayarak direniş saflarına katıldı. Herkesin “Mamoste” diye tanıdığı Erdal, tek hayali olan devlet zoru ve zulmü ile çıkarıldığı topraklara dönüp halkı ile birlikte yaşamak yolunda mücadeleye girişti. Savaşmakta hiç zorluk çekmeyerek en önde yer alan Tekin de kritik noktadaki bir mevziiyi terk etmedi ve burada yaşamını yitirdi. O da öğrencisi yaşındaki yoldaşlarıyla yan yana omuz omuza toprağa verildi.