HABER MERKEZİ
7 Mayıs 1979 sabahı, ortalık sessiz… Çevre caddelerde arabalar seyrek çalışıyor. “1800 Evler”e giden yolda sadece biz vardık. Yani baskına gelen polis arabaları dışında başka araç yoktu. 1800 Evler şehir dışında bir semt. Şehirin çıkışında, Malatya yolu üzerinde, genellikle Dêrsim ve ilçelerinden göçerek gelen işçi emekçi kesimlerden oluşan yoksul semtlerden biriydi, son yıllarda kurulmuştu. Bir nevi gecekondu mahallesiydi. Çalışmalarımızın kapsamına aldığımız bir yerdi. Eğitim, çeşitli toplantılar, propaganda ajitasyon, bildiri dağıtma, afişleme vb. gibi faaliyetlerimiz burada da oluyordu. Küçük çapta bazı birimlerimiz de oluşmuştu. Sosyal yapı olarak işlenmeye açıktı. Arada biz de gelip giderdik. Genç kızların ilgisi gelişiyordu. Öğrenci kesim içinde taraftar, sempatizan çevre vardı. Hilvan vb. yerlerdeki gelişmeler, feodal çetelere karşı direnişler, yine Elazığ’daki eylemlilikler, faşist odaklara devrimci şiddet temelindeki yönelimlerimiz genelde halk içinde, özelde de gençlik çevresinde ilgi ve sempatiye yol açmıştı.
….
Bizi yakalayan polisler keyifli! Çatışmasız, risksiz bir baskın gerçekleştirmişlerdi. Üstelik ev ihbar edilerek kolaylık sağlanmıştı. Ellerinde, çözülenlerden aldıkları bilgiler de vardı. Yani operasyonun ilk seansını pek başarılı götürmüşlerdi. Birkaç kişiyle başlatılan tutuklama giderek alanda çalışma yürütenlerden önemli bir bölümünü kapsamıştı. ‘Yabancı’ kadrolar çoktandır polisin arama listesindeydi. O günlerde elimize geçen bir listede isimlerimiz vardı. Demek ki polis bir süreden beri bu işin peşindeydi.
…
İlk karşılaşmalar, ilk sınavlar, ilk saldırılar, ilk duyuşlar, ilk hissetmeler, hepsi de çok önemli. Hasmını nasıl etkilemişsen sonraki gelişmelere de bu etki yansır.
Polisle ilk karşılaşmam İzmir’de olmuştu. Bornova işçi direnişinden dolayı alınmıştım. O zaman da topluyduk. Ama şimdi çok daha farklı, kapsamlı bir yönelimdi. Örgütsel sorumluluk ağırdı. Örgütsel değerleri koruma, onlara zarar getirecek her şeyden sakınma, düşmanın her türlü yönelimi karşısında iradeyi, inancı ayakta tutma, bunların hepsi müthiş bir savaştı aynı zamanda. Üstelik en eşitsiz koşullarda savaşacaksın. Düşman her türlü tekniği, her türlü aracı kullanacak ve sen devrimci iradenle, inancınla bu savaşı yürüteceksin. Direnme Savaşı, Kızıl Kayalar, Darağacından Notlar vb. birçok roman okumuştum, yazılanlar dehşet vericiydi. Akıl almaz işkence yöntemleri ve ona karşı yenilmeyen iradeler ya da eşsiz direniş örnekleri, kahramanlıklar doluydu her birinde. Tümü de yaşanmış gerçeklerdi. Bunda hasmını iyi tanımak çok önemli. Düşmanını her yönüyle tanımışsan, onunla güçlü savaşmasını da bilirsin ve zafer bu temelde kaçınılmaz olur.
Geçen her an, her saniye ne kadar da önem kazanıyor. Bir anda birçok şeyi birarada düşünmek! Her şey çok çabuk ve kendiliğinden gelip usuna giriyor. O ana kadar hiç böyle hızlı bu kadar şeyi birarada düşünmemiştim. Demek ki bazı şeyleri ille de yaşamak gerekiyor! Veya sen yaşadıkça düşünceler, duygular anlam kazanıyordu, somutlaşıyordu.
Devrimci intikamcılık sınıf bilincinin derinliğini gerektirir. Kini, intikamı, öfkeyi, sevgiyi gerçek temeline oturtmayan hiçbir yaklaşım hedefini bulmaz. Anlık, kısa vadeli olur etkileri, sonuç vermez. Bilincini, duygularını, istemlerini idealine bağlamayanın, onun yatağına akıtmayanın cesareti, erdemliliği, güvenilirliği de olmaz.
…
Başlarda uzun süre sesimi çıkarmıyorum, cop darbesinin acılarına dayanmak zor değildi. Coplar bacaklarıma, bacak aralarıma, bele kadar nereye rast geliyorsa vuruyorlardı. İnsanın beynini uyuşturan acılardı. Ama ne zaman ki bizimkiler konuşmaya başladı, çok ezik, çok zorlanarak söylenmiş sözler peşpeşe sıralandı, işte o zaman patlamıştım. Hem onlara, hem polislere küfür etmeye başlamıştım. Ama en çok da onlara küfür ediyordum. Birçok küfürle bir anda ortalığı karıştırıyorum. Polisler pişman oluyorlar, çünkü o dayak ve küfürlerden sonra karşımdakiler fazla tekrarlamadılar. Beni odadan çıkardılar. Bazı şeyler işe yarıyordu demek! Tek başına sorgulanmak bambaşkadır. Sadece düşmanınla karşı karşıyasın. Ama bu yüzleştirmeler, birarada sorgulanmalar da nereden çıkmıştı? Bir daha o şekilde beni götürmediler. Etkilenmişti arkadaşlar. Gariptir, ama o ilk etkiden sonra ben de tam tersine “Keşke beni hep götürseler” diyordum. Ve öyle olmuştu ki polisin, birinin benim hakkımda bir şey söylediğini belirtmesi üzerine hemen “Karşıma getirin, yüzleştirin” diye dayatıyordum. Bu dayatma aslında psikolojik olarak bir üstünlük konumunda tutuyor insanı. Kendine güven anlamına geliyor ve polis bu istemime tepkileniyor.
Kadınlar koğuşunun ‘Çirûsk’ı
Düşünme, hayal etme, yorumlama, tartışma; enerjiyi üretmeye, yaratıcılığı geliştirmeye tek başına yetmiyordu. Bir şeyleri yaratmak, ona ulaşmak, değişimini sağlamak önemliydi. Kendi aramızda konuşup bir gazete çıkarmayı kararlaştırıyoruz. İsim üzerinde tartışıyoruz. Kürtçe Çirûsk (kıvılcım) adında birleşiyoruz. Amblemin kompozisyonu zengin; dağ, silah, kitap var. İki dosya kağıdını önlü arkalı sütunlara ayırıyoruz. Her sayfa üç sütundan oluşuyor. Cezaevinin küçük yazı stili, ayrı bir yazı karakteri olarak benimsenmişti. Küçük bir kağıda küçük yazılarla birçok şeyi sığdırmak yeteneği gelişmişti.
Gazetenin ilk sayfasında “Teslimiyet İhanete, Direniş Zafere Götürür” temel sloganını yazıyoruz. Baş yazı, haber yorum köşelerinde daha çok düşman cephesindeki gelişmeler, uluslararası durum, Tv, gazete ve radyodan duyduğumuz haberleri yorumlama, yeni gelen tutsaklardan, ailelerden öğrenilenleri yorumlama biçimindeydi. Eğitim bölümünde daha çok parti-ordu-cephe nedir, sınıflar, halk savaşı, sosyalizm, emperyalizm vb. konular üzerinde duruluyordu. Yine dünya devrimleri köşesi vardı. Devrimlerini gerçekleştirmek ya da hala mücadele veren ülkelere ayrılmıştı. Partimizin yurt dışı çalışmaları, çıkan kitaplar, Önderliğin konuşmaları, silahlı propaganda birliklerinin görevleri anlatılıyordu. Sanat, edebiyat, kültür sayfasında şiirler, anılar, kitap tanıtımları vb. şeyler yer alıyordu. Gazetemizin tek fotoğrafı Başkan’ın sakallı resmiydi. Karakalemle yapılan bu resim en anlamlı yanını oluşturuyordu gazetenin.
On beş günde bir çıkarıyorduk. O yazıları saklamak, gece yarıları yazmak hem zorluydu, ama hem de çok zevk veriyordu. Birlikte olduğumuz arkadaşların çoğu billmezdi nasıl yazıldığını ve nasıl korunduğunu, çok gizli çalışılırdı. Aramalar sık ve aniden oluyordu. Bazen o yazıları kaldırana kadar akla karayı seçiyorduk. Gazete bir eğitim çalışması aracıydı. Kendi aramızdaki ilişkiyi de pekiştirici rol oynuyordu. Özellikle ihaneti, düşmanın kişiliksizleştirme politikasını sürekli işliyorduk. Tarihten başlayarak devam eden ihanetlere kadar yazıyorduk. Tarihte İdrisi Bitlisi, günümüzde ise Şahin Dönmez’ler vardı. Tarihi ve günceli biraraya getiriyorduk yazılarda.
Zindanda böyle bir uğraş güzeldi. Giderek gazeteyi blok düzeyinde okutuyorduk.
Pencereleerden ip yoluyla not alıp veriyorduk. Havalandırma duvarları yüksekti, çatıyla birleşmişti neredeyse. Haberleşmeyelim diye duvar tarafındaki ilk pencereleri lehimlemişlerdi. Bu nedenle epeyce uğraştırıyordu notlaşmalar. Fakat başka yöntemler de buluyorduk. Havalandırmalarda asker olmadığı anlarda notları atardık ya da koridorlar yıkanırken fırsat varsa mazgal deliklerini kullanırdık.
Gazeteleri onlara okutmamız iyi oluyor. Her koğuş okuduktan sonra sırayla diğer koğuşlara veriyor. Ulaştırabildikleri koğuşlara kadar ulaştırıyorlar. Bu bizi gazete üzerinde daha çok durmaya, daha nitelikli yazılar yazmaya itiyordu doğal olarak. Kendilerinden de yazılar geliyordu, eleştiri ve önerileri alıyorduk.
Gazeteyi onbeş sayıya kadar düzenli çıkarmıştık. Ama onbeşinci sayıdan sonra çıkaramadık. Daha sonraki süreçte bu sayıların orjinalini
dışarıya çıkarttık.
* 1984 yılında Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kadınlar koğuşunda çıkardıkları 15 günlük gazeteye ilişkin Sakince Cansız’ın yazısı.