Hayat görüşünü, kişisel tecrübelerini, kabuslarını ve düşlerini çok geniş bir perspektiften her algıya farklı biçimlerde hitap eder şekilde filmle alan Tarkovsky, kağıt üzerinde birbirlerinden büsbütün farklı; ancak sorgu yöntemleri ve sinematografik ilerleyişleri nedeniyle biçem olarak neredeyse aynı eserlerin ‘filozof’ yönetmeni…
HABER MERKEZİ – Rus film yönetmeni, yazar ve aktör Andrey Tarkovsky, sinema tarihinin önemli yönetmenlerinden biridir. Sergei Paradzhanov’la birlikte Glasnost öncesi kuşağın en iyi yönetmeni olarak kabul edilir. Sinemayı dönüştüren yönetmenler arasında, akla ilk gelen isimlerden biridir. Filmleri üzerine kendi ruhunun karbon kopyasını çizip, sinema perdesine sunduğu kurmaca hayatlar kadar, en fantastik eserinde bile bağını koparmadığı derin gerçeklik üzerinde de kalem oynatmayı tercih etmiştir.
Hayal ile gerçek; beden ile ruh arasındaki silik çizginin belirsizliğini net bir şekilde algılamış ve tüm eserlerinde hüküm süren şiirsel anlatım diliyle yansıtmaya çabalamıştır. Tarkovsky, insanın varoluş amacını temellerine kadar kazacak şekilde sorgulamış, üstüne üstlük neredeyse tüm filmlerinde başrolü, bıkmadan ve bıktırmadan, tanrıya teslim etmiştir. Tam aksini hissettirse de, üzerinde yaşadığımız dünyayı belki de en arınmış biçimde gözlemlemiş ve izlenimlerini yine en sade şekilde eserlerine aktarmıştır Tarkovsky.
Filozof yönetmen
Aslında Andrey Tarkovsky’yi bir modern zamanlar filozofu olarak nitelememizde hiçbir sakınca yok. Hele sinema olarak isimlendirdiğimiz bu sanat dalının, sanatçıya ne kadar geniş bir hareket alanı sağladığını, soru sormak ve cevap aramak için büyük fırsatlar tanıdığını bu denli iyi bilirken Tarkovsky’nin meselesini felsefi boyutlara indirgememiz, bir arayış macerasına çevirmemiz pek abes görünmüyor. Hayat görüşünü, kişisel tecrübelerini, kabuslarını ve düşlerini çok geniş bir perspektiften her algıya farklı biçimlerde hitap eder şekilde filme alan Tarkovsky, kağıt üzerinde birbirlerinden büsbütün farklı; ancak sorgu yöntemleri ve sinematografik ilerleyişleri nedeniyle biçem olarak neredeyse aynı eserlerin ‘filozof’ yönetmeni.
Zaten Tarkovsky’nin sinema tarihinde ‘yeni bir çağın başlangıcı’ olarak nitelendirilmesinin başlıca sebebi de bu. Bu kadar kişisel filmler çekip, her bünyede farklı şekillerde ‘kişiselleştirilebilmesi’, sinema sanatının o ana kadar zannedildiğinden çok daha güçlü olduğunun mamur bir habercisi. İşte tam olarak bu da, Tarkovsky’esk kavramının hiçbir vakit yeterli gelmeyecek olan kelimelere, basitçe indirgenmiş hali.
Romm’un öğrencisi olur
Andrey Arsenyeviç Tarkovsky, 4 Nisan 1932 tarihinde, şu anda Beyaz Rusya sınırları içindeki Ivanono’nun Zavraje bölgesinde doğar. Sergei Eisenstein’den sonra adı en çok duyulan Rus sinemacılardan biri olan Andrey Tarkovsky, ünlü şair Arseniy Tarkovsky’nin oğludur. Çocukluğunun büyük kısmı 1935’te ailesiyle birlikte gideceği Moskova’da geçmiştir. Tarkovsky 7 yaşında iken II. Dünya Savaşı başlar; bu savaş, annesi ile babasının boşanması çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dair üzerindeki en derin izlerdir.
Moskova Devlet Sinema Enstitüsü’ne girmeden önce müzik ve Arapça eğitimi alır. Enstitüde saygın yönetmen Mikhail Romm’un öğrencisi olur. Romm, öğrencilerini bireysel yeteneklerini geliştirmek yolunda teşvik eden bir entelektüeldi. Romm, Tarkovsky’nin yeteneğinin nasıl geliştiğinin en yakın şahidi olarak, 1971 yılında ölene kadar Tarkovsky’ye destek verir. 1958 yılında ilk yönetmenlik denemesine okuduğu okulda “Konsantre” isimli kısa filmle başlayan Tarkovsky, sınıf arkadaşı Vasily Shukskin ile beraber bir Ernest Hemingway uyarlaması olan “Katiller” filmine de imza atar.
İvan’ın Çocukluğu ile üne kavuşur
Tarkovsky uluslararası sinema arenasında, ilk uzun metrajlı yapımı olan Ivanovo Detstvo (İvan’ın Çocukluğu-1962) ile dikkatleri üzerine çeker ve Venedik Film Festivali’nde büyük ödülü kazanır. Filmde, on iki yaşında bir casusun hikayesini anlatır.
İkinci filmi Andrei Rublyov (Andrey Rublev-1969), 1971 yılına kadar Sovyet yetkililerce yasaklanmış olarak kaldı. Cannes Film Festivali’nde ödül almaması için kasıtlı olarak festivalin son günü sabah saat 4:00’de gösterilmesine rağmen bir ödül kazanmayı başarır. 1972 yılında ünlü bilim kurgu yazarı Stanislav Lem’in aynı adlı romanından uyarlanan Solyaris (Solaris) filmini çeker. Solaris gezegeninin yörüngesindeki bir uzay istasyonunda yaşanan doğaüstü olayların ve insanların hayalleri ve vicdan muhasebeleri üzerine derin bir gerilim-bilim kurgu filmi olan Solaris, diğer yapıtlarına göre daha rahat bir şekilde seyirciyle buluşur, ancak 1975 yılında çektiği Zerkalo (Ayna) ile tekrar resmi engellere takılır.
Bir sonraki film Stalker (İz Sürücü-1979), ilk versiyonunun bir laboratuar kazası ile yok olmasından sonra çok düşük bir bütçe ile yeniden çekilir. Tarkovsky sinemasının belirgin özelliklerinden olan ağır ve uzun planların, özenli kompozisyonların, derin anlamlar içeren diyalogların en güzel şekilde kullanıldığı bu filmi takip eden ve resmi makamların izni ile İtalya’da çekilen Nostalghia (Nostalji – 1983) Andrey Tarkovsky’nin yurt özlemini dışa vurduğu ve sürgünde çevirdiği ilk filmidir. Son filmi Offret’i (Kurban-1986) çekimlerini İsveç’te, Ingmar Bergman’ın ekibi ile tamamlar. Aynı sene Cannes Film Festivali’nde dört ödül alarak festivale damgasını vurur. 28 Aralık 1986 tarihinde, Paris’te akciğer kanseri sebebiyle hayata veda etti.
1990 yılında “sinema sanatına olağanüstü katkısı, evrensel insani değerleri ve hümanist düşünceleri olumlayan yenilikçi filmleri” nedeniyle Tarkovsky’ye Lenin Ödülü verildi.
Rejimin baskısına maruz kalır
Tüm filmlerinde hayatın anlamını ve insanın geçmişiyle olan bağlantılarını sorgulayan Andrey Tarkovsky, filmlerindeki bu tarzı nedeniyle Sovyet rejimi ile çatışmıştı. Her ne kadar diğer sanatçılar gibi yargılanıp hapise konulmamış olsa da Tarkovsky de sistemin baskılarından payını almıştır. İki dünya savaşının yaşandığı 20. yüzyılın buhranları da, yönetmenin filmlerinde yansımasını bulur. Filmlerinin ortak noktası ölüm-kalım meselesidir; hepsinde, kendi kendileriyle hesablaşma içine girmiş ve tüm kaosa rağmen ümidini kaybetmeyen karakterler vardır. Tarkovsky kendine has, gerçekçi, şiirsel bir dil geliştirmiş ve filmlerini bu dil ile çekmiştir. Tarkovsky’nin birçok filminin yanısıra Mühürlenmiş Zaman ve Zaman İçinde Zaman adlı kitapları da bulunuyor.