Çocukluğu Pasur’daki Dorşin dağı eteklerinde, devlet tarafından yakılan köylerinin külleri arasında zulüm ve direniş hikayelerini dinleyerek geçen Abdulkadir Çelik (17) özgürlük uğruna canlarını veren 3 amcası ve bir dayısının yolunda ölümsüzleşti.
AMED – Abdulkadir Çelik (Rızgar Kanî), PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın devletlerarası bir komplo ile Türkiye’ye teslim edildiği 1999 yılında dünyaya gözlerini açtı. Dört çocuklu Çelik ailesinin üçüncü çocuğu olan Kanî’nin çocukluğu Amed’in (Diyarbakır) Pasur (Kulp) ilçesindeki Dorşin dağı eteklerinde bulunan köyleri Masirto ve yaylalarında geçti. Kanî, daha doğmadan ailesi Kürt özgürlük mücadelesinde ağır bedeller verdi. 1991 yılında PKK’ye katılan amcası Behzat Çelik (Rızgar) aynı yıl Farqîn’de (Silvan) yaşamını yitirdi. 1992 yılında PKK’ye katılan ve aynı yıl Garzan’da çıkan çatışmada diğer amcası Ulaş Çelik yaşamını yitirdi. Aile, yaptığı bütün girişimlere rağmen Ulaş’in cenazesinin nerede olduğunu öğrenemedi. 1993 yılında PKK’ye katılan Kanî’nin amcası Mehmet Çelik’in (Rızgar Andok) akıbeti hakkında ise bugüne kadar bir bilgi alamadı. 1994 yılında Kanî’nin doğduğu köy devlet tarafından yakıldı, babası ve amcası gözaltında işkence gördükten sonra tutuklandı. Kanî’nin dayısı Orhan Eren ile eşi Zozan Eren, 1997 yılında Amed’ten Pasur’a dönerken “kayboldu”. Araçları Mermer Jandarma kontrol noktası yakınlarında terk edilmiş şekilde bulunan Eren çifti, arkalarında 2 yetim çocuk bıraktı.
Kürt oldukları ve insanca bir yaşam istedikleri için aile üyelerinin katledilmesine ve zulme maruz kalmasını kabul etmeyen Kanî’nin ağabeyi Nurullah Çelik 2014 yılında PKK’ye katıldı. Ardından Kanî, 2016 yılının Ocak ayının sonlarında YPS’ye katılarak Gever’deki özyönetim direnişinde yer aldı. Küçücük bedenine koca bir dünyayı, umudu ve mücadelesine olan sarsılmaz inancını sığdıran Kanî, hiç göremediği amcasını Rızgar’ın ismini alarak binlerce askerin tank, toplarlarla saldırdığı Gever’deki özyönetim direnişinde yaşamını yitirdi.
‘Yıllarca zulüm ve zorbalık altında yaşadık’
Pasur’da yaşayan baba Vedat Çelik, oğlunun hayatını ve aile olarak yaşadıklarını anlattı. Askerlerin 1994 yılında köydeki evlerini yaktığını anlatarak başlayan Çelik, “Yakılan evimizden bir çay kaşığını kurtarmamıza bile izin vermediler. Evimizi ve içindeki her şeyi yaktılar. Ekili ve dikili bütün arazilerimizi yaktılar. Arazide hayvanlarımızı mermi yağdırarak telef ettiler. Bize hiçbir şey bırakmadılar. Ben ve kardeşim günlerce gözaltında kaldık, işkence gördük. Büyük bir vahşet ve zulüm yaşadık. Huzurumuz kalmadığı için köyden göç etmek zorunda kaldık. Pasur’a yerleştik. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra tekrar köyümüze döndük. Bin bir zorlukla kıt imkânlarla başımızı sokacak bir ev yaptık. Yıllarca zorbalık ve zulüm altında yaşadık. Bizim çocuklarımız bu yaşananları duyup ve öğrendiklerinde bunu kabullenemiyorlar. Dağların yolunu tutuyor. Bu gençler Kürt halkının özgürlüğü için bedenleri tank, top, uçak ve helikopterlere karşı siper edip canlarını veriyorlar. Biz sağ olduğumuz sürece çocuklarımızın yanında olacağız. Onları unutmayacağız” dedi.
Halkına ve ailesine yapılan zulmü kabul etmedi
Köye döndükten sonra 1999 yılında oğlu Kanî’nin doğduğunu belirten Baba Çelik, oğlunu şöyle anlattı: “Kanî çok zeki ve meraklı bir insandı. Çocuklarım gözlerini açıp hayatı anlamaya başladığında, buralarda yaşanan savaşın ve vahşetin izlerini gördüler. Bunları sürekli soruyorlardı. Kani yürümeye, konuşmaya ve dünyayı anlamaya başladığında köyde yakılan ağaçları ve evleri görüp merak ediyordu. Yaşananları anlamaya zihninde anlamlandırma çalışıyordu. Sürekli bir arayışı vardı. Kanî bir gün bana ‘Bizim ağaçlarımız niye yakılmış?’ diye sordu. Ben ona, ‘Askerler 1994 yılının Mayıs ayında köyü boşaltıp evimizi ve arazilerimizi yaktı. 2 yıl boyunca köye gelemedik’ dedim. Kanî o günden sonra bana köyün yakılması ve yaşadığımız zulümle ilgili çok şey sordu. Köyüne halkına ve ailesine yapılan zulmü kabullenemedi ve bunları unutmadı.”
Amcalarına bir mezar bile çok görüldü
Oğlu Kanî’nin, PKK’ye katıldıktan sonra yaşamını yitiren 3 amcası ile zorla kaybettirilen dayısı Orhan Eren ve eşi Zozan Eren’den çok etkilendiğini aktaran Baba Çelik, şöyle devam etti: “Bu sürede Kanî’yi en çok etkileyen şey, PKK’ye katıldıktan sonra yaşamını yitiren amcalarının evde asılı fotoğraflarıydı. Kanî, bu fotoğrafları bakarak, nerede şehit düştüklerini, neden yaşamını yitirdikleri niye mezarlarının olmadığını soruyordu. Onların kemiklerini bulamadık, mezarlarını yapamadık bu bizim içimizde büyük ve ağır hasret olarak kaldı. Onu etkileyen diğer durumlardan biri de abisinin 2014 yılında PKK’ye katılması oldu. Abisini görmeyi onunla konuşmayı ondan bir haber alabilmeyi çok istiyordu. Hep bunun arayışı içinde oldu. YPS’ye katılma gerekçelerinden birisi de abisini görmekti. Bu onda hasret olarak kaldı.”
Adını aldığı amcasının yanına defnedildi
Köyde okul olmadığı için oğlu Kanî’yi Pasur’daki Yatılı Bölge İlköğretim Okulu’nda (YİBO) göndermek zorunda kaldığını belirten baba Çelik, “Çalışkandı, derslerinde çok başarılıydı. YİBO’yu bitirdikten sonra, Anadolu Lisesi’ni kazandı. Burada liseyi 4 yıl okudu. Mezun olmasına 5 ay gibi kısa bir süre kala 2016 yılının Ocak ayında YPS’ye katıldı. Sonra ondan hiçbir haber alamadık” dedi. Oğlunun özyönetim direnişlerinin yaşandığı kentlerde olabileceği düşüncesiyle birçok yere gittiğini ancak akıbeti konusunda bilgi alamadığını ifade eden baba Çelik, oğlunun sağ olup olmadığını öğrenmek için gezmediği morg kalmadığını söyledi. Gever’teki operasyon ile ilgili 28 Mart’ta basına servis edilen görüntülerde oğlunu gördüğünü belirten Çelik, “Haberde oğlumun yaşamını yitirdiğini öğrendim. Bunun üzerine cenazeyi almak için 4 Mayıs’ta Erzurum’a gittim. Cenazesine aynı gece Pasur’a getirerek, 1991 yılında yaşamını yitiren amcasının yanında defnettik” dedi.
‘Oğlum avukat olup halkını savunmak istiyordu’
Oğlunun halkı ve ailesi için birçok hayali ve projesi olduğunu, bunları gerçekleştiremeden aralarından ayrılmasının üzüntü verici olduğunu ifade eden Çelik, oğluyla arasında geçen bir anısını şöyle anlattı: “Lise son sınıfa gelen Kani’ye üniversiteyi kazandığında ‘Doktor mu, öğretmen mi, mühendis mi olacaksın?’ diye sordum. O da bana, ‘Ben hukukçu olmak istiyorum. Avukat, hâkim veya savcı olursam sadece ailemi değil halkımı da savunmak istiyorum. Halkıma yardım etmek istiyorum’ dedi. Dağa çıkan abisi Nurullah da hukukçu olmak istiyordu. Nedenini sorduğumda, ‘Baba hiç gözlerim önünde gitmiyor. 1999 yılında askerler köydeki eve baskın yapıp seni ve amcamı ellerini arkadan kelepçeleyip götürüp zindana attıklarında bizim hukukçu bir yakınımız avukatımız olsaydı sizi savunacaktı. Bu bana dert ve hasret oldu. Ben o günden sonra hukukçu olmam gerektiğine inandım. Hem ailem hem de halkım için davalarında savunayım’ dedi.”
‘Biz öldürmenin değil barışın ve kardeşliğin yanındayız’
Akan kanın durması ve onurlu bir barış için Kürt halkına birlik ve beraberlik çağrısında bulanan Baba Çelik, “Artık birlik olma zamanı. 30 yılı aşkın süredir kan akıyor. Bizim yüreğimiz yandı, artık başka annelerin, babaların ve ailelerin yüreği yanmasın. Artık yeter. Kürt halkı eskisinden çok güçlü ve bilinçli. Kürt halkı, öldürmekle, tutuklanmakla, işkenceyle, zulümle bitmez ve baş eğmez. Bundan sonra da baş eğmeyecektir. Bunu herkes de bilsin. Kardeşini ve oğlunu kaybeden bir baba olarak, benim ciğerim yandı artık başka kimsenin yanmasın. Kimse ölmesin. Barış olsun. Biz öldürmenin değil, barışın, kardeşliğin, eşitliğin yanındayız” dedi.
Kayınlarını, ardından ağabeyini sonra da oğlunu kaybeden Anne Güler Eren Çelik ise oğluyla ilgili sorulara, bize gösterdiği fotoğraf albümü ve feryadı ile cevap verebildi.