“Halk arasında dillere destan biriydi. Gerçek ismi Ahmet Tosun’du. Her ortamda ismi saygıyla anılırdı. Halkın umuduydu. Onu görme, onun gibi bir gerilla olma idealiyle katıldım gerillaya. Yaşar Hoca ilk karşılaştığım komutanlardan oldu.”
HABER MERKEZİ – Ağrı dağını arkamıza almış yürüyorduk. Uçsuz bucaksız Iğdır ovası karşımızdaydı. Yürüyorduk. Yirmi yılı geçti. Yürüdük. Yürüdük. Bahardı. Ağrı dağı yarı yarıya karlarla kaplıydı. Başka yerlerde yaza giriş sayılabilecek bir zamanda Serhat’ta baharın en güzel vaktini yaşıyorduk. Otlar diz boyuna kadar yükselmişti. Ağrı dağının kara taşlarla kaplı zor arazisini geçmiştik.
Yıldızlar daha da parlaktı o gece. Önümde yürüyen Yaşar Hoca durdu. Hepimiz durduk… Yaşar Hoca önümüzde pusu atıldığını söylüyordu. Ses duymuştu. Biraz bekledik, çevreyi dinledik. Doğruydu, asker ovayı bölen derenin üzerindeki köprüyü tutmuştu. Üç saatten beri yürüyorduk, ovada bekleyemezdik. Zor da olsa tek yol geri dönmekti. Geceyi Ağrı dağının yamaçlarında geçirdik. Sonraki gün hava karardığında tekrar yola çıktık. Bu kez ayrı bir yol kullanacaktık. Zorava dağlarından Bazid’e geçecektik. Sabaha doğru ani bir yağmur başladı. Bu yürüyüşümüzü epey zorluyordu. Sabaha doğru dağların eteklerine ulaştık.
Günler süren yolculuğumuz boyunca sağnak yağmur bizi hiç yalnız bırakmadı. Yol güzergahında konakladığımız yerlerde karşılaştığımız çobanlar, köylüler bizi gördüklerine şaşırmıştı. Zorava dağlarından geçerken köylere de uğruyor, bu karşılaşmayı değerlendirerek, sohpet de ediyor, örgütleme çalışmalarını geliştirmeye çalışıyorduk. Sürekli çobanlardan, halktan davetler alıyor, birçoğunu ise geri çevirmek zorunda kalıyorduk.
Yolculuk sonunda arkadaşlarla bulaşacağımız noktaya ulaştığımızda bir süre beklemek zorunda kaldı. Nokta boştu, kaygılandık, ihtimalleri düşündük… Gece yarısı alandaki grubun kalabileceği ikinci bir noktaya gittik. Orada da değillerdi. Nokta güvenlik için uygundu, gündüz de orada kaldık. Hava kararırken grup geldi. Bazı arkadaşları tanımıyordum. Ama tanıdıklarım da vardı. Sayımız epey artmıştı.
Gerilla grubuyla yaptığımız ilk çalışma eğitim oldu.
Gerilla grubuyla yaptığımız ilk çalışma eğitim oldu, ardından pratik işlere koyulduk. Birkaç gün erzak depoladık. İşin son gününde daha önce gitmediğimiz, bir zoma girdik. Zomun sahibi oldukça saygılı yaklaşmaya çalışsa da, davranışlarında yapaylığını gizleyemiyordu. Bizden akşam yukarılarda kalmamızı, sabah erzakları getireceğini söyledi. Hava aydınlanmadan zomdan çıktık. Gün boyu zom sahibini beklememize rağmen, kendisinden haber alamadık. Akşama doğru tehlikeli bir durum olabileceğini düşünerek, hızla yola çıktık. Üç saat süren yolculuk ardından bir yerde konumlanıp, keşif grubu çıkardık. Bir arkadaşla birlikte, Yaşar Hoca’nın belirtti yere doğru yola çıktık. Noktaya ulaştığımızda durarak, çevreyi dinledik. Kurbağa sesleri geliyordu, alanda kimse görünmüyordu. Tepeye doğru hareket edeceğim sırada, yanımdaki arkadaş koluma dokunarak, durmamı istedi. ”Sigara kokusu geliyor” dedi. Yan tepede askerlerin konumlandığını fark ettik. En kısa zamanda arkadaşlara haber vermek için, dikkatlice geri döndük.
Arkadaşlara ulaştığımızda hava aydınlanmak üzereydi. Ancak konumlandığımız yer güvenlik için uygun değildi. Birkaç yere keşif için arkadaşlar gönderilmiş, onlar da alandaki askerleri fark etmişti. Etrafımız sarılmış ve askerler geniş bir çember şeklinde tüm tepeleri tutmuştu. Konumlandığımız yer ise tam ortalarında düz sayılabilecek bir yerdi. Savunma yapabilmek amacıyla, şafak vaktinde önümüzde duran bir tepeciğe doğru ilerlemek zorunda kaldık. Sefkan arkadaş bir anda silahına sarılıp hızla grubun önüne doğru atıldı. O ateş etmeden, tepede konumlanmış asker ateş etti. Herkes bir anda kendini yere attı. Ancak Sefkan arkadaş mermilerin hedefi olmuştu. Çatışma bir anda başladı. Yerimiz hiç uygun değildi. Küçücük taşların arkasına siper almış çatışıyorduk. Grup komutanı Yaşar Hoca üç arkadaşı alarak yan tarafta bulunan boş tepeye doğru ilerledi. Dilşad, Serdar ve Rubar onunla gitmişti. Biz de üç arkadaştık. Yerimiz uygun olmamasına rağmen çatışmaya devam ediyorduk. Eğer Yaşar Hoca o tepeyi alamazsa işimiz daha da zorlaşacaktı. Bir süre sonra Yaşar Hoca’nın grubu tepeyi tutarak, bizlere ateş eden askerleri etkisiz bıraktı. Bu kez onlar askerlerin hedefi oldu. Toplar, ağır silahlar bir anda onlara yöneldi. Yaşar Hoca’nın grubuna var gücüyle direniyor, saldırılara karşılık veriyordu. Bu zaman aralığında biz düşman çemberinden çıktık. Yaşa Hoca ve diğer arkadaşlar büyük bir direniş sergileyerek, saatlerce çatıştı. Asker yerinde hareketsiz kaldı. Bir süre sonra asker bize ateş etmeyi bırakıp, tüm güçleriyle onların bulunduğu tepeye yönlendi. Saatler geçtikçe çatışma sesleri azaldı. Biz de alandan uzaklaştık. Hava kararmak üzereydi. Top atışları yoğunlaşmıştı. Bir süre sonra mermi sesleri durdu.
Gün boyu süren çatışmalarda dört yoldaş şehit düşmüştü. Bizleri kurtarmak için kendilerini feda etmişlerdi. Beyaz saçlı Yaşar Hoca’mız, komutanımız yaşamamız için siper olmuştu bizlere.
Her anını yeniden yaşadığı o çatışmanın bu bölümüne gelince, yılların gerillası Ciwan, durdu. Son sözleri söyledikten sonra gözleri dolmuş, boğazı düğümlenmişti. Etrafında bir gurup arkadaş oturmuş dinliyorduk. “Yirmi üç yıl oldu” dedi. Yanımızdaki bıyıkları yeni terleyen Ali’yi göstererek “Ben o zaman onun yaşlarındaydım” dedi.
Ali, artık saçlarına kırlar düşmüş Ciwan’a dönerek “Yaşar Hoca kimdi?” dedi.
Ciwan, bu soruyla birlikte, gözlerini kaçırarak, yeniden anlatmaya başladı…
“1950’de Iğdır’ın Tuzluca ilçesinde doğdu.1977’de Tuzluca’da öğretmenlik yaparken Apocularla tanışmış ve PKK’ye katılmıştı. Evli ve iki çocuk babası olmasına rağmen onları ardında bırakıp halkın kurtuluşunu tercih etti. Tüm yaşamını bu halkın davasına adadı.12 Eylül darbesi döneminde tutuklanmıştı. Ağır işkencelerden geçirilmesine rağmen sorguda tek kelime söylememişti. Bir yıla yakın Erzurum zindanında kalmış, zindandan çıkar çıkmaz partiyle ilişkilenme çabasına girmişti. 1982’de Doğu Kürdistan’da gerillalara ulaşabilmişti. Ardından, Bekaa vadisine gitmiş, buradaki eğitimden sonra Serhat’a giden ilk gerilla grupları içinde yer almıştı.
15 Ağustos hamlesi sürecinde Serhat’ta gerillayı oturtmak için öncü düzeyde rol alanlardandı. Kısa sürede halkla ilişkileri geliştirerek, etkili bir çalışma yürüttü. Bu başarısı ile birlikte Ağrı Dağı da sürekli operasyon alanı oldu. Bu saldırılara rağmen halk içindeki örgütlenme artmaya devam devam etti. Devletin yetmiş yıl önce Kürt halkının isyanının merkezi olan yerde şimdi ayrı bir mücadele, ikinci bir isyana tahammül yoktu.
Kürtlerin son isyanının ilanı olan 15 Ağustos 1984 hamlesiyle devletin Kürt mücadelesine karşı korkusu arttıkça saldırılar daha da yoğunlaştı. Hamleden bir yıl sonra, 20 Ağustos 1985’te binlerce askerin katılımıyla gerçekleşen operasyonda Mehmet Ertürk, Fuat Aslan, Feyat Alkan arkadaşlar şahadete ulaştı. Yaşar Hoca ve bir arkadaş da bu çatışmadan yaralı kurtuldu. Kolundan yaralanan Yaşar Hoca, tedavi için bir süre Doğu Kürdistan’da kaldı. 1988’de gerillanın örgütlenmesinde büyük öneme sahip 1. Botan-Serhat Konferansına katılmak için Botan sahasına geçti. Konferans ardından yeniden Serhat eyaletine geri döndü. Konferanstaki tartışmaları ve kararları oradaki gerilla yapısına aktararak, kısa sürede büyük gelişmelerin yaşanmasına öncülük etti.”
Sözleri ardından sustu. Yaşar Hoca’nın bugünkü halini hayal etti…
Ciwan, Serhatlı bir gerillaydı.
“Hatırlıyorum” dedi.
“Halk arasında dillere destan biriydi. Gerçek ismi Ahmet Tosun’du. Her ortamda ismi saygıyla anılırdı. Halkın umuduydu. Onu görme, onun gibi bir gerilla olma idealiyle katıldım gerillaya. Yaşar Hoca ilk karşılaştığım komutanlardan oldu. 2. Serhat Eyaleti Konferansı’ndan sonra Ağrı Dağı’na düzenlemeler yapıldı. Ben de Yaşar Hoca’nın grubuna verilmiştim. Yaş olarak bizden epeyce fazla olmasına rağmen hep önde yürürdü. Şakakları kırlaşmıştı, kırk yaşındaydı ama gençliğinin heyecanını o yaşlara taşımıştı.”
Cebindeki fotoğrafı çıkararak bana uzattı.
Oturduğumuz ceviz ağacının dibinde toplanmış arkadaşlar da o resime baktı. Keskin bakışlarına yansıyan kararlılığı ve özgürlükteki ısrarına. Resme her bakan arkadaşta ise aynı ifade, üzüntü ve hayranlık vardı.
“Bu, onun zindana girmeden önceki fotoğrafı. Yola çıkarken daha zayıf, saçları daha beyazdı. Zindandaki fiziki yıpranmanın aksine, ruhu güçlenmişti. Bir bilgeydi o. Ak saçlı bir bilge…”
Serin bir yel esti. Yapraklar, dallar sallandı, ceviz ağacına çıkan sincapların sesleri yayıldı.
Ciwan cebinden not defterini çıkardı. Yavaşça okumaya başladı. Tok ama durgun bir sesi vardı. Sesinde de hasret…
“Kum saatini ters çevirelim
Dönülmezliklerini kaldıralım ortadan
Bir daha dokunup
Bir kez daha kucaklayalım…
Kavruk bir hasretin, su verilmiş sertliğinde
Dağların efkârını
Gerçeğin, kılıçtan geçirilmiş düşlerimizin kimliği
Ve direnmenin,
Onların isyanına tanıklık etmenin
Bize düştüğü zamanlarda”