HABER MERKEZİ
“Yürüyorlardı. Önlerinde akıp giden nehir, uzanan yol ve adım adım yaklaştıkları Malabadi köprüsü… Rindê yürüyordu. Atalarının topraklarının sınırına az kalmıştı. Yorgundu. Yaralıydı. Kolundan yaralanmıştı. Yarası acıyordu ama asıl acı bulunduğu konumundan kaynaklanıyordu.
Rindê yürüyordu. Uzun ince boyu bir selvi fidanını andırıyordu. Yürüyordu. Köprüye yaklaştıkça hem hüznü artıyor hem de heyecanlanıyordu.
Sonunda ulaştılar… Malabadi köprüsü öyle bir köprüydü ki güzelliği dillere destan. Rindê gibi…
Rindê aşağıda akan Dicle’nin sularına baktı. Coşkuyla akıyordu. Müthiş bir manzarası vardı. Rüzgâr esiyordu. Milyonlarca dalgacık su yüzeyinde parıl parıl parlıyordu. Köyünün kenarında akan küçük dere geldi aklına. Atları kuzuları, annesini, babasını düşündü. Kız kardeşleri, ninesinin şefkat dolu gözleri geçti gözlerinin önünden. Bir de şimdi bulunduğu yeri hissetti. Ürperdi. Hiç tanımadığı insanların arasında yürüyordu. Birkaç gün önce çatıştığı, isyan ettiği kişilerle yürüyordu. Birlikte yürüdüğü kişiler son birkaç haftada onlarca akrabasını öldürmüştü.
Yan köyden Rüstem geldi aklına. Hem iyi bir at binicisi hem de iyi bir silahşordu. Atın üstünde duruşu heybetliydi. O da birkaç gün önceki bir çatışmada vurulmuştu. Köprünün ortasına vardıklarında yanındakilerden bir anda ayrılıp kendini boşluğa bıraktı.
Rindêxan; Garzan’ın yiğit kızı…
İçinde bulunduğu durumu kabul etmemiş Dicle’nin engin sularına atlamıştı. Askerler şok olmuş bir şekilde sulara kapılan Rindêxan’a bakıyordu. Herkes neye uğradığını şaşırmıştı”
Onunla yürüyen, onunla evlenme hayaliyle tutuşan sevinç içindeki subay şok olmuştu. Şimdiye kadarki duruşu mal bulmuş mağribi gibiydi. Ne hayalleri vardı… Kazanılmış bir zaferin hediyesiydi. Belki ilk başta yabancı gibi durur sonra alışırdı. Rindêxan gibi güzel ve asi çocukları olurdu. Bu hayallerin hepsi şimdi Rindêxanla birlikte suya kapılmış gidiyordu. Halen anlam veremiyordu. Neden böyle olmuştu. Neden ölümü tercih etmişti Rindêxan?”
Cafer sustu. Duygulanmıştı. Gözleri buğulanmıştı. Anlattığı Garzan bölgesinde halk arasında anlatılan Rindêxan’ın hikâyesiydi.
Kato Jirkî’de, Kürdistan’ın en yüksek ve sarp dağlarının zirveye yakın noktalarından birinde balkonu andıran bir düzlükte bağdaş kurmuş oturuyorduk. Önümüzde aşağılarda Besta yeşil bir deniz gibiydi, karşımızda Herekol, sağ yanımızda Kör Kandil…
“Rindêxan, yirminci yüzyılın başlarında devletin politikalarını kabul etmeyip ayaklanan Mala Aliyê Yunus aşiretinin kızıydı. Güzelliği dillere destandı. Cesareti de. O bölgenin en iyi silahşorlerindendi. İsyanda çıkan çatışmada yaralı olarak devlet güçlerinin eline geçmişti. Kafasına sardığı puşisi yüzünü de örtüyordu.
Yüzünü açan harekat komutanı Rindêxan’ın güzelliğinden çok etkilenmiş ve ona bir teklifte bulunmuştu. Eğer kendisiyle evlenmeyi kabul ederse harekatı durduracaktı. Rindêxan yaralıydı. Yapabilecek bir şeyi de yoktu. Ayrıca bu harekatın en azından bir süre de olsa duraksaması aşireti için, birlikte isyana kalktıkları insanlar için iyi olacaktı.
Rindêxan komutanın teklifini kabul etti. Ancak bir şartı vardı. Babasının, atalarının topraklarında onunla evlenemezdi. Bu toprakların dışına çıkılacaktı.
Bu topraklar kutsal topraklardı.
Kutsallıklarla dolu bu toprakların üzerinde sevgisiz bir ilişki kabul edilemezdi.
Anlaştılar tüm askerlerini toplayıp geri çekilmeye başladılar.
Rindêxan’ın ailesi, aşireti büyük bir utanç ve acıyla uğurladılar Rindê’yi.
Yüzüne bakamayacak kadar utanç doluydu herkes.
Böyle yola çıktılar…
Malabadi Rindê’nin ata topraklarının sınırlarının bittiği yerdi.
Ve Malabadi’ye ulaştılar.”
Anlattığım, şimdi Kürdistan’ın dört bir yanında dengbêjlerin dilinde söylenen bir destandır. Yaşanmış bir destan. O ay yüzlü, kömür gözlü Rindê. Özgürlüğe, topraklarına tutkun yiğit bir Kürt kadını…
Size bu geleneği esas alan, Rindexân’ın hikayesiyle büyüyen ve Kürt kadınının yiğitliğini her şeyiyle sergileyen bir arkadaşı anlatacağım…
Cafer karşımızdaki heybetli Herekol’u işaret ederek devam etti konuşmasına.
“1991-1992 kışında Herekol’un yamaçlarında üslenmiştik. O kış hayatımda gördüğüm en soğuk ve en çok kar yağan kıştı. Birkaç bölük birbirine yakın bir mesafede üslenmiştik. 25 Ocak gününe kadar yaşam kar yağışından dolayı zordu. En büyük operasyon ve savaşlardan olan 1992 Güney Savaşı’nın sona erdiği kıştı. Yaşanan şahadetler, toprağa düşen yoldaşlar, halen akıllardaydı. O hatıralar çok sıcaktı. Bu hatıraların yarattığı duygusal zorluk dışındaki zorluklar hiç birimizi etkilemiyordu. Ta ki o güne kadar.
Gece yarısıydı. Büyük bir gürültü koptu. Gök gürlemesinden çok daha şiddetli bir sesti. Dağlar yıkılıyor gibiydi. Uyanır uyanmaz hepimiz kendimizi mangalarımızın dışına attık ama dışarı çıkamayanlar vardı. Ortadaki kampımızın üzerine çığ düşmüştü. Eline küreği alan çığ düşmüş yere doğru koşuyordu. Kürek bulamayanlar da elleriyle… 2 metreye yakın kar vardı. Çığla birlikte bazı yerlere on metreye yakın kar yığılmıştı. Her taraf beyazdı. Onlarca arkadaş büyük bir hız, umut ve hırsla kazmaya başlamıştı. Geçen her zaman bir yoldaşımızı aramızdan alabilirdi. Bunun bilinciyle hızla çalışıyorduk. Zaman geçtikçe hızımız azalmıyor, geciktikçe daha da hızlanıyorduk. Saatlerin nasıl geçtiğini bilmiyorduk.”
Cafer durdu. Esmer tenli, kısa boylu, orta yaşlı gerilla anlattıkça o anları tekrar tekrar yaşıyor gibiydi. Cafer’i pür dikkat dinliyorduk.
Bahardı. Çiçekler açmış her yan yeşermişti. Katolar baş döndüren bir güzelliğe bürünmüştü. Cafer o güzel bahar havasından derin bir nefes aldı ve anlatmayı borç bilir gibi devam etti.
“Saatler geçti. Birer birer arkadaşlarımızın cansız bedeniyle karşılaşıyor olsak bile belki diğerini kurtarırız diyerek hırsla kazıyorduk. Sonunda 12 arkadaşımızın cansız bedenini kar altından çıkardık. Herkes elinden gelen her şeyi yapmıştı ancak 12 yoldaşımızı yitirmiştik.
Çığ altından çıkardığımız arkadaşlarımızı gömmek için uğraşırken bir arkadaş yere yığıldı. Arkadaşlar hemen ne olduğunu anlamak için başına koştular. Sağlıkçı arkadaş nabzının düştüğünü söyledi. Yere yığıldıktan birkaç dakika sonra gözleri kapandı. Bir arkadaşımız daha şahadete ulaşmıştı.”
Cafer sustu. Gözlerinde hüzün vardı. Dinleyenlerin gözlerinde de hüzün birikmişti Duygu yüklü bir ortamdı. Cafer yirmi yılı aşkın süre önce yaşanan o anlardaki duyguları bizlere de yaşatıyordu. Kim demiş ışınlanma yoktur, zaman yolculuğu yoktur diye! Hepimiz Katoların 2012 baharından Herekol’un 92 kışına gitmiştik.
Cafer devam etti; “Şahadete ulaşan Cahide yoldaştı. Cahide yoldaş arkadaşları kurtarmak için on saattir karda var gücüyle çalışan arkadaşlardandı. On saati aşkın süredir durmadan, hırsla çalışıyordu. Ümitle. Cahide yoldaş kan kanseriydi. Buna rağmen tüm gücüyle, hiçbir şeye aldırmadan çalışmıştı. Hem o hastalığın hem de on iki yoldaşın şahadetinin verdiği acı birleşince dayanamadı.
Yanımda oturan Hasan adlı etine dolgun, orta boylu gerilla dayanamayıp sordu;
Cahide arkadaş kimdi?
“Aramızda en eski gerilla o idi. Batman’lıydı. Rindêxan’ın topraklarında doğmuştu. O’nu anlatan dengbêjleri dinleyerek büyümüştü. PKK’nin kurulduğu yılın ertesi yılında 1979’da katılmıştı. Bir süre Batman faaliyetlerini yürütmüştü. Kürdistan’daki ilk özerk, sosyalist belediye ve yerel bölge olan Batman’ın örgütlenmesinde büyük çabası vardı. Daha sonra katledilen Edip Solmaz’ın belediye başkanlığını yaptığı Batman, o günlerde mutlu günler yaşıyordu. Herkes köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak örgütleniyor. Herkes eğitim çalışmaları, örgütlenme çalışmalarına aşkla katılıyordu.
Demokratik özerklik tohumları ilk buralarda atılmıştı. Ve hızla boy veriyordu. Yeni bir şey değil demokratik özerklik. İsmi geçmişte farklı olsa da istenilen, yaşanılan şeydi demokratik özerklik. Ve büyük bir aşkla sahiplenilmiş bir yaşamdı halk tarafından. Burada emeği olanlardandı Cahide arkadaş.
Lübnan sahasına eğitim amaçlı gitmişti.1982 yılında eğitimini tamamladıktan sonra Güney Kürdistan’da parti faaliyetlerine katılmıştı. Burada HRK ve ARGK’nin ilk yayın organı Peşmerge dergisinin çıkartılması çalışmalarına katılmış, bu alanda yedi yıla yakın kalmıştı.
15 Ağustos hamlesiyle birlikte Cahide yoldaş sıcak savaşa katılmak için sürekli kuzeye gitme önerileri yaptı. 1989’da önderlik onu Mahsum Korkmaz Akademisi’ne çağırdı. Burada 2.Ulusal Konferans hazırlık çalışmalarına katıldı. Daha sonra Önderlik, Cahide yoldaşı “Dengê Artêşa Gel” dergisinin çıkarılması için görevlendirmişti ve Cahide arkadaş 1991 yazına kadar bu çalışmayı yürütmüştü. 1991 yazında da çok istediği Botan’a gelmişti.
Besta’da gerilla birliklerinin eğitimleriyle ilgilenmiş, bu arada yazmaya da devam etmişti Cahide yoldaş arkadaşlara yaklaşımında, yaşama katılımında bir tanrıça gibiydi. Bilge bir kadındı. Bulunduğu ortamda müthiş bir saygınlık tesis ediyordu. Saçlarına aklar düşmüştü. Cahide yoldaşın ak saçları, çocuk saflığındaki gözleri ve yüzü halen…”
Cafer tekrar durdu. Derin bir nefes aldı. Bizlere baktı. Aramızda bulunan kadın gerillalara baktı. Rindêxan’dan Cahide’ye, Mizgin’e, Beritan’a Zilan’a, Viyan’a ve şimdi dağlarda kavgaya tutuşmuş binlerce kadın gerillaya özgür, asi Kürt kadın geleneği devam ediyordu.
Bunları hatırladı herkes. Böyle bir hareketin içinde olmanın gururuyla gözleri ışıldadı.
Gülümsediler.