HABER MERKEZİ
Toplumsal sorunların elbette bütünsel olarak devrim sorununda düğümlenmeleri anlaşılırdır. Devrimi değişik tanımlamaya çalışacağım: Ortadoğu uygarlık tarihini, bir yönüyle karşı-devrim tarihi olarak yorumlayabiliriz. Neye karşı-devrim? Uygarlık sisteminden dıştalanan tüm toplumsal unsurlar için bir karşı-devrim. Kadına, gençlere, tarım-köy toplumuna, konar-göçer kabile ve aşiretlere, gizli mezhep ve inanç sahiplerine, köleleştirenlere karşı-devrim. Uygarlık kendi öz çıkar güçleri için yeni bir düzen veya devrim iken, karşıt güçleri için yıkım ve karşı-devrimdir.
Benim için devrimin anlamı, uygarlık sisteminin sürekli alan ve uygulamasını daralttığı ahlaki, politik ve demokratik toplumun yeniden ve daha geliştirilmiş olarak bu niteliklerini kazanmasıdır. Bir Marksist, sosyalist için devrim “sosyalist toplum”dur. İslam devrimcisi için “İslami toplum”dur. Burjuva için “liberal toplum”dur. Aslında böyle toplumlar yoktur. Bunlar adlandırmalardır, Ortaçağda olduğu gibi. Toplumlar birer ideolojik etiket takılarak nitelik değiştirmezler. Örneğin bir sosyalist Sovyet insanıyla, liberal Avrupalı insan arasında köklü farklar olmadığı Sovyetlerin çözülüşünden sonra yeterince anlaşılmıştır. Bir Hristiyan ile Müslüman arasındaki dinden kaynaklı farkların yaşam üzerindeki etkileri son derece cüzi’dir. Eğer toplumlar arasında niteliksel bir ayrım yapılacaksa bu, ancak tanımlamaya çalıştığımız ahlaki, politik ve demokratik toplum nitelemesi temelinde yapılabilir. Köklü farklılıklar bu kavramlar ve yansıttıkları olgularla daha gerçekçi olarak belirlenebilir. Şüphesiz daha ahlaki, politik ve demokratik olan toplumlar özgürlüğü ve eşitliği yaşama olanaklarına daha fazla sahiptirler. İsteyen buna sosyalist toplum da diyebilir.
Kapitalist modernite sorun çözme aracı değil
Ortadoğu toplumunun gerçekçi bir yorumu yaşanması gereken devrimin ahlaki, politik ve demokratik niteliklerini tespit etmekte güçlük çekmez. Denenen tüm geleneksel ve modernist ideolojilerin, durumu daha da sorunlu hale getirdikleri, gelişmelerden anlaşılabilir. Bu sonuçlar politik ve ahlaki demokrasinin olmazsa olmazını kanıtlamaktadır. Demokratik siyasetsiz dolayısıyla ahlaktan da yoksun toplumun temel devrim sorunu bu nitelikleri kazanma sorunudur. Devrim sorunu bu temelde konunca siyasi program, stratejik ve taktik mevzilenmeler, doğru pratik adımlar da buna göre belirlenebilir. Bu tarz bir devrim anlayışı İslami, sosyalist, milliyetçi devrim yaklaşımlarından çok farklıdır. Son tahlilde bu yaklaşımlar kapitalist modernite içinde özellikle ulus-devletle sonuçlanmaktan geri kalmazlar. Kapitalist modernite ise sorun çözme aracı değil büyütme ve tüm topluma yayma aracıdır.
Tersine devrim; ahlaki, politik ve demokratik alan uygulamalarında mesafe aldıkça kapitalist moderniteden uzaklaşma ve demokratik moderniteyi somutlaştırmaya başlar, gelişir. Devrim sorununa ilişkin bir farklılığı da yaşam ve eylem tarzında belirlemek önemlidir. Düz çizgisel yaklaşımlar ne kadar hatalıysa; teori-pratik ayrımlarını fazla açmak da hatalı eylemlere götürür.
Çok iyi bilinmesi gerekir ki devrim öncesi ve sonrası için farklı yaşam biçimleri yoktur. Özellikle bir devrimci için. Eylem insanı olduğu kadar teorik donanım birlikte yaşanır. Ahlaki, politik ve demokratik nitelikleri günlük yaşamında söylem ve eyleme yansıtmayana devrimci denemez. Bunların devrimci militanca bir yaşamı olamaz. Ayrıca sadece direnişçilikle, toplumu öz savunmayla eylemci olunamaz. Öz savunma savaşı, her tür direnişçilik; ahlaki, politik ve demokratik toplum inşalarıyla bütünleştirilemezse kalıcı başarı şansı olamaz.
Kendi tarihi değerlerine uygun olarak bütünleşmeli
Toplumun sorunları nasıl bir bütünlük arz ediyorsa devrimin ve devrimcinin de tüm söylem ve eylemlerinde siyasi program, strateji, taktik planlamayı iç içe yaşaması gerekir. Yaşam akışkanlığı bir bütündür. Kopuk aşamalarla yaşayabileceğimizi sanmamalıyız. Eğer bazı tarihi örneklerden ders alacaksak; Zerdüşt, Musa, İsa, Muhammed örnekleri son derece öğreticidir. Bu örnekler Ortadoğu toplumları için devrimlerin ve devrimcilerin nasıl bütünlüklü, yoğun tempolu, ilkeli ve pratik olmaları gerektiğine dair binlerce yıl önceden bizleri uyarmaktadırlar. Ortadoğu devrimleri kapitalist modernite kalıplarına göre değil, kendi tarihi değerlerine uygun olarak ama güncel bilimle bütünleşerek başarılı olabilir.
Sonuç olarak Ortadoğu toplumunda bunalım ve sorunları üç aşamada özetlemek mümkündür. Birinci aşama; M.Ö. 3500’lerde kendini iyice belli eden hanedan, hiyerarşi, kent, iktidar, devlet ve sınıf olgularının etrafında gelişen merkezi uygarlık sistemi, toplumsal sorunların kaynağıdır. Bu sürece dıştan kabile sistemi, içten İbrahimi ve Zerdüştik dinsel sistemlerle yanıt verilmeye çalışılmıştır. İkinci aşama; İslami uygarlıkla son çıkışını yapan merkezi uygarlık sisteminin MS 1200’lere doğru biriken sorunlarına karşı Rönesans girişimlerini tam başarmayıp İtalyan Yarımadasındaki kent uygarlık çıkışlarına öncülüğü kaptırmakla bunalım ve sorunlarının daha da derinleşmesini yaşama sürecine girmiştir.
Günümüze doğru “Şark Sorunu” adı altında yaşanan üçüncü aşama; Avrupa’nın merkezi uygarlık sisteminin hegemonyasını ele geçirmesi ve bölgeye yönelmesiyle birlikte 1800’lerden itibaren yaşanmaya başlanmıştır. Kapitalist moderniteye dayalı gelişen geleneksel ve modernist çözüm arayışları ise sorunların daha da ağırlaşmasıyla sonuçlanmış, kriz, soykırım ve intihar eşiğine kadar varan olumsuzluklara yol açmıştır.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.