HABER MERKEZİ
Toplumsal doğaya nasıl bakmalı? Yöntem açısından bile büyük sorun yaşanmaktadır. Denenen tüm yöntemler tarihin en büyük yıkım savaşlarına, krizlerine, çevre, işsizlik ve açlık sorunlarında bile anlam getirememişlerdir. Belki yöntem sahiplerinin bunda ne sorumluluğu var denilebilir. Şu cevabı vermek mümkündür; sosyal gerçeklik bir bütündür. Bilim cephesi en az savaş cephesi kadar tüm gelişmelerden sorumludur. Eğer bu sorumluluğu duymuyorsa zaten bilim ahlakından yoksun demektir. Sistemin basit bir aracıdır. O zaman değil sınıf savaşları adına konuşmak, bilimsellik ideasında da bulunma hakkı olamaz. Bilimin en temel vasfı doğruluk ideasıdır. Bilim ahlakının tarihsel abidesi Bruno’yu (MS.1600’de Roma’da yakılan) bu konuda örnek olarak sunmanın tam yeridir.
Doğruluk inancını, yakılma pahasına savunmadan, asla bilim aşkından (bilim insanının olmazsa olmazıdır) bahsedilemez. Bilim aşkı olmadan da bilim insanı olunamaz. Hallacı Mansur farklı bir örnek olarak sunulabilir. Dönemindeki hayati sorunlara çözüm olamayan her bilim insanı en az cephedeki asker kadar başarısızlığının karşılığını ya ölüm ya esir olmayla ödeme ahlakiliğini göstermedikçe ve kabul etmedikçe bu sıfatı hakkıyla taşıyamaz. Siyasetçi için de bu söylem aynen geçerlidir hatta daha fazlasıyla. Çünkü siyaset, toplumsal sorunların ana çözüm karargahıdır. Rant peşinde koşma aracı değildir. Bu duruma gelmiş gerçekten siyasetçiyse sadece kovulmayı değil, ölümden beter bir sonucu sırtında taşıyan bir Sisphos’tur. Atom bombasını yemiş bir insanlık hala doğru bir sonuç çıkaramıyorsa ölmüş bir insanlıktır. Aksini idea edenler asla insancıl toplum yaşamını tanımayanlardır.
Sadece sınıf, ulus olgusunu değil, öncelikle toplumsal doğayı yeterince tanımayanlar ne bilim insanı ne siyasetçi olabileceklerini iyi bilmek durumundadırlar. Söylemek istediğim bilimsel, siyasetsel sorumluluğun, ahlakiliğin çok önemli olduğudur. Bu satırları en ağır hücre içinde hücre cezası koşullarında yazıyorum. Beni ayakta tutan tek değerin bilim aşkı olduğunu, bilim aşkı dışında ölüm dahil en ağır yaşam acılarını dindirecek başka bir çarenin olmadığını belirtmek insanlık borcumdur.
Sınıf ve dinsellik arasındaki somut gerçekliği kavramlaştırmak için yine orijinal kaynağına ineceğim. Kent ve devlet oluşumu kadar sınıf ve ideoloji üretimi açısından Sümer örneği çok çarpıcı ve öğreticidir; Greko-Romen kaynağından çok daha kapsamlı düzeyde üstün öğreticilik unsurlarını taşımaktadır. Sınıf ve ideolojisini, Avrupa kapitalizmini orijinal kabul edip incelemek sadece Marksizm için değil, tüm ideolojik (bilim ve felsefe dahil) çalışma yürütenler için büyük bir handikap teşkil eder. Toplumsal gerçekliğin en sonuncu türevinden, orijinali kadar doğru sonuç çıkarılamayacağı çok açıktır. Rahip demekten ziyade ideoloji, bilim ve felsefeyle uğraşanlar anlamında Sümer ideologları deyimini kullanmaya çalışacağım. Somuttan soyuta yöntemini tercih edeceğim.
Aynı zamanda ideolojik karargah olan Ziguratlarda ekonomi, siyaset ve savunma işleri düzenlenirken bu çalışma ekonomidir, bu siyaset ve savunmadır demiyorlardı. Birbirlerinden de ayıramıyorlardı. İnsanlar çalıştırılıyor, üretim alanları savunuluyordu. Siyaset planlanması (güncel deyimiyle ekonomi-politik) da yapılıyordu. Tarz çok somuttur. Hepsi bütünlük içindedir. Ziguratı inşa etmeden ekonomi-siyaset-savunmanın olacağını herhalde zihinlerine bile getiremiyorlardı. Zigurat öncelikle bir ideoloji üretim merkezidir. Burada kavramlar ve inançlar inşa edilirdi. Kavramlar ve inançlar büyük ihtimalle uzantısı oldukları binlerce yıllık Verimli Hilal’in neolitik toplumundan derleniyordu. Fakat o toplumu aşma sorunları vardı. Dolayısıyla aldıkları kavramın, inanç ve kurallarını olduğu gibi kullanamazlardı. Dönüştürmeleri gerekirdi. Önlerindeki toplumsal inşada verimlilikten kaynaklanan artık-üründen aslan payına el koyanlar da vardı. Karın tokluğuna çalıştırılanlar da, ayrıca savunmacılar da gerekliydi. Her an içten ve dıştan bir isyancı çıkabilirdi. İnşa edilen düzen böylesine bir şeydir. Sorumluluğu ağır. Eşit ve özgür kabile insanından her bakımdan farklı bir toplumsal inşa söz konusudur.
İnsan bireyi ve toplumu zihniyet ve inanç toplumudur. Zihniyetsiz ve inançsız insan toplumu hiç olmamıştır. O halde zihniyet ve inanç öncelikli konudur. Bu yönde başarılı olmadan toplum çalıştırılamaz. İdeolojik yaratım bu öncelikli görevi başarıyor. Sümerli ideologların icatları biliniyor.