HABER MERKEZİ
Ortadoğu’da yoğunlaşan küresel krizi anlayabilmek için merkezi uygarlığın Avrupa’daki dönüşümünü kavramak kilit öneme sahiptir. Nasıl ki ortaçağ Ortadoğu’sunu kavramadan uygarlığın Avrupa’ya kayışını, dönüşüm geçirmesini ve hegemonik güçlere kavuşmasını anlayamasak, günümüz Ortadoğu’sunu kavramak için de uygarlığın Avrupa serüvenini kavramadan bu anlayışa erişemeyiz. Aralarında çok sıkı bir diyalektik ilişki mevcuttur. Önceki bölümlerde açıklanmaya çalışılan Ortadoğu merkezi uygarlık sisteminin Avrupa’ya neden ve nasıl taşındığına ilişkindi.
Avrupa’ya taşınan merkezi uygarlığa ilişkin cevaplandırılması gereken temel soru; sanayi devriminin neden ve nasıl başladığıdır. Savunmamın daha önceki bölümlerinde bu soruya çok yönlü kısmi yanıtlar verildiğinden çok gerekmedikçe tekrarlamamaya ve bazı farklı yönlerden cevaplar geliştirmeye çalışacağım.
Karl Marks’ın düştüğü hataya düşmemek için öncelikle sanayi devrimi ve sanayi kapitalizminin doğasını, tarihsel ve sosyolojik anlamına erişmek gerekir. K. Marks kapitalizmi ekonomik bir olgu olarak incelediğinden emindi. Nasıl ki fizik, kimya başta olmak üzere yeni bilimler olgulara dayalı olmak durumundaysa, toplumu da bir olgu olarak ele almak ve ekonomik bakış açısıyla çözümlemek kendisine en temel bilimsel yaklaşım olarak geliyordu. Geleneksel din ve felsefi yaklaşımlar kadar kendi dönemindeki Alman idealist felsefe akımları, Fransız toplumcu yaklaşımlarıyla, İngiliz ekonomik-politik okulları tatminkar değildi. F. Engels’le birlikte “bilimsel sosyalizm” dedikleri okul üzerinde çıkış yapmaya çalıştıkları çokça bilinmektedir. Şüphesiz başlattıkları “zihniyet devrimi” inkar edilemez. Duygu olarak da zaferini ilan etmekte olan kapitalizme karşıt idiler. Hem de ona karşı tüm tarihsel çıkışlar gibi örgütsel olarak da tavır alma gücünü göstermekten çekinmediler.
Günümüz biliminin vardığı en önemli sonuçlardan biri, hakikatin (anlaşılmış gerçeklik) tarihsel ve toplumsal karakteridir. Şüphesiz tarihsellik ve toplumsallık, evrensellik ve tekillikten kopuk olmadığı gibi, tam tersine gerçekliğin anlaşılma serüvenindeki (Hegel’deki evrensel zeka serüveni dikkat çekicidir) cehdinin yoğunlaşmasını ve sonuca erişimini ifade eder. Dolayısıyla K. Marks’ı ve ekolünün bu serüvendeki konumunu yetkince tespit etmek önem taşımaktadır.
Bilimsel sosyalizmi kapitalizm karışsında yenilmiş bir akım olmaktan ziyade yetmez bir ekol olarak düşünmek daha anlamlıdır. Çünkü başardıkları vardır. Gerekli olan başarmadıklarına ilişkin ideallerindeki yanlışlık ve yetmezliklerin açıklanmasıdır. Savunmamda bu yönlü açıklamalarım vardır. Tekrarlamak yerine, yine gerekirse yeni ve daha bütünlüklü bir eleştirel yaklaşımla tavrı sürdürmektir. Bunu yapmaya çalışıyorum.
En başta sanayi devrimini bir ekonomik devrimden ziyade bir ideolojik ve politik devrim olarak düşünmek bana daha açıklayıcı gelmektedir. Hatta askeri yanı ağır basan bir devrim olarak algılamadıkça ne Avrupa’nın uygarlıksal çıkışını, ne de temel aldığı kapitalizmini yetkince anlayabiliriz. Sondan söylenmesi gerekeni başta söylemeliyim ki merkezi uygarlık güçleri Avrupa kapitalizminin sanayi devrimiyle tarihinin en büyük ideolojik, politik ve askeri seferberliğini gerçekleştirme ve küreselleştirmeleriyle karakterize edilebilir. Avrupa uygarlığının tarihsel tanımı budur.
Sanayi devrimi ideolojik, politik ve askeri hegemonyanın bir aracı olarak, tarihsel ve toplumsal bütünlük içinde kavranmadıkça çağımızı yetkince kavramak mümkün değildir. Bu gerçekliğin kavranması için toplumların içinde, aralarında yol açtığı savaşlarla, çevreye karşı açtığı savaşımın bilançosunu özce derlemek yeterlidir. Tüm tarihsel ve toplumsal serüvenlerde sanayi devrimi temelinde gerçekleştirilen savaş bilançosuna erişilemediği, daha vahimi çevre yıkımını ilk defa toplumun sürdürülemez sınırlarına taşıdığı insanlığın en çok bilincine vardığı hakikat olduğu inkar edilemeyecek kadar açıktır. Olağan dışı ideolojik aygıtlarla ve iktidar olanaklarıyla giriştiği toplumu körleştirme söylem ve eylemlerine karşın hakikatin kendisi küresel kriz olarak ona karşı söylem ve eylem olarak günlük yaşamda varlığını sürdürmektedir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır