Sosyalist Gençlikler Federasyonu (SGDF) Eş Başkanı Okan Danacı, Türk devletinin yaşadığı krizlerin düzen içi yolla çözülemeyeceğini belirterek, “Kopuş, düzen içi mücadele anlayışından ve “sınırlı devrimcilik” pratiklerinden tamamen kopuşmaktır. Hedefine AKP-Saray iktidarını geriletmeyi, onun tek adam rejimini, politik İslamcı faşist diktatörlüğünü sonlandırmayı koyan ve politik özgürlüklerin kazanılması mücadelesiyle kendi geleceğinin kendi yaratma iddiasıyla örgütlenen bir gençlik hareketinin başarabileceğini, devrimi kazanabileceğini düşünüyoruz” diye konuştu.
HABER MERKEZİ – 68’in 50. yılını geride bırakıyoruz. O dönem açığa çıkan gençlik enerjisi ruhunu nasıl değerlendiriyorsun?
– Genel olarak 68’de dünyada nasıl bir atmosfer vardı öncelikle buna bakmak gerekir. Dünyadaki siyasi ve ekonomik durum nasıldı?
Buradan baktığımız zaman, büyük 1929 Buhranı’nın ardından 40’larda yeni bir savaşın yaşandığını, kapitalizm krizlerini aşmaya ve yayılmaya çalıştığı ve bunun da savaş ve işgallerle yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Buna paralel biçimde doğal olarak emperyalizmin de daha fazla gelişmeye başladığı ve nüfuz alanının genişlediğini görüyoruz. Temel çelişkilerden birisi de o dönemde, tabi ki emperyalizmdir. Ekonomik ve siyasal çelişkilerin derinleştiği bir dönemden bahsedebiliriz.
Bu çerçevede dünyanın birçok yerinde anti-emperyalist, anti-kapitalist hareketler gelişiyor. Bu hareketler özellikle ABD ve diğer emperyalist ülkelere karşı hareketler. O dönem dünyadaki durum biraz böyle. Özellikle ABD’nin Vietnam işgali, dünya çapında bir tepkiye sebep oluyor.
Özellikle hareketlerin çıkış noktası Amerika’da gençlerin “Savaşa hayır”, “Savaşa gitmek istemiyoruz” savaşı reddeden eylemleri ve kitle gösterileri hareketi bir yerden tetiklerken, diğer taraftan da Fransa’da gelişen üniversite öğrenci hareketiyle birlikte dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna kadar hareketlenmeler başlıyor.
Türkiye’de elbette bu hareketlenmeden etkileniyor ancak esas tetikleyicisi olduğunu söyleyemeyiz. Türkiye’nin daha özgün yanları var. Türkiye’de yaşanan ‘68 hareketi sadece dünyadaki yaşanan bu çelişkilerin yansıması olarak değil, daha özgün karakterli yanları olduğunu görmek gerekir.
Tabi ki ruhu gençtir. Özellikle üniversitelilerin merkezinde durduğu ve işçi-işsiz gençliğin de itirazı sonucu gelişen harekettir. Gençliğin dinamizmi hareketi karakterize etmiştir, onun karakteri antifaşisttir ve yıkıcıdır. Türkiye’de hareket antifaşist karakterli bir hareket olarak gelişiyor. Bugünden baktığımız zaman birçok şey söylenebilir, farklı değerlendirmeler yapılabilir.
68’i okurken her politik çevre daha farklı yaklaşımlarla ele alabilir. Bizde kendi çerçevemizden baktığımız zaman ve tarihin süzgecinden geçirdiğimiz zaman şunu görebiliyoruz. Antifaşist karakterli bir ‘68 hareketi gelişiyor ama bugün bu hareketin içini boşaltma ve pasifize etme çabaları mevcut. Sadece imgeleştiren ve duygusal-manevi dayanak haline getiren, onun mücadeleci ve kopuş pratiğini görmeyen anlayışlarla hesaplaşılması gerekir.
68’in en belirgin ve incelenmesi gereken, onun karakterize eden yanı olan “kopuşu” hazırlayan süreç, antifaşist mücadele zemini üzerinden yükseliyordu. ‘68 Gençlik hareketi, ruhunu ve devrimci yanını buradan aldığını düşünüyoruz.
“Gençlik hareketi kurucu misyon üstlenerek, 71’e yürüyor”
68 hareketinde bir sıçrama yaratan ve ’71 çıkışıyla açığa çıkan kopuşmayı nasıl değerlendiriyorsun?
– Bu kopuşu nasıl değerlendirmek lazım? ‘68 gençlik hareketi, emperyalistlerle yapılan anlaşmalar ve devletin NATO ve diğer emperyalist aktörlerle yaptığı işbirliği, bunun yanı sıra emperyalizmin Türkiye’de daha fazla kökleşmesine ve kurumsallaşmasına sebep olan politikalara karşı oluşan ciddi bir çelişki üzerinden gelişiyordu.
Sadece gençlik cephesinden değil, genel olarak toplumun bütün kesimleri tarafından böyle bir tepki gelişmekteydi. Dünyadaki gençlik hareketiyle yan yana getirdiğimizde Türkiye’de ki hareketin farkının ne olduğunu görmekte çok zorlanmayız. 70’lere doğru dünyada gençlik hareketi sönümlenirken, Türkiye’de tam tersine, devrimi bir zemin üzerinden, farklı bir düzleme taşındığını görüyoruz. Bunun sebebi tabi ki, çok esaslı bir ihtiyacın oluşuydu.
Ülkenin çok özgün sorunları vardı. Örneğin Türkiye’deki ezilen işçi ve emekçilerin, köylülerin, gençlerin, kadınların taleplerinin görmezden gelindiği, siyasetçilerin suikaste uğradığı ve katledildiği, temel hakların gasp edildiği ve baskının da sürekli olarak arttırıldığı 1955-60’lardan sonrada zaten Türkiye’de sivil faşist çeteler örgütleniyor, paramiliter kuvvetlerle kırdırtılmak üzere, toplumsal muhalefet ve ezilenlerin bütün mücadeleci bölükleri hedefleştiriliyor.
Böyle gelişen arka plan üzerinden bir hareketlilik var Türkiye’de. Bu, demokratik ve barışçıl mücadele araç-biçim ve yöntemleriyle, yani reformcu bir anlayışla çözümlenemeyeceğinin ortada olduğu anda gençlik hareketi kurucu bir misyon üstleniyor. Yıkıcı ve kurucu bir misyon üstlenerek, 71’e yürüyor. Düzen içi bir çözüm arayışı o dönem mümkün görülmediğinden ve gençliğin dünya devrimlerini öğrenmesi ve iktidara da göz dikmesiyle birlikte sorunların düzen içi çözülemeyeceğini anladığı anda, bu sorunun iktidar mücadelesinin kazanılmasıyla ilgili olduğu anlaşıldığı anda, aslında devrimci hareket içinde kuruluş misyonu üstlenerek, Deniz, Mahir, İbo gibi devrimci gençlik önderlerini yaratıyor.
O dönemin en önemli mirası, üç örgütün yaratılmasıydı. Kurulan bu örgütler ve onların mücadele anlayışı, devrimci eylem ve çizgileri, bugünün devrimci öznelerinin yaratılmasına muazzam bir zemin yaratıyor. Ve “kopuş” dediğimiz meselede, üzerine bastığı zeminde işte bu oluyor. Farklı tipte mücadele araç ve biçimlerinin kullanımı, antifaşist karakterli mücadelenin güçlendirmesi ve öncülük misyonun devrimci eylem ve ideolojiyle üstlenilmesi.
Deniz, Mahir, İbo onların en esaslı etkisi devrimci eylemleri ve bu hareketi sadece gençlik hareketi olmaktan çıkarıp bir devrim mücadelesinin özneleri haline getirmesi ve toplumsal muhalefetle, toplumsal mücadele dinamikleriyle birleştirmesi olmuştur.
1960 yılında bir darbe yaşandı ve ardından ‘68 gençlik hareketi, ‘71 devrimci çıkışı yaşandı. Bugüne baktığımızda 2015 tarihinde bir darbe girişimi yaşandı. Buralara bakarak bugünü nasıl okumak gerekiyor, gençlik hareketi olarak nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini ve gençliğin nasıl bir rol olması gerektiğini düşünüyorsun?
– Türkiye darbeler ülkesidir ve darbeler farklı tiptedir. Cuntalar, yayınlanan bildirgeler, muhtıralar, saray darbeleri. On yılda bir bunlardan birisiyle karşı karşıya kalıyoruz. Son yaşadığımızda bir Saray darbesidir.
Türkiye siyasi tarihine baktığımız zaman aslında hala bu tarihin bilinçli bir şekilde sürdürüldüğünü, yönetildiğini görüyoruz. Yani yönetilemediği anda toplum, devletin başvurduğu bir yöntem olarak darbelerle karşımıza geliyor devlet. Ya devletin kendi yaptığı bir darbe, ya da devlet içi bir kliğin-aktörün öne çıkarak yapmış olduğu darbeyle karşı karşıya kalıyoruz. Ama şunu da çok açık görüyoruz ki sistemin örgütlediği darbeler, toplumu hiçbir şekilde huzurlu hissettiremiyor, can, mal ve hak güvenliğiyle birlikte, özgür bir yaşam sunmuyor, çelişkileri çözemiyor, gelişen kitle hareketlerini durduramıyor.
Yani yaşanan sorunları çözen, gençlerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların, ezilen halkların, inançların, ulusal toplulukların, ulusların hiçbir sorununu çözen bir darbe görülemedi bugüne kadar. Bundan sonra da herhangi bir devlet darbesiyle, herhangi bir iktidar darbesiyle olmayacaktır. Ve bugüne kadar bu darbeler hiçbir bakımdan gençliğin geleceğini, özgürlüğünü, yaşamını garanti altına alamamıştır/alamayacaktır. Türkiye bakımından o yüzden darbelerin hemen ardından özel olarak bir gençlik hareketinin gelişmesi, hatta genel olarak bir kitle hareketinin gelişmesi çok olasıdır. Sadece gençlik hareketi değil, bir darbenin ardından sindirme politikasıyla toplum sindiriliyor, askeri bir güçle veya yasalarla-anayasal düzenlemelerle-kısıtlamalarla toplum sindirilmeye çalışılıyor.
Bu sindirme çabası ve yaratılan korku ortamı durdurabilir toplumu. Sokak eylemliliklerini, kitle hareketini geriletebilir. Ama çok açık rejim karşıtı bir öfke biriktirdiğini görüyoruz. Örneğin son yaşananlar, Saray darbesinden sonra aslında toplum sindirilmeye çalışıldı, Saray eliyle katliamlar gerçekleştirildi. Kitle hareketi geriletildi, geri çekildi ama rejime AKP’ye ve Erdoğan’a, Saray iktidarına karşı ve şuanda mevcut AKP-MHP cumhur ittifakına karşı, tepki durmuş değil. Bunu en somut 16 Nisan referandumunda gördük. “HAYIR” hareketinde gördük. Geçtiğimiz günlerde yaşanan cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili adaylar var ve süreç başladı.
Erdoğan’ın “tamam derse milletimiz, gideriz” demesinin ardından hemen “TAMAM” hareketinin gelişmesi, dünya listelerine girmesi, kitle hareketinin motivasyonunu yükseltmesinden de görüyoruz ki toplum bu darbenin ürünü olan veya darbeleri yaratan iktidarlardan memnun değil. Bunu değiştirmek istiyorlar. Bunun da tek alternatifi, devrimci bir mücadelenin gerçekliği, başka bir düzen yaratma iddiası, sokağı gören ve bu işi sokakta sürdürme ısrarı içinde olan bir harekettir.
Gençlik hareketi için de bu böyledir. Gençlik hareketi de üniversitede, liselerde veya gençliğin yaşam alanlarında kurmuş olduğu öz örgütlülükler, kendi sorunlarının öznesi haline gelen, mücadeleyi buralarda sürdüren, politikayla güçlü biçimde ilişkilenen ve toplumsal mücadeleye dâhil olan, akademik mücadeleyle sınırlanan mücadele tarzını aşarak politik mücadelenin öznesi haline gelen bir hareketin başarabileceğini düşünüyoruz. 68’inde işareti budur.
’68 bazen tarihçiler ve siyasetçiler tarafından da “elli yıl önce yaşanan bir olaylar dizisi ve tarihte bir kesit olarak kaldı”gibi söylemlerle anlatılıyor. Ama hayır, ’68 orda kalmadı. Bugün Türkiye’de ve Kürdistan’da bir gençlik hareketinden bahsedebiliyorsak, aslında bu gücünü tam da oradan alır. Örneğin Kobani, DAİŞ çeteleri tarafından düşürülmek istendiğinde, Türkiye’den binlerce genç Rojava’ya, Rojava Devrimi’ni savunmaya gitti.
Yine yerelden yüzlerce, binlerce genç orada Rojava devrimini sahiplendi ve savunmaya katıldı. Zamanında Deniz Gezmiş’in Filistin’e gittiği, Filistin halklarının yanında olmaya çalıştığı ve oradan öğrendiği mücadele hattı ve deneyimini Türkiye’de örgütlemeye çalıştığını görüyoruz. Yine Türkiye coğrafyasında bahsedebileceğimiz mücadele dönemeçleri vardır. Örneğin, bugün antiemperyalist mücadele dediğimiz zaman aklımıza hemen 6. Filo eylemleri gelir. Buradan baktığımız zaman ise tarihe, antiemperyalist mücadele hala sürdüğünü görüyoruz. Örneğin yakın zamanda Siyonist İsrail devleti ve ABD’nin işbirliği halinde (ABD Başkonsolosluğu’nun Kudüs’e taşınması) gerçekleştirdiği Filistin işgali ve hemen refleks olarak üniversitelerde gençlikten tepkinin geldiğini görüyoruz. Yani o dönemde yaşatılmış olan antiemperyalist ruh aslında bitmiş ve orda kalmış bir şey değil.
Sadece geçmiş bir tarih olarak değil, bugüne güç veren, gençlik hareketinin gücünü oradan aldığı bir ’68 olarak duruyor. Bugün sürdürmekte olduğumuz mücadele Saray iktidarına, politik İslamcı faşist diktatörlüğe karşıdır ve başka bir dünyaya duyulan özlemin kendisidir.
Politik özgürlüklerin kazanılması ve tek adam rejiminin durdurulması için antifaşist mücadelenin sürdürülmesi ve güçlendirilmesi, 68’in mücadele ruhu ve çizgisine denk düşecektir diye düşünüyoruz.
Bugün 68 ruhunu taşımak istiyorsak, 68’in “kopuş devrimciliği” dediğimiz, devrimcilik anlayışına layık bir devrimcilik yaratacaksak, düzen içi bir yol ve yöntemin aslında bugün yetmeyeceğini görmemiz gerekiyor.
Düzen içi muhalefet anlayışı belli hakları kazandırabilir, belli alanlarda genişleme yaratabilir ama esas olarak sorunları çözmeyecektir ve iktidar mücadelesinde kalıcılaşan bir etkiye dönüşmeyecektir. Türk devletinin yaşadığı bir dizi yapısal krizler vardır. Bu krizler düzen içi yolla derinleştirilemez ve bu çelişkiler düzen için anlayışlarla çözüme de kavuşturulamaz. İşte bu yüzden “kopuş devrimciliği” dediğimiz noktayı özetleyecek olursak şunu söyleyebilirim.
Kopuş, düzen içi mücadele anlayışından ve “sınırlı devrimcilik” pratiklerinden tamamen kopuşmaktır. Hedefine AKP-Saray iktidarını geriletmeyi, onun tek adam rejimini, politik İslamcı faşist diktatörlüğünü sonlandırmayı koyan ve politik özgürlüklerin kazanılması mücadelesiyle kendi geleceğinin kendi yaratma iddiasıyla örgütlenen bir gençlik hareketinin başarabileceğini, devrimi kazanabileceğini düşünüyoruz.
Kaynak: Özgür Gelecek