HABER MERKEZİ
Gezi’nin 5. Yılında Rojava
Bahoz Dağ
2013 yılının Haziran ayının ilk günlerine damgasını vuran Gezi Parkı işgaliyle birlikte o günleri görebilenler için hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bütün bir Türkiye’yi ve Kuzey Kürdistan’ı etkisi altına alan bir başkaldırıydı. Farklı muhalif kesimlerin bir araya geldiği iddiasıyla herkes büyük bir umutla meydanları, sokakları doldurdu, kendine ait olan üzerindeki hakkını iddia etti. Yıllardır mücadele yürüten demokrat, devrimci kesimler için emeklerinin karşılığı, hayatında ilk defa sokağa dökülenler içinse devrim niteliğindeydi.
Yaklaşık 2 haftalık bir süre boyunca milyonlarca insanın akın edip destek olduğu birçoklarının da “yerleştiği”, “özgürleştirilmiş” bir alan olmuştu Gezi Parkı ve Taksim meydanı. Barikatlarıyla, küçük ölçekli özyönetim deneyimiyle, doğrudan demokrasi prensibi ve her şeyden öte “kendiliğindenliği” ile uluslar ötesi bir ilham kaynağı oldu Gezi parkı deneyimi.
“Gezi’de şu oldu, bu oldu, şunlar olmadı” analizlerine düşmeden hayali kurulan şeyden ve bunun en yakındaki örneği olan Rojava’dan, Kuzey Suriye Federasyonu’ndan bahsetmek gerekiyor.
Arap Baharı olarak anılan ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu halklarının despot yönetimlere karşı ayaklandığı bir dönemde Suriye’de sürmekte olan iç savaş, nüfus ağırlığını Kürtlerin oluşturduğu Kuzey Suriye-Batı Kürdistan bölgesinde örgütlü halkın rejime karşı ayaklanarak 19 Temmuz 2012’de özyönetimini ilan etmesiyle bir devrime dönüştü. Köhne rejimin yerine kurulan yeni sistem Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm olarak Kürdistan ve Ortadoğu halkları için önerdiği doğrudan demokrasi sistemi oldu. Halk öncelikli olarak YPG ve YPJ öz savunma birlikleri ile özgürleştirdiği topraklarda komünler ve meclisler şeklinde örgütlenerek yönetimi devraldı.
Gezi deneyimi ile Rojava Devrimi arasındaki belki de en hayati farklardan birisi öz savunma anlayışı diyebiliriz. Yıllardır sürdürülen silahlı devrim mücadelesinden deneyimiyle Kürt Özgürlük Hareketi özgürleştirilen alanları büyük fedakârlıklarla korudu ve bütün saldırılara karşın da hâlen koruyor. Halk her gün
yeni alanları da bölgedeki egemen devletlerin saldırılarına rağmen özgürleştirmeye devam ediyor. Gezi’den alınabilecek en büyük derslerden bir tanesi özgürleştirilen alanları korumanın büyük bir örgütlülük ve her şeyden önemlisi de kapsamlı bir öz savunma anlayışı gerektirdiği oldu.
Haziran 2013’te İstanbul Taksim meydanı çevresine kurulan barikatlar ve bunları koruyan, parktaki hayatı örgütleyen sol hareketler aracılığıyla devlet fiilen alandan çıkarılmış ve kitlelerin büyük emekleriyle özgür bir yaşam kurulmuştu Gezi Parkı’nda. Kürdistan dağlarını özgürleştirmiş ve Rojava’da milyonlarca insanla özyönetimler kurmuş Kürt Özgürlük Hareketi için Gezi Parkı daha farklı bir anlam taşıyordu elbette. Abdullah Öcalan’ın öngördüğü “demokratikleşen devletler” yolunda küçük bir adım oldu. Giderek artan baskıcı rejimin ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü Türkiye şehirleri içinse kendine göre bir devrim niteliğindeydi. Bu iki özgürlük mücadelesinin arasında kurulan en güzel bağları ise Gezi Parkı eylemleri ile simgeleşen devrimcilerin Rojava devrimine katılmak için Kürdistan’ın yolunu tutmuş olmalarında görebiliriz.
Benim gibi Gezi Parkı eylemleriyle birlikte siyaseten aktifleşen Türkiyeli bireylerin gözünde “Gezi’nin olması gereken ama olamadığı her şey” aslında Rojava.
Bugüne kadar yüzlerce savaşçı ve binlerce gönüllü yoluyla Rojava devrimi enternasyonalist kimliğini çok ileri noktalara taşıdı. En son Afrin’e yönelik işgalci Türk Devletinin saldırılarına karşı tüm dünyada milyonlar sokaklarda tepkilerini ortaya koydu, devrime yerinde destek olmak isteyen devrimciler de silahlanarak işgale karşı cephenin yolunu tuttu.
Her anlamda Gezi Parkı eylemlerini kat be kat aşan bir mücadeleden bahsediyoruz doğal olarak. Ancak bu yine de Gezi eylemleri sürecinde isyan eden, ayaklanan ve örgütlenme potansiyelini ortaya koyan gençlik gerçekliğini de görmezden gelmek için bir sebep değil.
Egemenler de bunu çok iyi bildiği için bütün bu hareketlerin arasındaki bağı muğlaklaştırmaya çalışıyor. Bütün bu politikalara karşı 5. yıldönümünü andığımız şu günlerde Gezi deneyiminden “bağzı şeyleri” hatırlayarak Rojava devrimine bakışımızı genişletmemiz gerekiyor.
Çok da siyasetle ilgilenmemiş, devrim yoluyla iktidarın devrilebileceğini hayal edememiş insanlar Gezi eylemleriyle geçmişteki toplumsal hareketler arasındaki bağı da kuramadılar haliyle. Sel olup, kenetlenerek zalim polis güçlerini püskürten halk, yanı başında Rojava’da yaşananların benzerliğini göremedi. Sömüren ve sömürülen arasında üzerine düşen sorumluluğu alamadı. Kimse de bu bağın kendiliğinden kurulmasını beklememeli zaten. Bu bağı yine devrimciler ve öncüler kuracak ve belki de içinden geçtiğimiz bu karanlık günlerden Rojava’dakine benzer bir devrimle çıkacağız. Belki bu sefer “bu bir sivil ayaklanmadır, biz silahlı bir devrim yapmıyoruz” diyerek kitleleri pasifleştirmeye çalışanlara gençlik en güzel cevabı verecek ve devrimci potansiyelini iktidarı devirme ve halkların kardeşliğini inşa etme yolunda kullanacaktır. Bir taşı, bir molotof kokteylini bile çok gören karşı devrimci tavrın yerini silahlı devrimci halk savaşı alacaktır. Rojava’dan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nden öğrenilebilecek şeyler sonsuz ve devrimi gerçekleştirebilmek için gerekli araçlar da önümüzde duruyor, bunu örgütlemekse bize düşüyor.