HABER MERKEZİ
Kapitalist modernite; iktidarı ve karı-sermayeyi azami biriktirmek kadar bağlantılı olarak hakikatin yabancılaştığı sistemi de tanımlar. Sistem olarak doğuşu çok kanlı hakikat savaşları gerektirdiği gibi sürdürülmesi de tarihin gördüğü en büyük savaşları beraberinde getirmiştir. Sistemin savaşları sadece iktidar ve sömürü savaşları olmayıp çetin hakikat savaşlarıdır. Uygarlık sistemlerinin en gelişmiş küresel devamı olan kapitalist modernite, toplumsal anlamlılığı ve hakikatini ezdiği, çarpıttığı ve kararttığı oranda gerçekleşir. Sistem içinde kar ve iktidar azamileştiği oranda toplumsal yaşam hakikatinin alan ve anlam kaybı minimumlaşır. Toplumsal yaşam sadece iktidar ve kar hırsının kurbanı olmaz. Hakikatin tüm ifade biçimlerinde ağır bir yabancılaşmayı yaşar. Toplum hem anlam hem hakikat olarak tam bir tasfiye süreciyle karşı karşıyadır. Tüm gerçeklerinin yerine iktidar ve sermayenin gerçekleri ikame edilmiştir.
Modernitenin birinci sacayağı olan kapitalizmin kendisi sistem olma şansını yakaladığı zaman tarih öncesi ve sonrasının ana toplumsallıklarını tasfiyeyle işe başlamıştı. Öncelikle “cadı kadın avı” sloganı altında kadın toplumsallığının ayakta durmaya çalışan gücünü ateşte cayır cayır yakmıştır. Cadı kadın avı sermayeden bağımsız düşünülemez. En derin kölelik olarak kadın üzerindeki hegemonyasını inşa etmek için bu yakma sahneleri son derece işine gelmiştir. Eğer günümüzde kadın en kahpeleşmiş haliyle sistemin hizmetindeyse bu hale gelişinde çıkış aşamasındaki yakılışlarla sıkıca bağından ötürüdür. Yakılmanın anıları kadını Avrupa’da erkeğin sınırsız hizmetine sokmuştur. Sistem, kadından sonra tarım-köy toplumsallığını da acımasızca yıkmıştır. Komünal, demokratik yanı ayakta kaldıkça azami iktidar ve kar sağlanamayacağından bu toplumsallığın hedeflenmesi kaçınılmazdı.
Modernitenin ikinci sacayağı ulus-devlet tarihte eşi görülmedik bir hakikat yontucusu güç olarak daha tanımlanabilir. Hiçbir toplumsal patoloji, ulus-devlet kadar toplumsallığı, toplumsal mühendislik adına (Demiorg = mimar tanrı) homojenleştirip yaşamsallığından kopartmamıştır. Modernitenin ilericilik (tanrısal kıyamet inancının moderncesi) kisvesi altında en kutsal toplumsal yaşam farklılıklarını (yaşam = farklılık olduğu halde) yontup un ufak etmesi, tekçi yapılar üretmesi faşizmin kendisidir. Faşizm, toplumsal hakikatin bittiği yerde ortaya çıkan toplumsal patolojidir. Ulus-devlet iktidarı ve sermaye tekelciliği olmadan asla üremez. Ulus-devletin kutsallaştırmaya çalıştığı sınırlar, vatan, millet, bayrak, marş, yurttaş kavramları gerçek toplumsal kutsallığa ihanet etmeyle bağlantılıdır. Tekçi vatan, millet, yurttaş inşaları tüm çağlar boyunca yaşanmış bir insanlığı kasap gibi doğramakla mümkündür. Ulus-devletin içerdiği dinci, milliyetçi, cinsiyetçi ve “bilimci” iktidar çoğaltımı karşısında toplumsal hakikatler zerresine kadar tecavüze, işgale, inkara uğramış durumdadır. Nietzsche, Foucault, Adorno başta olmak üzere hakikat adına kıyamet koparmaları, modernitenin iğdiş edilmiş, toplumsal olmaktan çıkarılmış birey olduğuna dair açıklamaları bu gerçekliği anlatır.
Modernitenin üçüncü sacayağı endüstriyalizmin ekolojik yaşamın imhası anlamına geldiği tamamen açığa çıkmış bir hakikattir. Sadece eko-çevrenin değil, toplumsallığın ancak onunla varlık kazandığı gerçeğinin de imhasıdır. Çevresini her gün yitiren bir toplum, yaşamını parça parça kaybeden, canavara yediren toplumdur. Endüstriyalizm milyonlarca yıllık direnişle inşa edilmiş bir insan toplumsallığını bu uzun süre karşısında bir an sayılabilecek kısa bir aralık içinde tasfiye edilmesinde kapitalizm ve ulus-devletin suç ortağıdır. Endüstriyel toplum adına (kapitalizm ve ulus-devletin desteğiyle) gerçekleştirilen toplumsal cinayetler kadar hiçbir bir savaş kadar bu denli cinayetler, ölümler gerçekleştirmemiştir. Toplumsallığı yaralayıp hastalığa mahkûm etmemiştir.
Kıyamet, mahşer kavramının bir anlamı varsa herhalde modernite denilen bu üçayaklı canavarın insan toplumsallığını, onun ve anlam ve hakikatini yok ettiği ahir zamanı anlatmak istemiş olsa gerek!
Ortadoğu’da sosyal yaşamın yeniden tanımlanması için kabaca kavramsal ve kuramsal çerçevesini sunmaya çalışmamın asıl nedeni, “toplumsal yaşam nedir?” sorusuna yanıt geliştirmek içindir. İnsanın öz yaşamına ilişkin tuhaf bir yaklaşımı vardır. Sanki ezelden ebede kadar bir çizgide veya döngüde yaşandığını sanır. Köklü bir yanılgıdır. En anlamlı yaşam şansına sahip olduğu halde en yanılgılı tür olması sadece doğanın değil sanırım daha çok tahakkümcü toplumda kendini gösteren bir oyundur. Hiçbir canlı türü insan kadar yanılsamalı değildir. Çok tuhaf bulduğum kadar ilginç bir oyundur bu benim için.
İnsan yaşamının olmazsa olmazı toplumsallığıdır. Bu konu üzerinde çok ısrarlı durmamın birinci nedeni henüz sosyal bilimce bir tanımlanmasına girişilmemesi, girişim denemeleri olsa bile anlamı ve hakikat değeri bir bilimselliğinin sağlanamamasıdır. Örgütsel inşasının ve toplumsallaştırılmasının başarılamayışıdır. İkinci ve daha önemli neden kapitalist modernite liberalizminin birey ve bireyciliği anti-toplumsal temelde yere ve göğe sığamayacak denli abartılı inşası ve canavarlaştırılmasıdır. Mevcut haliyle bireycilik sadece sürdürülemez değildir. Yaşanılmazdır da. Hiçbir canlı türünde gözükmeyen her türlü sapıklığa açık bireyci yaşam için ne toplum ne gezegenimizin dayanma gücü kalmamıştır. Öyle bir sapık haline getirilmiştir ki günün 24 saatinde insan öldürmekten, seks, spor, sanat yapmaktan, kar sağlamaktan ve işkence yürütmekten usanmaz.
Ortadoğu toplumu için 19. ve 20. yüzyıllar, kapitalist strateji tarafından fethedilmekten ibarettir. Kapitalist modernitenin üç mahşeri atlısıyla (kapitalizm, ulus-devlet, endüstriyalizm) yüklendiği bu dönem, krizin ve çöküşün derinleşmesidir. Binlerce yıllık tarihsel ve toplumsal bir yaşam, kendi içinden çıkan 5.000 yıllık uygarlık yapısının çözülüşüyle tam bir kuşatmışlığa alınıyor. Kendi uygarlık artıklarıyla kapitalist modernitenin ittifakı Ortadoğu’da toplumsal yaşamın bunalımını sürekli derinleştirmiştir. Bunalıma bu niteliğini, yaşadığı köklü geçmiş ve kapitalist modernite stratejisinin uzun süreli saldırısı verdirmiştir. Toplumsal öz varlık olarak paramparça edilirken anlam ve hakikat olarak da kaotik bir durum yaşamaktadır.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır