HABER MERKEZİ
Uygarlık sistemlerinin üç özelliğini yeniden hatırlarsak; birincisi rekabet-hegemonya, ikincisi merkez-çevre ve üçüncüsü inişli-çıkışlı döngüsel karakteridir. Temelinde ise iktidar ve ekonomiye yönelik tekellerin kendi aralarındaki mücadelesi yatar. Uygarlığın çıkış ve olgunlaşma dönemlerinde daha yavaş bir seyirle kendini gösteren bu eğilimler kapitalist modernite çağında hem kısa aralıklı, çok yoğun, hızlı hem de çok kanlı bir biçimde yansırlar. Toplum, ekonomi ve politik yaşam üzerinde bu etkenler, eğilimler sonucu rekabet-hegemonya çok gelişmiş, merkez-metropollere karşılık az gelişmiş kolonyal bölgeler ve kısa-uzun aralıklarla kendini gösteren buhranlar, çöküşler hiçbir zaman eksik olmaz. Tarihin kaydettiği ilk hegemon Kral Sargon’dan son hegemon W. Bush’a kadar bu döngü hep yaşanmıştır.
Kapitalist modernite bu döngüyü çarpıcı bir biçimde Britanya-İngiltere hegemonyasını çıkış ve yükselişinde yeniden kanıtlamıştır. İngiltere hegemonyasını yalnız bir ada ülkesinin tekelci seçkinlerinin çıkışı olarak değerlendirmek hatalı ve eksik olacaktır. Çıkışın daha ilk adımlarında küresel hareket etmiştir. Günümüze kadar da hep küresel kalmıştır. Moderniteyi değerlendirirken tüm hata ve yanlışlıkların temelinde yatan bir yaklaşım tarzını aşmak ve kesinlikle düzeltmek gerekir. O da ülke, ulus-devlet, olay, şahıs bazlı düşünme ve hüküm yürütme alışkanlığıdır. Özellikle ulus-devlet ideolojilerinin bu yönlü pozitivist yaklaşımları toplumsal tarih gerçekliğinin karartılmasında belirleyici rol oynar. Amaç ulus-devlet tanrıcılığını ve dinciliğini kesin hakikat olarak sunmaktır. Doğru olan evrensel-tikel içiçeliğini nesnel-öznel aynılığına düşmeden toplumsal doğayı inşa edilmiş gerçeklikler, anlamlar ve hakikatler bütünlüğü içinde bilmek tarzıdır. Yaşamsal bakış olarak da değerlendirebileceğimiz bu yaklaşım, tüm evrenselliklere olduğu kadar tikelliklere, doğallıklara kadar temel yöntem olarak uygulanmak durumundadır.
İngiltere tekelciliği (hegemon, dünya-sistem, kapitalist sömürgeci, emperyalist, imparatorluk, modernite, uygarlık olarak da adlandırılabilir) üç sacayağı -kapitalizm, ulus-devlet, endüstriyalizm- üzerinde çıkış yaparken aynı eğilimler içinde hareket etti. Rekabet-hegemonya, merkez-çevre ve inişli-çıkışlı krizler hep oldu. Rakiplerini kontrol altına almayı, merkezini çevreye hakim kılmayı ve bunalım döngülerinden (kısa ve orta süreler-konjonktürel bunalım) çıkmayı başardı. İç ve dış koşullar ayrımını yapmadan bu hareket tarzını tüm stratejik ve taktik hamlelerine uyguladı. İster emperyalizmin “böl-yönet” politikası diyelim ister strateji ve taktik ustalığı diyelim özünde aynı yaklaşımı ifade eder. Kapitalist modernitenin mantığı, yapılanması ve anlamı gereği böyle işlemektedir. Avrupa’daki rakiplerinin özellikle Fransa, Almanya ve İspanya’nın hegemonik özlemlerini sistemin oluşum mantığını kullanarak etkisizleştirmeyi başardı. Şüphesiz bunda üç temel silahı kapitalizmi, ulus-devleti ve endüstri mantığını en uygun biçimde işletmesi belirleyici oldu. Bu mantık temelinde kullanmadığı hiçbir hakikat kalmamıştır. Portekiz’le İspanya’ya, Fransız devrimiyle Fransa’nın hegemonya peşindeki krallığına hatta sisteme en bilinçli karşı çıkmaya çalışan K. Marks ve Marksistleri, Alman-Avusturya imparatorluklarına, tüm Hıristiyan mezhepleşmelerini Papalık otoritesine karşı bu mantığı işleterek kullanmaya çalışmış ve çoğunlukla da başarmıştır. Küresel çapta aynı strateji ve taktikleri sistemin ruhuna ve mantığına uygun olarak kullanmakla küresel hegemonyasını tesis edebilmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında tüm dünyada Güneş Batmayan İmparatorluğunu tesis ettiğinde belirleyici olanın çıkış yapılan ülke, devlet, ulus ve hatta sınıf büyüklüğü değil dayanılan sistemin rakipleri karşısındaki mantığı, anlamı ve hakikat değeri olarak gücüdür. Güç’ün bu yönlü kullanımını en başarılı biçimde Büyük İskender’de de görüyoruz. İskender’in arkasındaki sistem Grek uygarlığıydı. Sistemlerin rekabet mücadelesinde sonucu belirleyen, dayandıkları mantıki anlam ve hakikat değeridir. Her mantıki anlam hakikat haline gelmeyebilir. Hakikat, hareket halindeki anlamlı yaşamdır. Anlam bir kişide güçlü yaşanabilir. Fakat örgütlenip hareketlendikçe bir toplumsal hakikat haline gelebilir. Toplumsal mücadelelerde karşı karşıya gelen hep bu yönlü örgütlenmiş hakikat halleridir. Anlamlı yaşam değeri olanlar er geç sonucu belirleyeceklerdir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır