HABER MERKEZİ
19. yüzyıldan itibaren yoğunlaşan nüfuz hakimiyeti adım adım geliştirilmiştir. İngiltere alan üzerinde hakimiyet mücadelesi yürütürken zayıflatmış da olsa halen hegemonya peşinde koşan eski rakip Fransa’yla yeni hegemon adayları Almanya ve Rusya’nın bölgeye sızmalarını engellemek ve kendi önderliğinde modernite değerlerini tesis etmeyi amaçlamıştır. Bu stratejik amaçlar günümüze kadar değişmemiştir. Şöyle ki;
Dünya genelinde olduğu gibi bölgenin egemen güçlerini öncelikle kendine bağımlı kılma, başarılamaması halinde parçalama. Eski uygarlığın ayakta kalan son iki gücü olan Osmanlı İmparatorluğu ile İran Şehinşahlığına bu temelde yaklaşmıştır. Diğer hegemonya adayları Almanya, Fransa ve Rusya’ya karşı himayesine almaya çalıştığı iki bölgesel gücü modernite değerleriyle yükleyerek kalıcı bir bağımlılığı tesis etmeye önem vermiştir. Boş durmayan diğer hegemonya adayları da nüfuz bölgeleri peşinde koşmuşlardır. Benzer stratejik amaçlar onlar için de geçerlidir. İki bölgesel güç bu nüfuz mücadelesinden yararlanarak denge politikalarıyla ömürlerini uzatmaya çalışmışlardır. İngiltere daha deneyimli hegemonik güç olarak sadece iki bölgesel gücü bağımlı kılmakla yetinmemiş Avrupa’da çoktan uyguladığı “küçük ulus-devlet” politikasıyla uzun vadeli geleceği de planlamıştır. Ulus-devletçilik çokça sanıldığı gibi millici, ulusçu güçlerin bir yaratımı, icadı değildir. Milli kurtuluş hareketlerini kesinlikle revizyondan geçirmek gerekir. Sosyalizmin gereği olduğu sanılır, yanlıştır. Yaratıcı ve başta gelen uygulayıcısı İngiltere’dir. Kendisi imparatorluk olarak genişlerken rakip imparatorlukları ulus-devletçiliklerle bölerek güçten düşürmüş ve parçalamıştır. Kaldı ki kapitalist modernitenin iktidar stratejisi de esas olarak bu tip devletleri gerektirir. Etle tırnak gibi moderniteyle bağlantılıdır. İngiltere bu temeldeki köklü iktidar deneyimlerine dayanarak küçük iktidar elitlerini hazırlamaya her zaman önem vermiştir.
Ermeni, Rum, Asuri, Arap, Kürt ve Türk, Acem ulusal hareketlerine bu revizyondan geçirilmiş bakışla yaklaşıldığında Ortadoğu’nun son 200 yılını daha gerçekçi kavramak mümkündür. Revizyondan geçirilmesi gereken ideoloji sağ-sol, dinci-laik ayrımı yapmadan hepsinin temelinde yatan oryantalist bakış açısı, oryantalizmin kendisidir. Ortadoğu’nun son 200 yılı iktidar açısından sadece hegemonik bağımlılık açısından değil küçük ulus-devletçiklerle parçalanmasında da derinliğine bir krizi yaşamıştır. Bu krizde Osmanlı İmparatorluğu çökertilmiş yerine çok sayıda ulus-devletçik inşa edilmiştir. Araplar 22 devletçiğe bölünürken yüzlerce kabile ve mezheple de parçalanma hep gündemde tutulmuştur. İmparatorluğun hakim eliti Türkler Anadolu’da küçük bir ulus-devletle oyalanırken Balkanlarda, Kafkaslarda ve Ortadoğu’da yüzlerce Türk ve Türkmen azınlığı kaderine terk edilmiştir. Ermeniler, Anadolu Rumları, Süryaniler, Pontuslar etnik temizlikle yerlerinden olmuşlardır. Binlerce yıllık mekan ve zaman kültürlerini yitirmeyle karşı karşıya gelmişlerdir.
İrili ufaklı inşa edilmiş bölgenin tüm devletleri ister millicilik, ister dincilik adıyla olsunlar, kapitalist modernitenin bayat ajanları, figüranları rolünden öteye rol oynamadıkları açıktır. Millici ve İslamcı devletlerin son 200 yılın emperyalizm imalatları oldukları kısa tarihlerine bakıldığında anlaşılmakta güçlük çekilmeyecektir. Hegemonik ürünler oldukları için “ucube yurttaş” üzerine estirdikleri terör nedeniyle gerçek yüzleri bir türlü anlaşılamamıştır. Ortadoğu’daki iktidar ve ulus-devlet güçleri kadar ajan-figüran rolünü gizleyen başka ikinci bir alan göstermek mümkün değildir. Bunda iktidar ve devlet oyunlarında binlerce yıllık tecrübenin ideolojik hegemonyanın da çok önemli payı vardır. İktidar ve devlet krizlerinin derinliğini Afganistan, Irak ve İsrail-Filistin’de gözlemleyenler durumu yadırgayabilir. Kaldı ki modernitenin kendisi Ortadoğu’daki uygulamalarıyla kaotik özelliklerini bütün açıklığıyla ortaya sermiştir. Kapitalizmin bir kriz rejimi olduğunu alandaki uygulamaları kadar öğretici kılan başka bir deneyim yoktur.
İngiltere hegemonyacılığının önderliğinde modernitenin Ortadoğu’nun toplumsal zemindeki görünümü daha da kaotiktir. Toplumsal dinamiklerin uygarlık sistemlerinin kuruluşuyla ağır sorunlu yapılar haline geldiklerini bilmekteyiz. Batı modernitesinin taşıyıcısı bürokrasiyle birlikte bu komprador kesimdi. Sistem esas olarak bu iki işbirlikçi kesimle yerleşmeye çalıştı. Ortadoğu toplumunda yabancılaşmayı en çok yaşayan bu kesimler bunalımın sosyal boyutunu temsil etmektedir. Bölge kültürüne taşıdıkları yabancılaştırıcı değerler sosyal bunalımı, kaosu geliştirmekten öte bir rol oynamıyordu.
Özcesi modernitenin kapitalizm, sermaye, burjuvazi ihracı geleneksel toplumsal krizi ve kaotik durumu daha da derinleştirmiştir. Şüphesiz bir sosyal yaşam vardır. Fakat bu yaşam biraz da başı koparılmış veya bazı organları kopuk hayvanların debelenmesine benzemektedir. Ortadaki fiziki ve kültürel soykırımları, her gün yaşanan toplumsal travmaları, çöküntüleri tanımlarken bu tür benzetmeler abartı sayılmamalıdır. Empati kurulursa çok öğreticidir de!
Kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik son 200 yıldaki yayılımı tüm uygarlık tarihi boyunca yürütülen savaşlardan daha çok savaşlara ve ölümlere yol açtığı gibi en derin ve süreklilik kazanan yapısal kriz ve kaotik duruma yol açtığı da anlaşılabilir gerçekliktir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.