İmralı’da yedi yıldır avukat görüşü yapılamıyor. Burada demokrasiyi bir yana bırakıyoruz, ortada bir hukuk sistemi bile yoktur. Hatta TC devleti Türkiye’nin başka yerlerinde ve cezaevlerinde uyguladığı hukuku İmralı’da uygulamamaktadır.
HABER MERKEZİ – Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile avukatları arasında tam yedi yıldır herhangi bir görüşme yapılamıyor.
En son görüşme 27 Temmuz 2011 tarihinde olmuştu. O günden bu yana avukatları her hafta görüşme başvurusunda bulunuyor, ilgili savcılık ise çeşitli gerekçelerle görüşme başvurusunu reddediyor.
Son zamanlarda artık gerekçe belirtmeye bile gerek duyulmuyor. Sıkça söylenen “Hukuk devletinin” gerçekte Türkiye’de ne kadar var olduğunu en iyi bu durum gösteriyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile sadece avukatları da değil, aslında hiç kimse görüşemiyor. En son kardeşi Mehmet Öcalan 11 Eylül 2016 tarihinde yarım saat görüşebilmişti. Ondan sonra hiçbir aile görüşü de yaptırılmadı. Zaten mektup, telefon ve benzeri uygulamalar İmralı işkence sisteminde hiç işlemiyor. Dolayısıyla Önder Abdullah Öcalan’dan yaklaşık iki yıldır hiçbir haber alınamıyor. İmralı’ya gidebilen tek kurum olan CPT ise, bir yıl önce yaptığı görüşmenin raporunu ancak bir yıl sonra açıklayabilmiş bulunuyor. O da AKP’nin özel psikolojik savaşının ihtiyaç duyduğu bir zamanda ve ona hizmet edecek tarzda ancak gerçekleşebiliyor.
Tabi sadece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan değil, İmralı’da tutulan diğer üç tutsaktan da hiçbir haber alınamıyor. Haydi Kürt Halk Önderi için ayrı uygulamalar var, bunu hepimiz anladık; peki ya diğer tutsaklar için yapılana ne demeli? Halbuki onlar daha önce başka cezaevinde tutulurken farklı muamele görüyorlardı. Avukat ve aile görüşü yapabiliyor, mektup gönderip telefon ile konuşabiliyorlardı. Fakat İmralı’ya gidince bunların hepsinden mahrum kaldılar. Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanan hukuksuzluğun ateşine yandılar.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da, diğer tutsaklar da belli ki İmralı’da boş yere veya gerçekten bireysel suç işledikleri için tutulmuyorlar. Onlar Kürt halkının önderi ve özgürlük mücadelesinin öncü militanlarıdırlar. Bunun dışında ne kendileri için, ne de başkaları için yaptıkları bir şey yoktur. Bu nedenle Kenya’dan kaçırıldılar, Suriye’den TC’ye teslim edildiler. İmralı işkence ve ağır tecrit sistemi içerisine bu nedenle kondular. Yani kendilerini değil, Kürt halkını ve özgürlük mücadelesini temsil ediyorlar. Dolayısıyla Onlar şahsında Kürt halkı ve özgürlük mücadelesi İmralı’ya konmuş oluyor.
Peki İmralı gerçeği nedir? Burada TC hukukunun bile işlemediği ve buranın diğer cezaevlerine benzemediği açıktır. Belli ki burada tutuklu veya hükümlü kalınmıyor. Çünkü tutuklu ve hükümlü yasaları bile burada işlemiyor. Burada her şey yasak, aslında yaşamak bile. Dolayısıyla zulme inat yaşamaya çalışıyor tutsaklar. Burada düpedüz rehine düzeni geçerlidir. Hem de her rehine düzenine benzemeyen türünden. Buradaki rehine düzeni çöktürme mantığı üzerine kurulmuş bir düzendir. 12 Eylül faşizmi tarafından 1982’de Diyarbakır zindanında uygulanan itirafçılık sisteminin bir benzeri olmaktadır. Önder Abdullah Öcalan, “Burada ölüm yok, öldürme vardır” demiştir.
Çok açık ki, bu biçimde Kürt halkının varlığı ve özgür yaşam arzusu İmralı zindanına konmuştur ve de ağır baskı ve tecrit altında rehin tutulmaktadır. Peki niçin? Belli ki Kürtler özgür yaşam arzusundan vazgeçsin ve dolayısıyla yok oluşu, yani soykırımı kabul etsinler diye. Kısaca yedi yıldır avukat görüşü bile yaptırmadan İmralı’da uygulanmakta olan ağır baskı ve tecrit, esas olarak Kürt soykırımı uygulaması olmaktadır.
Yedi yıldır İmralı’da avukat görüşünü bile yasaklayan soykırımcı faşist baskı sistemi, 20 Temmuz 2016 OHAL ilanı ile birlikte İmralı dışına taşırılıp tüm Türkiye’ye yayıldı. Şimdi 24 Haziran seçimleri ardından kurumlaştırılmaya çalışılan Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü ile ömrü uzatılmak ve mümkünse kalıcı kılınmak isteniyor. Sözde OHAL sistemi kaldırılıyor, oysa ki OHAL düzeni Erdoğan kararnameleriyle tüm sisteme içerilerek kalıcı ve görünmez hale getirilmeye çalışılıyor.
AKP-MHP faşizmine yandaş olsun, karşıt olsun; aslında bu gerçeği herkes görüyor ve de açık bir biçimde ifade ediyor. Toplum artan oranda bu durumun yarattığı tehlikenin farkına da varıyor. Genelde buna karşı bir rahatsızlık da söz konusu. Ancak Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı yeterli mücadele de ne yazık ki yürütülemiyor. Her şeyden önce, mevcut mücadele örgütlü toplum haline gelinerek yürütülmüyor. İttifak halinde ve birlik içinde değil. Yine mücadele tarzında da fazla zengin ve yaratıcı olunamıyor. Daha da önemlisi, başlatılan bir mücadelede derinleşerek sonuca gidilemiyor.
Örneğin, İmralı’da yedi yıldır avukat görüşü yapılamıyor. Burada demokrasiyi bir yana bırakıyoruz, ortada bir hukuk sistemi bile yoktur. Hatta TC devleti Türkiye’nin başka yerlerinde ve cezaevlerinde uyguladığı hukuku İmralı’da uygulamamaktadır. Bu durumda “Aman, sadece İmralı ile ilgilidir” denip geçilebilir mi? Geçilemeyeceği açıktır. Çünkü, İmralı’daki sistem aslında diğer yerleri de, yani her yeri de belirlemektedir. İşte şimdi İmralı sistemi aslında her yere yayılarak, tüm Türkiye adeta bir İmralı haline getirilmektedir.
Peki böyle bir durum karşısında gerçek demokratik tutum ne olmalıdır? Çok açık ki, “Bu bizi ilgilendirmiyor” demeden, gerçeği görerek ve faşizme karşı susulmaması gerektiğini bilerek eyleme geçmek, ancak eylemi de dar ve yüzeysel bırakmadan gerektiği kadar derinleşerek sonuç alıcı bir demokratik zorlama ortaya çıkartılmalıdır. İmralı’daki avukat engelinden yola çıkarak, faşist diktatörlüğü sarsıcı ve hatta yıkılışa götürücü bir direniş düzeyi yaratılmalıdır.
İşte Türkiye’deki antifaşist direnişin en eksik yanı budur. Yoksa az çok her alanda ve yine her yöntemle mücadele edilmektedir. Belli bir cesaret ve fedakârlık düzeyi vardır. Ancak antifaşist mücadelede yaratıcılık, derinlik, süreklilik, dolayısıyla sonuç alıcılık zayıftır. İşte bu noktada Kürdistan’da kırk yıldır kesintisiz süren özgürlük mücadelesi de sonuç alıcı hamle yapamamaktadır. Neden? Belli ki bu iki mücadele yeteri kadar birleşememektedir. Belli ki Türkiye geneli Kürdistan’da ve özel olarak da İmralı’da yaşananları kendisi için de geçerli görmemektedir. Belli ki Erdoğan-Bahçeli faşizminin Türkiye için oluşturduğu tehlikeyi ve geliştirdiği felaketi görme düzeyi zayıftır.
Aslında Kürt halkı yedi yıl boyunca özelde İmralı tecrit ve işkencesine karşı, genelde ise Kürdistan’da yoğunlaşan faşist-soykırımcı saldırılara karşı ciddi bir devrimci-demokratik direniş içerisinde olmuştur. Neredeyse tüm bu süreyi kapsayan kesintisiz bir “Nöbet eylemi” vardır. Avrupa’daki Kürtler ve dostları her zaman ayaktadır ve “Öcalan’a Özgürlük” eylemleri kesintisiz sürmektedir. Başta Rojava ve Başur olmak üzere Kürdistan parçalarında da Önder Apo’yu sahiplenen eylemler sürekli gelişmektedir. Kadınlar ve gençler öncülüğünde gelişen bu eylemler yanında, Kürdistan özgürlük gerillası da geçen süreç içerisinde kahramanca bir direniş yürütmüştür.
Gerçekte tüm bu direnişleri selamlamak, her alanda süreklilik ve başarı dilemek gerekiyor. Gerçekten hepsi de büyük bir özveri ve cesaret kapsamında gelişiyor, özgürlük duygusuna ve amacına dayanıyor. Fakat dikkat edilirse, faşizmi etkisiz kılmak ve sonuç almak açısından da yeterli olmuyor. O halde ne yapmak lazım? Açık ki, daha yaratıcı, sürekli ve derin kılmak gerekli. Yine Türkiye kadınlarının ve gençlerinin, emekçi halkının antifaşist mücadelesiyle birleştirmek gerekli. İşte bunun için de, ister OHAL adıyla olsun isterse OHAL’i kaldırma sahtekârlığı biçiminde yapılsın, Türkiye’deki Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün İmralı işkence, rehine ve tecrit sisteminden kaynaklandığını ve faşizmin yıkılışının da ancak İmralı sisteminin yıkılmasıyla mümkün olacağını Türkiye toplumuna kavratmak gerekli!
Kaynak: Yeni Özgür Politika/SELAHATTİN ERDEM