HABER MERKEZİ – Türkiye tarihinin en karanlık dönemi olarak kayıtlara geçen 12 Eylül Askeri Darbesi’nin üzerinden tam 38 yıl geçti. Yapılan darbe, işlenen cinayetler ve gerçekleştirilen katliamların yanı sıra başvurulan işkence ve idamlarla dünden bugüne derin bir toplumsal travma hali yaratmakla birlikte demokrasisizlik bıraktı.
Türk ordusunun 12 Eylül 1980’de emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri darbe, 38 yılı geride bıraktı. Darbe süreci yaratılan kutuplaşma, işlenen siyasi cinayetler ve toplu katliamlarla adeta adım adım hazırlandı. 12 Eylül Darbesi’ne doğru giderken Doç. Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Gün Sazak, Nihat Erim ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplar tarafından öldürüldü. Üniversiteler ise sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında kamplara bölündü. İstanbul Üniversitesi’nde 16 Mart 1978’de “Beyazıt Katliamı” olarak tarihi kayıtlara geçen olayda, bombalı ve silahlı saldırı sonucu 7 öğrenci öldü, 41 öğrenci yaralandı.
Darbe öncesi artan siyasi cinayetlerin sayısı her gün 30’a yaklaşırken, artan gerginlik ve siyasi cinayetleri toplu katliamlar takip etti.
Malatya’daki Kürt Aleviler
Taşları adım adım örülen darbenin hedefindeki merkezlerden ilki Kürt Alevi yurttaşların yaşadığı Malatya oldu. 17 Nisan 1978 günü, Malatya Belediye Başkanı olan Hamit Fendoğlu, arkadaşı Kasım Önadım adıyla kendisine gönderilen kolinin patlaması sonucu öldü. Patlamada Fendoğlu ile birlikte gelini ve iki torunu da yaşamını yitirdi. Bu olay sonrası ırkçılar sokaklara çıkıp linç ve yağmaya girişti. Bu saldırılarda 3 lise öğrencisi yaşamını yitirdi, CHP ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binaları tahrip edildi.
Kentte, 1974 ile 80 yılları arasında yaşanan benzer olaylarda toplam 106 kişi yaşamını yitirdi, binlerce kişi yaralandı. Benzer olaylar Doğanşehir, Iğdır, Demirci, Isparta ve Urfa’da da yaşandı.
Saldırı ve cinayetler sürdü
Yine aynı yıl içerisinde 8 Ağustos’ta Tepecik otobüsünün taranması, 10 Ağustos günü Ankara’da dört kahvehanenin taranması sonucu 5 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı Balgat Katliamı, 3-4 Eylül’de yaşanan Sivas olayları ve 8 Ekim’de Ankara Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi 7 öğrencinin katledilmesi ile darbenin taşları adım adım örülmeye devam edildi.
Maraş’ta Kürt Aleviler
Darbe hazırlıkları Kürt ve Alevilere dayatılan katliamlarla devam etti. İkinci katliam merkezi olarak ise bu kez Maraş seçildi. 19 Aralık 1978 günü bir sinemanın bombalanmasıyla başlayan ve bir hafta süren saldırılarda, resmi rakamlara göre 111 kişi hayatını kaybetti, 210 ev ve 70 işyeri tahrip edildi. Gayri resmi rakamlar ise bu bilançodan çok daha fazlasına işaret ediyordu.
Maraş Katliamı’nda asıl hedefin Aleviler olduğu ve MİT-MHP işbirliğiyle yapıldığı yıllar sonra dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in çekmecesinden çıkan bir notla anlaşılmıştı. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in, 19 Aralık 1978’de İzmir’de başlattığı “Büyük Yürüyüş” açıkça iç savaş ilanı anlamına geliyordu. Dönemin Maraş Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu öncülüğündeki polisin MHP’lilerle birlikte silah kullanmakta sınır tanımadığı olayların ardından birçok kent ve köyde de benzer olayların önü açılmış oldu. Kentte yaşanan katliam ardından yüzde 80 göç yaşanırken, katliamdan güç alanlar hemen ardından Maraş, Adana, Ankara, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Antep, İstanbul, Kars, Malatya, Sivas ve Urfa olmak üzere 13 ilde “sıkıyönetim” ilan edildi.
Çorum’da Aleviler hedef alındı
MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da kimliği belirsiz kişilerce vurularak öldürülmesinin ardından Türkiye genelinde saldırı ve cinayetler işlendi. 28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde toplanan çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan ırkçılar, solculara ait iş yerlerini tahrip edip yaktı. Ertesi gün devam eden saldırılarda 57 kişi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı, binlerce kişi gözaltına alınıp tutuklandı, 300’ün üzerinde ev ve işyeri ise tahrip edildi.
Saldırı ve cinayetler tırmandı
Darbeye zemin hazırlamak amacıyla gerçekleştirilen saldırı ve yapılan katliamlar bunlarla da sınırlı kalmadı. 27 Ekim 1979’da İstanbul’da Bayrampaşa Devrim Mahallesi’nde gece bir kahvehaneyi basan üç kişi, 6 kişiyi öldürmüş ve 6 kişiyi yaralamıştı. 20 Kasım 1979’da Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay öldürüldü. 28 Kasım 1979 akşamı Kayseri’de solcuların gittiği kahve silahlı kişiler tarafından tarandı ve 5 kişi öldü. Gaziantep’te kahveye ateş açılmasında 2 kişi öldü. Kilis’te lokanta kurşunlanmasında biri CHP’li 3 kişi öldü. Yenimahalle’de bir eve bomba atılması sonrasında 2 kişi öldü. İstanbul Zeytinburnu’nda kahveye baskın yapanlar 2 kişiyi kurşuna dizerken, Hatay Kırıkhan’da bir ev yakılmasında, çoğu çocuk 8 kişi öldü. 7 Aralık 1979’da Cavit Orhan Tütengil vuruldu. 16 Aralık’ta Beşiktaş’ta, üniversite öğrencilerinin gittikleri kahvenin altına konan bombanın patlaması sonucu 5 kişi öldü. 1979’un son ayında 71’i sol, 56’sı sağ görüşlü olmak üzere toplam 195 kişi yaşamını yitirdi. Bunların 9’u çocuk, 44’ü siyasi görüşü belli olmayan kişilerdi. Sıkıyönetim altında geçen 1979 yılı içinde yine 484’ü sol, 406’sı sağ görüşlü bin 360 kişi öldü.
1980 yılının Ocak ayında 178, Şubat’ta 224 kişi öldürüldü. Ocak’ta 13, Şubat’ta 18, Mart’ta 17, Nisan’da 38, Mayıs’ta 24 ve Haziran’da 34 devlet görevlisi öldürüldü. 11 Nisan 1980’de Ümit Kaftancıoğlu, 23 Nisan’da Tarsus katliamı yaşandı. 23 Mayıs 1980’de ise Dr. Sevinç Özgüner öldürüldü.
Ordu darbe yaptı
Tüm bu gelişmeler sonrasında 12 Eylül 1980 günü yönetime el koyan ordu, darbenin gerekçesini ülkede artan sağ-sol arasındaki çatışmaların önlemez boyuta gelmesini ve ülkenin iç-dış tehditlere açık hale gelmesini gösterdi. Bu gerekçe öne sürülse de gerçekleştirilen darbe, milyonların etkilendiği ve unutulamayan toplumsal acılara yol açtı.
Türkiye Meclisi’nin tüm yetkilerine el koyan ordu, siyasi partilerin temsilcilerini ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine son verdi. Türkiye halklarına ise idam, işkence, gözaltı, tutuklama furyaları başlatıldı.
Cunta üyelerine dokunulmazlık
12 Eylül sabahı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriyle ülke yönetimine el koydu. Kararın ardından Türkiye 1983 yılına kadar bu komutanlar tarafından yönetildi. Darbe ile önemli kanunların tamamı değiştirilirken, darbeci komutanların belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan darbe anayasası 1982’de halk oylamasıyla yüzde 92’lik “Evet” ile kabul edildi. Halk oylamasında halkı baskı altında tutmak için rengi dışarıdan görünen oy pusulaları kullandırıldı. Aynı halk oylamasında Kenan Evren, Cumhurbaşkanı seçilirken, Anayasa’da, cunta üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15’inci madde getirildi.
24 Ocak kararları
12 Eylül’ün perde arkasında kalan ama gerçekte en güçlü gerekçesini oluşturan neden, 24 Ocak 1980 ekonomik dönüşüm kararlarının (veya ekonomik darbesinin) uygulanabilmesini sağlamaktı. 24 Ocak kararlarıyla gündeme gelen neo-liberal dönüşüm modeliyle Türkiye’yi, henüz bir sanayi toplumu aşamasını tamamlamadan, ileri sanayi ülkelerinin egemen olduğu dünya ekonomik sistemiyle zorunlu bir eklemlenmeye itmekti. Türkiye, 1980-88 döneminde dünyayla ticaret yoluyla bütünleşmeye, 1989 sonrasında ise finansal serbestleşme yoluyla bütünleşmeye zorlandı. Her ikisinin sonuçları da yüksek toplumsal maliyetler ve büyük ekonomik tökezlemeler olarak ortaya çıktı ve hala da devam ediyor.
Siyaset cephesinde ise Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu hükümetin görevden alınması ardından Meclis lağvedildi. Demokrat Parti başta olmak üzere bütün partiler kapatılırken, yöneticileri de uzun süren mahkeme süreçlerinden geçti. Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren darbede sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu. Sanık olarak mahkeme önüne getirilenlere düşman hukuku uygulanırken, avukatlar savunma görevlerini yapamaz, mahkeme salonlarından atılıyordu.
İşkence ve direniş merkezi
Darbenin işkence merkezi ise Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi oldu. Birçok sol örgüt ve partilerin önder kadrolarının bir kısmi idam edilirken, bir kısmı da işkence ile etkisiz hala getirilmeye çalışıldı. Bu dönemde ağır bedeller ödeyen bir kesimlerden biri de Kürtler oldu. Diyarbakır zindanında ağır işkencelere maruz kalan tutuklulardan Mazlum Doğan cezaevi koşullarını protesto eden 21 Mart 1982’de ardından 3 kibrit çöpü bırakarak, yaşımına son verdi. Doğan’ın bıraktığı direniş ruhunu ise tarihe “Dörtler” olarak adlarını yazdıran Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner takip etti. İnsanlık dışı uygulamaları devam ederken, 5 Nolu Cezaevi’nde kalan tutuklulardan Mehmet Hayri Durmuş öncülüğünde başlatılan 14 Temmuz 1982’deki direnişte Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yaşamını yitirdi. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde 1981-84 yılları arasında 34 tutuklu yaşamını yitirdi.
Yine dönemin politikacılarından Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’da gözaltına alınarak, tutuklanmış uzun yargılama sürecine maruz bırakılmıştı. Kamu kurum ve kuruluşları ordu denetimine alınırken YÖK gibi yapılar oluşturuldu.
12 Eylül’e rahmet okutuyor
12 Eylül zihniyeti ve kurumları ile hesaplaşma iddiasıyla ortaya çıkan AKP hükümeti ise, iktidarda bulunduğu 16 yılda darbenin başı Kenan Evren’i sembolik yargılamanın ötesinde bir adım atmadı. 12 Eylül kurumlarını olduğu gibi benimseyen hükümet, bugün izlediği politikaların yol açtığı sonuçlarla da 12 Eylül’e rahmet okutur bir noktada.
Rakamlarla 12 Eylül Askeri Darbesi’nin bilançosu:
- 650 bin kişi gözaltına alındı. Bin 683 Bin kişi fişlendi, 210 bin dava açıldı. Bu davalarda 230 bin kişi yargılandı.
- O dönemde 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi. İdam cezası alan 49’u kişi idam edildi.
- 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi” olmak suçundan yargılanırken, 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
- 30 bin kişi “Sakıncalı” olduğu için işten, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışında yaşamaya başladı.
- 171 kişinin işkence nedeniyle öldüğü belgelenirken, cezaevlerinde 144 kişi ‘kuşkulu’ biçimde öldü.
- Cezaevlerinde 16 kişi “kaçarken” vurulurken, 95 kişi cezaevlerinde “çatışmalarda” ölürken, 73 tutukluya ‘doğal ölüm raporu’ verildi.
- 14 kişi cezaevlerindeki uygulamaları protesto amacıyla başladıkları açlık grevlerinde öldü.
- Bu dönemde 23 bin 763 dernek ve kuruluşun kapatıldı. 3 bin 854 öğretmenin işine son verildi.120 öğretim görevlisinin işine son verildi. 47 hakimin işine son verildi. 7 bin 233 devlet memuru sürgün edildi.
- 400 gazetecinin cezalandırılması istenirken, yargılanan gazeteciler için 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere verilen hapis cezası toplamı 3 bin 315 yıl 6 ay olurken, 31 gazeteci cezaevine girdi. Bu dönemde 300 gazeteci saldırıya uğradı ve 3 gazeteci öldürüldü.
- Toplam 300 gün yasaklar nedeniyle gazeteler çıkmadı.13 büyük gazete için toplam 303 adet dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi sakıncalı olduğu için imha edildi. 927 yayın hakkında yasaklama kararı verildi.
Kaynak: Yeni Özgür Polika