KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu‘nun Yeni Özgür Politika gazetesi için Almanya-Türkiye arasındaki ilişkiyi yazdı.
HABER MERKEZİ – Yazı şöyle:
“Yakında Tayyip Erdoğan Almanya Başbakanı Angela Merkel’in konuğu olarak Berlin’e gidecek. Bu görüşme birçok ülke başbakanının birbiriyle görüşmesinden farklı olacak. Tayyip Erdoğan iktidarı şu anda dünyadaki en baskıcı faşist liderler sıralamasında birinci sıradadır. Kuşkusuz dünyanın başka yerlerinde de baskıcı, despot ve faşist liderler vardır. Ancak Tayyip Erdoğan’ın çok boyutlu baskı ve zulmü ile karşılaştırılırsa hiçbirisinin Türkiye’deki faşist uygulamaların yanına yetişmesi mümkün değildir. Tayyip Erdoğan Türkiyesi baskı ve zulüm uygulamalarında açık ara öndedir. Bu nedenle Tayyip Erdoğan’ın Berlin ziyareti bu faşist uygulamaların onaylanması anlamına gelmektedir.
Bu faşist uygulamalar o kadar çok boyutlu ve fazladır ki saymakla bitirilemez. Dünyada baskı, zulüm ve faşizmin varlığı konusunda en başta basının durumuna bakılır. Türkiye nüfus oranına göre tutuklu ve yargılanan gazeteciler sıralamasında en öndedir. Yüzlercesi cezaevlerinde olduğu gibi yüzlercesi de sürekli mahkeme kapılarındadır. Ceza tehdidi Demokles’in kılıcı gibi kafalarının üstünde sallandırılmaktadır. Türkiye’de TV, radyo ve gazete çoktur. Ama bunların yüzde 99’u iktidarın borazanıdır. Faşizmin demokrasi güçlerine ve Kürt halkına karşı yürüttüğü psikolojik savaş organlarıdır. Yüzde 1’i de basın özgürlüğü var denilerek kapatılmayan, okuyucusu ve dinleyicisi az olan yayınlardır. Biraz okuyucusu ve dinleyicisi olanlar hemen kapatılmaktadır. Özellikle hiçbir muhalif televizyon bırakılmamıştır. Öyle ki Alevilere seslenen bir televizyon bile kapatılmıştır. Türkiye’de gazete okuyucusu azdır. Toplum esas olarak TV izlemektedir. Bu nedenle CHP’ye ait ya da yakın bir iki TV dışında muhalif TV bulmak zordur. Bunlar da yüzlerce TV’nin içinde hiçbir etkisi olmayan TV’lerdir.
Türkiye şu anda dünyada nüfusuna göre siyasi tutuklu rekorunu elinde bulundurmaktadır. Zaten 30 yıldan fazladır Türkiye zindanları başta Kürtler olmak üzere demokratik ve devrimci tutsaklarla doldurulmaktadır. Kürdistan’da artık siyasi nedenlerle 10 yıl cezaevinde yatmak normalleşmiştir. Kürdistan’da neredeyse her 10 kişiden biri siyasi nedenlerle zindanlarda kalmıştır. Şimdi de hiçbir dönemde olmadığı kadar Kürt siyasileri zindanlardadır. Siyasi talepler uğrunda mücadelede ısrar eden her Kürt zindanlara atılmaktadır. Kürtler bu tutuklamaların yoğunluğu nedeniyle siyasi soykırım operasyonları demektedirler. Dünyanın başka bir yerinde olsa kıyamet koparılacak uygulamalar sıra Kürtlere geldiğinde normalleşmiş bulunmaktadır. Bunu sağlatan da Merkel gibi siyasetçilerin tutumlarıyla bu uygulamaları normalleştirmeleri ve meşruiyet kazandırmalarıdır.
Türkiye’de şu anda on binlerle ifade edilen siyasi tutsak vardır. Bunların içinde ondan fazla seçilmiş milletvekili, Kürdistan’ın en büyük şehirleri olan Amed ve Van’ın belediye eşbaşkanları dâhil yüzden fazla eşbaşkan, yüzlerce belediye meclis üyeleri, yüzlerce HDP, DBP yöneticisi ve binlerce üyesi sadece ve sadece mevcut faşist iktidarın uygulamalarına itiraz ettikleri için zindanlardadır. Bu siyasi tutukluların binden fazlası da kadındır. On binlerce öğrenci cezaevindedir. Bunlar Kürt siyasileri ve Türkiye’nin demokrasi güçlerine ait tutsaklardır. Son 3 yıl içinde bunlara Fethullahçı suçlamasıyla binlercesi de eklenmiştir. Tüm siyasi tutsaklara gözaltında ve cezaevlerinde işkence yapılmaktadır. Ancak son yıllarda Fethullahçı denilen tutsaklara hem zindanda hem de cezaevlerinde ağır işkenceler yapılmaktadır. Bunlardan bir kesimi de yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu düzeyde tutuklama, baskı ve zulüm nasıl yapılmaktadır? Tüm dünya bu gerçekleri bilmesine rağmen bu zulümden neden söz edilmemektedir? Açıktır ki, bu baskılara destek verenler ve sessiz kalanlar baskıların sürmesine neden olmaktadır. Hatta bu duruşlarıyla bu baskıları teşvik ederek suç ortağı durumuna düşmektedirler. Bunların başında da mevcut Almanya hükümeti gelmektedir.
Yüzlerce, hatta binlerce aydın, yazar, akademisyen ve gazeteci eğer Türkiye’den kaçıp dünyanın birçok yerine iltica etmişse, bu bile başlı başına Türkiye’deki siyasi iktidarın karakterini gözler önüne serer. Türkiye’de 12 Eylül faşizmi döneminde bile bunun onda biri aydın, yazar, akademisyen ve gazeteci Türkiye dışına çıkmamıştı. Bu kadar düşünce insanının Türkiye’den kaçması ancak Hitler Almanyası ile kıyaslanabilir.
Bugün zindanlara atılmayan siyesiler üzerinde nasıl baskı kurulduğu, insanların bir basın açıklaması için bile sokağa çıkamadığı, kayıp yakınlarını arayan annelerin bile sokağa bırakılmadığı bir Türkiye gerçeği vardır.
Kürtler üzerinde ise dünyada görülmemiş bir soykırım politikası uygulanmaktadır. Sadece Kürtlerin değil, Ortadoğu halklarının ciğerleri olan Kürdistan ormanları açıkça yakılmaktadır. Uçak saldırıları ve top atışları ile ormanlar yakılmakta; söndürmek isteyenler engellenmekte, hatta üzerlerine asker ve polis sürülmektedir. Dersim’de orman yangınlarını söndürmek isteyen sanatçı Ferhat Tunç’a para cezası verilmesi ormanların bilinçli yakıldığının somut kanıtıdır. Bu ormanlar yakılarak Kürtler yaşadıkları coğrafyadan koparılıp, Kürdistan insansızlaştırılıp Kürtler soykırıma uğratılmak amaçlanmaktadır.
Türkiye’deki tüm baskıların amacı Kürt soykırımını tamamlamak içindir. Fethullahçılarla aralarındaki mücadele siyasal İslamcı kesimler arasındaki Türkiye’ye kim hakim olacak mücadelesiydi. Bu mücadelede Tayyip Erdoğan baskın çıkarak Fethullahçıları tasfiye etmiştir. Bunun dışındaki demokrasi güçlerine yönelik tüm baskıların nedeni de Kürtleri soykırıma uğratma amaçlıdır. AKP-MHP iktidarı bu soykırım amacında o kadar pervasızdır ki, Türkiye dışında da Kürtlerin mücadelesine ve demokrasi güçlerine saldırmaktadır. Türkiye Ortadoğu’da Kürt ve demokrasi düşmanlığında öncüdür. Demokrasi vahası Efrîn’i işgal etmesi, Suriye’deki demokratikleşmenin temeli olan Kuzey Suriye Demokrasi güçlerine saldırması bunun açık ifadesidir. Sadece Ortadoğu’da değil tüm dünyadaki demokrasi güçlerine düşmandır. Çünkü dünyada demokrat, devrimci ve ilerici olan herkes Kürt sorununun demokratik çözümünü istiyor ve bu çerçevede Türkiye’nin Kürt politikalarına karşı çıkıyor. Böyle olunca nasıl ki Türkiye içinde Kürt sorununun çözümünü isteyen demokratlara ve demokrasi güçlerine düşmanlık yapılıyorsa Türkiye dışında da demokratlara ve demokrasi güçlerine düşmanlık yapılmaktadır. AKP-MHP faşizmi tüm dünyanın Kürtler üzerinde uygulanan soykırım politikasına sessiz kalınmasını istiyor. AKP-MHP iktidarının dostları Kürt soykırımına sessiz kalanlar ve destek verenlerdir. Merkel hükümeti de bu kategoriye girmektedir.
Almanya hükümeti Kürt ve demokrasi düşmanı AKP-MHP iktidarına neden destek veriyor? Onların baskı ve zulmünü neden normalleştiriyor ve meşrulaştırıyor? Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi; kapitalist Alman devletinin oluşum karakteri, ikincisi ise; Türkiye ile (buna Osmanlı İmparatorluğu da dâhildir) Almanya’nın tarihe dayanan ilişkileridir.
Almanya’da kapitalizmin ve modern devletin gelişimi diğer Avrupa ülkelerindeki gibi olmamıştır. Prusya tipi iktidar ve devlet oluşumundan söz edilir. Bunun esası feodal devletin dönüşümünün diğer ülkelerdeki gibi demokratik halk hareketlerinin sonucu olmamasıdır. Üstten bir dönüşümü yaşamasıdır. Bu açıdan oluşan kapitalist devlet ve kurumlaşma ve bu temelde şekillendirilen toplumsal yapının diğer ülkelerdeki gibi belli bir düzeyde demokratik karakter taşımadığıdır. Hem kapitalizmin gelişimi hem de buna dayalı devlet oluşumunun feodalite içindeki en gerici unsurların dönüşümü temelinde şekillendiği vurgulanır. Bununda Alman burjuvazinin ve devlet yapılanmasının gerici, demokrasi ve sol karşıtı karakterde olmasını beraberinde getirdiği belirtilir. Siyaset bilimi ve siyaset sosyologlarının tespiti bu yöndedir.
Bu durum Alman devletinin birçok uygulamasında kendini göstermiştir. Büyük bir toplumsal destek sağlayan 1789 Fransız Devrimi’nin bastırılması yönünde Alman devletinin harekete geçmesi bunun ilk somut ifadesi olmaktadır. Yine 1871 Paris Komünü’nün bastırılması için Alman devletinin dışardan harekete geçerek baskı ve kuşatma politikası yürütmesi de bu devlet karakteriyle ilişkilendirilir. Sosyalizm ve solun merkez üssü haline gelen Almanya’da o dönemin sosyalizm önderi olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmesi de Alman devletinin yükselen sola karşı bir saldırısı olmuştur. Hitlerin iktidara gelmesinde sol ve sosyalizm düşmanlığı rol oynamış, Hitler kendisine verilen tarihsel bir rolün de sosyalizmi ezmek olduğunu vurgulamıştır. Hitlerin faşist karakterinin örnek haline gelmesinin Alman burjuvazisi ve devletinin oluşumuyla doğrudan bağı bulunmaktadır. Bu çerçevede Alman devletinin sol ve sosyalistlere düşmanlık beslemesi ve gerici yapılanmalarla kolay uzlaşması da bu karakteriyle bağlantılıdır. Bugün Almanya’nın soykırımcı faşist Erdoğan’la böyle bir ilişki içine girmesi bu karakterinden ayrı ele alınamaz. Çünkü bu ilişkilerde demokrasi, ahlak, vicdan ve insan haklarının yeri yoktur. Çok soğuk sömürü ve çıkar bu ilişkilere yön vermektedir.
Almanya Türkiye (dolayısıyla Osmanlı) ilişkileri çok köklüdür. Türkiye’de çok övülen ve Türklük karakterine dayandırılan mevcut ordu gerçekliğinin modern yapılanmasını da sağlayanlar da Prusya disiplini ve yapılanması ile bilinen Alman ordusu ve subaylar olmuştur. Darbeci ve komitacı karakterinden söz edilen Türk ordusunu eğitenler ve kurumlaştıranlar Alman ordusu ve subaylarıdır. Avrupa içinde de Osmanlı ile ekonomik ve siyasi ilişki kurmada da Almanlar tarihsel olarak öndedirler. Almanya İngiltere ve Fransa’ya göre geç emperyalist ülkedir. 19. yüzyılın sonunda bu karakteri öne çıkmıştır. Almanya kapitalizmi güçlenip geç emperyalist olarak tarih sahnesine çıkana kadar dünyanın bütün alanları önemli oranda İngiltere ve Fransa tarafından işgal edilip paylaşılmıştı. Dünyanın büyük bir bölümü bu iki kapitalist gücün kontrolüne girmişti. Bu durum Almanya’nın doğrudan işgal etme ve bu temelde hakimiyet alanları elde etme imkanlarını çok daraltmıştır. Bu nedenle Osmanlı gibi işgal altında olmayan, doğrudan İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne girmemiş Osmanlı gibi ülkelerde ekonomik ve siyasi etkisini artırma politikası yürütmüştür. Yine doğrudan hakimiyet kurmadığı alanlarda ise yerel unsurlar üzerinde etkinlik sağlama yoluna gitmiştir. İngiltere ve Fransa’nın hakim olduğu diğer Ortadoğu alanlarında yereldeki İslami güçlerle ilişki kurması da böyle gelişmiştir. Bugün de hala Almanya’nın İslami cemaat, grup ve örgütlerle iyi ilişki içinde olması bu geleneğin tezahürü olmaktadır.
Almanya bu çerçevede Osmanlı siyasal eliti ve iktidarıyla ilişki kurmuş, birçok ekonomik yatırım yanında; Alman mallarının Osmanlıya satılması sağlanmıştır. Almanya ve Osmanlı ticareti önemli boyuta ulaşmıştır. Türkiye’de Alman mallarının sağlam olduğu yargısı bu yıllarda kurulan ilişkilere dayanmaktadır. Almanya’nın Osmanlı denetimindeki Irak petrollerine ulaşmak, mal ve sermaye ihracatını sağlamak için Berlin-Bağdat demir yolunu inşa etmesi de bu politika ve ilişkilerin sonucudur.
Bu politika ve ilişkilerin zirvesi ise 1. Dünya Savaşı’na Almanya-Osmanlı ittifakı ile girilmesidir. İlk büyük dünya savaşında yapılan bu ortaklık ilişkilerin ne kadar derin, köklü ve yaygın olduğunu göstermektedir. Bu ittifak sadece tek boyutlu ekonomik ya da askeri ilişki ile açıklanamaz. Bu ilişkilerin kesinlikle zihniyet, düşünce, siyaset, kültürel ilişki vb. birçok boyutu da oluşmuştur. Bu durum da 1. Dünya Savaşı’nda kader birliği yapmalarını beraberinde getirmiştir. Her ne kadar bu ittifak ve kader birliği çok büyük kayıplarla sonuçlansa da bu ilişki bitmemiştir. Hatta bu tarihsel ortaklık bağlarına yeni boyutlar kazandırmıştır. Öyle ki Hitler kendi siyasi sistemi açısından Türkiye’deki siyasi elitleri örnek aldığını bile söylemiştir.
Almanya ile Türkiye arasında 1. Dünya Savaşı içinde Ermeni soykırımı suç ortaklığı vardır. Her ne kadar bu soykırımda rolü olanlar Almanya’da yargılanmış ve öldürülmeleri sağlanmış olsa da bu ağır suç ortaklığı Türk ve Alman iktidar elitleri için sürekli bir birini kollamaya götüren bir travma yaratmıştır. Bu soykırımın ağır töhmetini her iki tarafta en az hasarla atlatmak için bu konuda gelen eleştiri ve yönelimleri etkisiz kılmada duygu ve tutum birliği içine girdikleri de söylenebilir. Kuşkusuz bu açık biçimde olmamaktadır. Her iki tarafın bu soykırımı unutturma ve hatıra getirmeme tutumunda ortaklaştıkları görülmektedir. Almanya Türkiye ilişkilerinin böyle çok kötü bir örneği; bunun üzerlerinde yarattığı töhmet ve getirdiği ruh hali de bulunmaktadır.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti esas olarak İngiltere ile ilişki geliştirse de Almanya ile tarihsel bağlar bu ilişkinin sürmesini ve gelişmesini beraberinde getirmiştir. Türkiye Almanya arasındaki ekonomik ilişkiler yanında siyasi ilişkiler de artmıştır. Öyle ki, Türkiye 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız olduğunu deklare etse de tutumu ve ilişkileriyle objektif olarak Hitler Almanya’sının yanındadır. Alman silah sanayisinin stratejik hammaddesi olan krom gibi maddeler Türkiye tarafından karşılanmıştır. Ne zaman ki Almanya’nın kaybedeceği anlaşılınca, savaş bitmek üzereyken ABD ve İngiltere’nin başını çektiği güçlerin yanında Almanya’ya savaş açmıştır. Bilindiği gibi Türkiye DAİŞ ve El Nusra’yı desteklemiş ne zamanki onların yenileceğini anlayınca onları terörist ilan etmiş ve onlara karşı olduğunu söylemiştir.
2. Dünya Savaşı sonrası Almanya ile ilişkiler yeni bir boyuta taşınmıştır. Türkiye ve Almanya NATO üyesi olmuşlardır. Öyle ki, NATO içinde Almanya’ya Türkiye’yi kontrol etme rolü verilmiştir. Türkiye NATO ve Almanya üzerinden stratejik olarak ve bir daha sağa sola kaymayacak biçimde Batı’ya bağlanmıştır. NATO, ABD, Almanya ve Türkiye ilişkileri çok özel ilişkilerdir. Bu ilişkiler bir tür göbek bağı karakterindedir. Bu açıdan Türkiye’nin NATO’dan kopması mümkün olmadığı gibi Almanya-Türkiye arasındaki siyasal, ekonomik ve askeri çıkara bağlı gerici ilişkilerin değişmesi de kolay değildir. Bu açıdan Alman-Türk gericiliğinin ilişkileri derindir, tarihseldir. Aralarında göbek bağı ilişkisi vardır.
1960’lı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya yoğun iş gücü göçü ile bu bağ toplumsal ve kültürel olarak da derinleşmiştir. Ekonomik olarak da Almanya Türkiye ekonomisi iç içe geçmiştir. Türkiye’deki ekonomik kriz sonrası Angela Merkel bu krizden herkes zarar görür, derken esas kastettiği Almanya-Türkiye ekonomik ilişkilerdir. Almanya’daki işçiler sadece Alman ekonomisini canlandırma görevi görmemiş Almanya-Türkiye ilişkilerini yeni boyutlara ulaştırmıştır. Şu anda Türkiye’deki ekonomi Alman ekonomi karakterinden çok şey almıştır. Türkiye’de gelişen kapitalizm bir yönüyle de Alman karakterinde gelişmiştir. Türkiye’de gelişen kapitalizmde her bakımdan Alman kapitalizminin karakterinin damgası vardır. Kuşkusuz bunun Türkiye siyasetine etkileri de olmaktadır. Türkiye kapitalist ekonomiyi esas olarak Almanya’dan öğrendiği ve ona göre şekillendiği gibi, siyasi alanda da Almanya’daki siyasi güçlerle kader birliği ve karakter benzerliği içine de girmişlerdir. Kuşkusuz bu ilişkinin dayandığı tarihsel, toplumsal, kültürel farklılıklar bu şekillenmeleri kendine özgün kılmaktadır.
1960’lı yıllardan sonra Türkiye Almanya ilişkileri siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel ve askeri olarak yeni bir boyut kazanmıştır. Bu ilişkiler bir sıçrama yaşanmış ve yeni bir düzey kazanmıştır. Düşünüldüğünden daha fazla Almanya Türkiye ilişkileri çok sıkı hale gelmiştir.
Önemli sanayi kuruluşları Türkiye’de ciddi yatırım yapmışlardır. Sanayi ve mal ihracı yüksek düzeye çıkmıştır. Almanya Türkiye’nin bir numaralı ekonomik işbirliği yaptığı ülke katına çıkmıştır. Almanya Türkiye’ye savaş araçları satımında da en önemli payı olanlardan olmuştur. Tank ve zırhlı araçlar konusunda Almanya’nın bir numaralı alıcısı Türkiye’dir. Türkiye Almanya’nın ekonomik sömürü alanıdır. Kapitalizmi yaşadığımız günümüzde de bunun çok önemli sonuçları olduğu açıktır.
12 Eylül askeri faşist darbesi aynı zamanda bir NATO darbesidir. Dolayısıyla NATO’nun Türkiye’yi kontrol etme görevi verdiği Almanya ve Almanya’daki NATO üslerinin bu konudaki rolü belirleyicidir. 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte Türkiye’deki derin devletle Almanya derin güçleri arasındaki ilişki daha da artmıştır. Türkiye’deki devrimci güçlerin bastırılması ve sistem içileştirilmesi konusunda 12 Eylül 1982 darbesi sonrası Almanya önemli bir rol oynamıştır. Birçok sol güç ve çevre Almanya’ya çekilmiş, burada mültecileştirilerek bitirilmiş ve sistem içileştirmiştir. Sadece Türkiye solunu değil Türkiye’ye karşı mücadele veren Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edilmek istenmesinde de Almanya rol oynamıştır. 1980 sonrası NATO’nun PKK öncülüğündeki özgürlük hareketini tasfiye etmek istemesinde Almanya aktif rol almıştır. Olof Palme suikastı ve bunun PKK üzerine yıkılmak istenmesi, PKK’yi parçalamak için bazı kişi ve çevrelerin kullanılması, birçok tutuklama ile Düsseldorf davası açılarak Almanya’daki Kürtlerin kriminalize edilmek istenmesi, 1993 yılında Almanya’da PKK yasağının getirilmesi Almanya’nın Kürt Özgürlük Hareketi’nin bastırılması konusunda da Türkiye ile ortaklık yaptığını gözler önüne sermektedir.
1980 12 Eylül askeri faşist cuntanın iktidara getirilmesi sonrası Türkiye’de siyasal İslam’ın sistem içine alınması projesinin arkasında da Almanya’da üslenen NATO’nun rolü vardır. Türkiye’deki derin siyasi güçlerle NATO’nun siyasi İslam’ın sistemin için alınmasında ortaklaştıkları kesindir. Türkiye’deki siyasi elit böylece Kürtleri ve solu etkisizleştirmeyi hedeflerken NATO da işbirlikçi siyasi İslam’la Ortadoğu’yu NATO’nun kontrolü altına almayı öngörmüştür. Mevcut AKP iktidarını bugünkü duruma getiren 1980 askeri darbesinden sonra yaşanan siyasal süreçlerdir. Almanya da bu dönemde solu ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirmede yoğun çaba göstererek tarihsel olarak oynadığı sol ve demokrasi düşmanlığı rolünü bir daha ortaya koymuştur.
Almanya’nın sol ve devrimci demokrasi güçlerine düşmanlığı yakın tarihte en somut biçimde Kürt Özgürlük Hareketi düşmanlığı biçiminde kendini göstermiştir. Bu aynı zamanda Almanya ile Türkiye’deki soykırımcı sömürgeci gerici güçlerle arasındaki tarihsel derin ilişkiyi de gözler önüne sermiştir. Türk devletinin en hassas olduğu konu Kürt sorunudur. Türk devletinin ulusal politik stratejisi Kürtleri yok etme üzerine kurulmuştur. Tüm ilişkilerini de bu çerçevede kurmaktadır. NATO’ya girişi de, Avrupa Birliğine üye olması da bu amaçladır. Almanya her dönemde Türkiye’yi destekleyerek, zor zamanlarda Türkiye’yi sıkıntıdan kurtararak Kürtleri yok etme stratejik amacına destek verdiğini ortaya koymuştur. Özellikle Almanya’nın son yıllarda Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı saldırıya geçen, en ağır faşist uygulamalara yönelen AKP-MHP faşist ittifakına ve iktidarına destek vermesi açıkça bu anlama gelmektedir.
7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidardan düşmüştü. Ancak siyasi bir darbe yaparak iktidarda kaldılar. Tayyip Erdoğan’a bu zor döneminde siyasi destek veren A. Merkel oldu. Tayyip Erdoğan aldığı bu desteklerle 10 kadar Kürt şehrini yakıp yıktı. Yüzlerce sivili katletti. Bu saldırılarda Almanya tankları, silahları ve tekniği kullanıldı. Alman hükümetinin vicdan rahatlatmak ve bu suçlardaki ortaklıklarını gizlemek için yapılan etkisiz itirazlar dışında bir tutumları olmadı.
O günden bugüne AKP-MHP iktidarı o kadar insanlık suçu işledi, başta Kürtler olmak üzere demokrasi güçleri üzerinde baskı uygudaki az bir demokratik karakteri olanlar bile bu iktidara karşı açık tutum alırlardı. Ancak ilişkileri sürdürmek ve şantaj uygulayan bu iktidarı teskin etmek için bu saldırılarına göz yumdular ve ilişkileri sürdürdüler. Böylece AB ilkeleri dedikleri kısmi demokratik değerleri de bir tarafa bıraktılar. Ancak başta Almanya olmak üzere bir kısım Avrupa ülkesi çıkarları gereği Kürtler üzerindeki soykırım uygulamalarına sessiz kaldılar, kalmaya da devam ediyorlar.
Siyasette en çirkin ve kabul edilmeyecek durum şantajdır. AKP iktidarı yüzbinlerce mülteciyi Türkiye’ye çekip DAİŞ ve El Nusra üzerinde kontrol kurup hem Kürtleri ezmek hem de Suriye ve Ortadoğu siyasetinde etkili olmak istemiştir. Ancak bu politikası tutmayınca bu defa mültecileri başta Almanya olmak üzere Avrupa üzerinde tehdit unsuru olarak kullanıp Suriye politikasına destek almaya çalışmıştır. Bu tehditle Avrupa ve Almanya’dan fidye istemiştir. Nitekim Almanya Türkiye’ye 3 milyar fidye vermiştir; 3 milyar daha verecektir. Dünyada bir şantajcı devlete bu kadar fidye ödeyen ilk devlet Almanya’dır. Belki de başka türlü maddi yardım yapamadığı Türkiye’ye mülteciliği gerekçe yaparak yardım vermektedir.
Türkiye Almanya ilişkileri Kürtler üzerinden kirli bir politika haline geldiği gibi Suriye ve Ortadoğu politikası da çok kirli hale gelmiştir. Efrîn işgali Almanya tarafından desteklenmiştir. AKP-MHP iktidarı sadece Türkiye içinde değil Suriye ve Ortadoğu’da da Kürt ve demokrasi düşmanıdır. Efrîn işgali bunun açık kanıtıdır. Böylece Türkiye ve Almanya Suriye ve Ortadoğu’da da demokrasi düşmanlığında ortaklaşmıştır.
Almanya Suriye ve Ortadoğu’da DAİŞ’e ve El Nusra’ya karşı mücadele veren PYD ve YPG’nin bayraklarını yasaklamıştır. Türkiye PYD ve YPG’ye ortaklık yaptığı DAİŞ ve El Nusra’yı yenilgiye uğrattığı için öfkelidir. Suriye’de Kürtleri özgürleştirip demokratikleşmeyi gerçekleştirdiği için öfkelidir. Peki, Almanya’ya ne oluyor? PYD ve YPG sadece kendileri için değil tüm insanlık için DAİŞ’e ve El Nusra’ya karşı savaştılar. Binlerce şehit verdiler. 10 binden fazla yaralıları oldu. Almanya da mı PYD ve YPG’nin DAİŞ’e karşı verdiği savaştan ve Suriye’de geliştirmek istedikleri demokratikleşmeden rahatsızdır? Almanya’nın Ortadoğu’da İslami kesimlere daha ılımlı bir yaklaşım içinde olduğunu biliyoruz. İran’a yönelik ‘eleştirel diyalog’ yaklaşımı içinde olduğunu biliyoruz. Birçok İslami kesimle ilişkileri olduğunu biliyoruz. PYD ve YPG konusunda rahatsızlık DAİŞ ve El Nusra ile Almanya arasındaki ilişki nedeniyle olmasın! Çünkü Türkiye DAİŞ ve El Nusra ile ilişki içindeydi, bu nedenle PYD ve YPG karşıtlığı anlaşılırdır. Türkiye istedi diye Almanya neden PYD ve YPG’yi yasaklıyor ve kendi üzerinde kuşkulara yol açacak tutumlara giriyor? Biz sormasak bile Alman halkı ve demokratlar sormaz mı, böyle bir kuşku içine girmez mi?
Tüm dünya Erdoğan ve iktidarının karakterini biliyor. Türkiye içinde ve dışında işlediği suçları biliyor. Buna rağmen Merkel neden ısrarla Erdoğan’la ilişki sürdürüyor? AKP’nin iktidarda kalması için payanda oluyor. Erdoğan iktidardan düşerse Türkiye batmaz, aksine Türkiye daha fazla gelişme imkânı yakalar. O halde Merkel neden destekliyor? Bu durumda akla gelen Almanya’nın tarihten gelen demokrasi, özgürlük ve sosyalizm düşmanlığının şimdi AKP-MHP iktidarının demokrasi, özgürlük ve sosyalizm düşmanlığıyla buluşma ve ortak hareket etmesidir. Erdoğan ve Merkel’in Türkiye ve Ortadoğu’da birlikte Kürt ve demokrasi düşmanlığı yapmaları bunu akla getirmektedir.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika/Mustafa Karasu