Solcu ve devrimci gençlerin, başta İnternet olmak üzere, çağdaş, modern tüm mekan ve mecralara girmesi, buralarda kendi ideolojik ve siyasi yaklaşımlarını göstermesi yararlı olur. Hayatta her şey, sonuç olarak ve aslında siyasi ve ideolojik olduğu için, solculuk ve devrimciliğin giremeyeceği alanlar azalırsa, her yerde ilk başlarda hiç olmazsa rahat nefes alabilir herkes.
Ragıp Duran
Önce somut bir fotograf: Devlet, Sur’u acımasızca yıkıyordu. Diyarbakır’daki meslekdaşlarla eğitim semineri düzenlemek üzere kentte idim. Şehmuz Diken teklif etti:
- Abe bir gidelim Sur esnafı ile konuşalım, adamlar kaç gündür dükkanlarına evlerine giremiyor. Perişan haldeler.
Felaketi daha önce hem Tv ekranlarından hem de olay yerine gidip gelen meslekdaşlardan görmüş, duymuştum. Açıkçası pek gitmek istemiyordum. İnsan, sevgilisini kafası yarılmış, gözleri şişmiş morarmış, yara bere içinde görmek istemez. Vahşetin hakikisini görmek istememişim demek ki…Biraz da çaresizlikten belki.
Neyse sonunda gittik. Yarım gün boyunca esnafla konuştuk. İçim daraldı. Hepsi korkunç şeyler anlattı. Resmi terörizmden kareler sundular. Ayrıntıya girmeyeceğim, bir kahvede oturuyoruz. Karşımızdaki sokağı perdelerle kapatmışlar, Türk bayrağı asmışlar, bir de küçük bir polis kulübesi kurmuşlar. Otomatik silahlı ama sivil giyimli bir polis nöbet tutuyor.
Esnaf’ın dükkanı ve evi tam karşıda. Taş çatlasa 50 m. ötede. Ama gidemiyor. Ailesini zar zor evden çıkarıp Bağlar’daki bir akrabasının yanına yerleştirmiş. Evinin duvarlarında kurşun izleri var. Giriş katındaki dükkanın kapıları kırılmış.
- Mahvetmişler burayı, çok zararınız var değil mi? diye aslında pek de akıllı olmayan bir soru sordum esnafa.
Her şeyi anlatan ve hiç unutamayacağım bir cevap verdi adam:
- Beyim maddi zarar ne ki? 15 gün uğraşır yine açar dükkanımızı çalışırız. Ama… ama bizim gönlümüz kırıldı. Onu kim tamir edecek?
Şehmuz’la benim de gönlümüz kırık bir şekilde Sur’dan ayrıldık. Araba ile Kayapınar’a doğru giderken iki tarafta lüks cafe’ler, lokanta ve dükkanların olduğu bir caddeden geçerken dikkatimi çekti: Cafe’ler tıklım tıklım doluydu, genç erkekler kadınlar, galiba çoğu öğrenci, çay kahve içip sohbet ediyor ya da kağıt oynuyorlardı. Halbuki iki adım ötede kentin merkezinde bir katliam yaşanıyordu. Bu çocukların olup bitenden haberi yok muydu? Yoksa biliyorlardı da bilmezlikten mi geliyorlardı? Hemşehrisi olmasa da bu kentte yaşayanlar, öğrenci de olsa bu kadar duyarsız olabilirler miydi?
Bu fotograf belleğimin bir kenarında asılı kaldı. Çok yakın bir geçmişte sürgünde Amedli bir mühendise aktardığım zaman bu manzarayı, dur, dedi bana ve devam etti:
- Hocam ben de o tarihte oradaydım. Sizin endişeniz doğru değil. O çocukların hepsi, Diyarbakırlı olsun olmasın, tabi ki biliyorlardı Sur’da ne olup bittiğini… Kaç kere kimisi gizli kimisi açık toplantı yaptı onlar. Çok sıkılmışlardı aslında. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Sur’da vurularak öldürülenler onların yaşıtları ve arkadaşlarıydı. Bir çaresizlik hatta bir umutsuzluk da vardı. Bakmayın öyle kafelere doluşup sohbet ettiklerine ya da kağıt oynadıklarına, evde ya da yurtta tek başına oturup kafayı yememek için bir araya geliyorlardı.
Amed ve Amed gençliği için rahatladım. Başka türlü olması da zaten düşünülemezdi ama işte ben 5 dakika içinde Sur’un trajik manzarasından Kayapınar’ın bu acaip bulduğum manzarasına geçince başka şeyler, olumsuz şeyler düşünmeye başlamıştım.
Yine de önemli bir sorun var ve bu sadece Amed gençliğini ilgilendirmiyor: Eskiden üniversitede ders verirken öğrencilerle yakın temasım olduğu için onların sorunlarını, haleti ruhiyelerini az çok izleyebiliyor, anlamaya çalışıyordum. 5-6 yıldır o olanaktan mahrumum. Bu nedenle gözlem alanı olarak ancak sosyal medyadan yararlanabiliyorum şimdilerde. (Bu mecraya ‘’sosyal’’ medya denmesi de bence garip, çünkü tam aksine sanal medya her birimizi sosyallikten uzaklaştırıyor, bu ayrı bir mesele).
Bugünün gençliğinin kaçınılmaz olarak kendine has çok sayıda özelliği var. Üstelik homojen ve tek bir gençlik kitlesinden söz etmek mümkün değil. Yine de bu kesimin temel iletim ve iletişim aracının İnternet olduğu kesin. Siteler, bloglar, Twitter, Facebook, İnstagram gençliğin en uzun süre zaman geçirdiği mekanlar/mecralar. Ellerinden düşürmüyorlar cep telefonlarını. Parmaklar ekranın üzerinde geziniyor hep.
Bütün gençlerin, çok boyutlu şahsi konumları gereği, Kürdistan, siyaset, faşizm, mücadele gibi konularla birebir ya da yüzde yüz ilgilenmedikleri belli. Ve aslında son derece normal bir durum. Pop müzikten çizgi filmlere, arabeskten cinselliğe, ezoterizmden psikolojiye belki de resimden bilgisayar teknolojilerine kadar çok geniş bir ilgi ve merak alanı var gençlerin.
Konu(lar) önemli ama bu konunun nasıl ele alındığı, nasıl ve ne amaçla işlendiği daha da önemli. Her şeyin, yani gençlerin ilgilendiği her konunun sonuç olarak mutlaka ideolojik ve siyasi bir boyutu olduğunu hesaba katarsak, futbol meraklısı bir genç bile, son dönemde olağanüstü değer kaybeden Türk Lirasının durumunu (Yani ekonomik-mali bir sorunu) düşünmek durumunda. Takımı artık istediği yabancı transferini yapamayacağı gibi halen takımda oynayan yabancı futbolcuların döviz üzerinden kararlaştırılan maaşları ödenemeyecek belki de. Futbol meraklısı bu genç, Kürt meselesini hiç bilmese, bu konuya hiç ilgi duymasa bile Deniz Naki’ye ve Amedspor’a karşı yapılanlar konusunda herhalde biraz durur düşünür değil mi?
Dolayısıyla, hayat, özellikle gençlerin hayatı, salt bildiğimiz anlamdaki klasik politikadan oluşmadığı için devrimci gençlerin de popüler hatta moda konulara da ilgi duyup deşmesi lazım. Bizim zamanımızda ‘’Totocu’’ ya da ‘’Futbolcu’’ diye nitelediğimiz gençler, yine bizim o zaman ki anlayışımıza göre ‘’apolitik’’ dediğimiz gençler, aslında hiç de apolitik değiller. Onlar politik tutumlarını farklı bir şekilde, belki de dolaylı olarak başka mekanlarda, başka temalarla, başka biçimlerde gösteriyor. İşte bu dolaylı yaklaşımlar, bu başka mekanlar, başka tema ve biçimler devrimcilerin de mutlaka bulunması gereken mekanlar. Böylelikle devrimci gençler hem sürekli olarak içinde bulundukları nispeten dar ‘’klasik siyaset’’ mekan ve temalarından bir süre için de olsa uzaklaşmış olurlar hem de bu yeni geldikleri mekan ve temalara kendi solcu, devrimci yaklaşımlarını getirirler. Çünkü oraları boş bırakırsanız, yeni sağ, neo-liberal sağ bu boşluğu doldurur. Devrimcilik, solculuk dediğimiz tutum, davranış ya da belki hayat tarzı da öyle soyut, belirsiz, yuvarlak ya da muğlak bir şey değil ki…Somut olarak bir konuda, bir alanda, yaptığımızla, yazdığımız ya da söylediğimizle, o konuya ilişkin tutumumuzla devrimci/solcu oluyoruz, ya da olamıyoruz. Bu nedenle sahayı, konuyu bilmek hatta çok iyi bilmek şart.
Genel, büyük, kalabalık gençlik kitlesinin solcu, devrimci gençlikle temasa geçmesi, buluşması için, bu iki kesimin birbirine hiç olmazsa değmesi için esas görev solcu, devrimci gençlere düşüyor. Devletin, egemenlerin, sağcıların dindar ve kindar gençlik yetiştirme politika ve uygulamalarına karşı başka bir gençliğin mümkün olduğunu kanıtlamak için kolları sıvayıp, çalışmak, okumak, tartışmak kendimizden farklı yeni arkadaşlar edinmek gerekir bence.