HABER MERKEZİ
Maneviyatın merkezi olarak bilinen Ortadoğu toprakları, binlerce yıldır savaşların gerçekleştiği ve belki milyarlarca insanın canından olduğu bir coğrafyadır. Tarihin en kanlı savaşlarının yaşandığı bu coğrafyada Irak, İran, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Ürdün, Libya, Tunus ve son olarak Suriye’deki savaşlar yakın tarihimizde yaşananlardı. Tüm bu savaşlar, Ortadoğu’un nasıl bir tarihsel geçmişe sahip olduğunu gösteren niteliktedir. Özellikle ‘Mağrip İsyanları’ olarak adlandırılan ve 2010-2011 yılları arasından domino taşı etkisinde başlayan halk isyanları, ilerleyen zamanlarda batı ve doğu emperyalist güçleri tarafından ekseninden ve özünden koparılarak, hegemonik vekalet savaşlarının aracı haline getirildi. 2011 yılında Suriye’deki Baas rejiminin lideri Beşar Esad’a karşı gelişen muhalefet, çok kısa bir zaman diliminde Avrupa emperyalistlerinin ve onların ileri karakolu olan işbirlikçisi Türkiye’nin müdahalesiyle tamamen bir barbarlık seferberliğine dönüştü. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), El Nusra ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi en çok bilinen örgütler, Suriye’deki Şii Esad rejimini devirmek, onun yerine Sünni Şeriat rejimini inşa etmek gerekçesiyle başvurmadıkları mezalimlik kalmadı.
Üçüncü yol: Devrim
Buna karşılık Esad diktatörlüğünün de cevabı aynı nitelikte oldu. Sivilleri katletme, savaş hukukunu hiçe sayan katliamlar ve zulümler yapmak, Esad diktatörlüğünün sıkça faydalandığı yöntemler oldu. Ne emperyalistlerin güdümünde olan yerel güçlerin ne de 40 yıllık Esad diktatörlüğünün yanında saf almayan Rojavayê Kürdistan’da Kürtler, üçüncü bir alternatife yöneldiler. Bu, öncelikli olarak Rojava’da, genelde de Suriye’nin toplamı için demokratik ulus projesiydi. Bu projeye uygun tüm kurum ve kuruluşların inşası ümidiyle ve inancıyla, 19 Temmuz 2012’de Rojava Devrimi gerçekleştirildi. YPG ve YPJ’de bu devrimin silahlı gücü olarak tarih sahnesine çıktı.
Devrime karşı gerici abluka
Devrimin kısa bir sürede yayılması başta işgalci Türk devleti olmak üzere bölgedeki tüm gerici sistemleri korkuttu. O yüzden de söz konusu bu devrimi boğma girişimlerinin adımları atıldı; Önce El Nusra çetelerinin elleriyle Serêkaniyê’ye ve çevresine, bir yıl sonra da Kobanê’ye saldırılar gerçekleşti. 2014 yılının Eylül ayı sonlarında Kobanê’ye yönelik başlatılan saldırılar, Suriye’deki savaş sahasında giderek güç kazanan DAİŞ aracılığıyla organize ediliyordu. DAİŞ, aynı yılın Ekim ayının başlarında on binleri bulan bir orduyla artık tamamen Kobanê’ye yöneldi. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin desteğini alan bu örgüt, insanlık değerlerini yerle yeksan etmeye yemin etmiş bir istila ordusu gibi ilerliyordu.
İşgal ve saldırıya, serhildanlarla cevap verildi
Takvimler 6 Ekim’i gösterdiğinde, Kobanê ciddi anlamda bir işgal tehditiyle karşı karşıyaydı. Rojava’da DAİŞ Kürtlere saldırırken, Bakur’da 2013 yılında başlatılan ‘çözüm süreci’ devam ediyordu. İşgalci Türk devleti Bakur’da sözde barış görüşmeleri için sağ elini uzatırken, Rojava’da ise sol eliyle Kürtlere karşı saldırılar organize etmekteydi. Dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kobanê düştü, düşecek” sözleri, Kürtler arasında yoğun bir tepkiye neden oldu. Bu tepki, anında öfkeye dönüşerek Bakur’un tüm sokaklarına yayıldı. Özellikle Amed ve Cizre gibi kentlerde, yüz binlerce Kürt sokaklara dökülerek Kobanê’ye ses ve destek oldular.
Ulusal birlik
Sokaklara dökülen bu kitlelerin ezici çoğunluğunu gençlerden oluşuyordu. Yaklaşık bir hafta süren bu serhildanlar, yüzde 80’i DAİŞ gibi insanlık düşmanı barbar bir örgüt tarafından işgal edilen Kobanê’ye dönük ablukanın dağılmasına önemli katkılarda bulundu. Amed ve Cizre başta olmak üzere Kürdistan, Türkiye ve Avrupa kentlerinde başlayan bu serhildanlar, Kürtler açısından tarihin akışını değiştiren, işgalci güçlerin ise amaçlarına ulaşmasında engel teşkil eden bir rol oynadı. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin tarihine ‘6-8 Ekim Kobanê Serhildanı’ olarak geçen bu süreç, yeryüzündeki tüm Kürtlerin birbirlerine kenetlendiği ve ulusal manada hatırı sayılır bir ruhun oluşmasına da ön ayak oldu.
Kürtlere karşı ortak cephe
Bakur’da 6 Ekim’de başlayan ve bir haftalık sürece yayılan serhildanlarda, AKP hükümetinin talimatıyla yaklaşık 40 yurtsever katledildi. Hem Türk devletinin polisleri hem de devlet tarafından paramiliter yapı olarak kullanılan Hizbullah’ın provokasyonları sonucu katledilen bu 40 kişi, sivil yurttaşlardı. Kimisi evinin önünde dururken, kimisi yoldan geçerken kimisi ise demokratik tepkisini dile getirmek için protesto eylemlerine katılırken katledildiler. Bakur’da bunlar yaşanırken, Rojava’da ise savaş tüm yakıcılığıyla devam ediyordu. DAİŞ ilerledikçe ilerliyor, işgal ettiği yerleri ise karanlığa boğuyordu. Ele geçirdikleri her yerde katliamların, tecavüzlerin ve talanların haddi hesabı yoktu. Nitekim DAİŞ’in yarattığı tahribatların bilançosu ancak savaştan sonra çıkarılabilmişti.
Direnişin adı: Arîn Mîrkan
DAİŞ’in tüm bu insanlık değerlerini yok eden ilerleyişine ilk engel, YPJ savaşçısı Arîn Mirkan tarafından geldi. Mirkan, Kobanê’nin en stratejik tepesi ve DAİŞ’in işgali altında olan Miştenur’da fedai eylem gerçekleştirdi. Mirkan’ın eylemi hem ulusal hem de ulusalarası basın ve kamuoyunda yankı getirdi. Kobanê’ye gönüllü olarak DAİŞ’e karşı savaşmaya gelenler sel olup direnişe akıyordu. Özellikle Avrupa ülkelerinden YPG/YPJ saflarna katılan enternasyonal insanlık savaşçılarının sayısı azımsanmayacak kadar değerliydi.
Yarın: Kobanê direnişi ve serhildanlarında gençliğin rolü -II