HABER MERKEZİ
Şiyar, Ayhan ve Atakan… Belki bize masallardaki kahramanların gerçek olduğunu anlatmak için geldiler. Bu üç savaşçı dağlar ülkesinin kayıp anahtarını aramak için ipince bir patikadan yola koyulmuşlar.
“… Senden önce ölürsem eğer, dedin bana,
bayatlamış sözcüklerden ve gecikmiş
buluşmalardan esirge beni.
Uyuduğum topraktan al götür beni,
zira belki de bir sap yeşillik,
ölümün bir başka dikim olduğunu
gösterecektir sana…”
Zaman geçer, acılar, sevinçler, yalnızlıklar, çokluklar geçer; hatalar, zaferler, savaşlar, sorunlar geçer; maddi varlığa, dünyaya dair her şey gelip geçer. Yeryüzü bir yürüyüş mekanıdır. Geçip gidene dek insanın yüreğinde kalıcı olan tek şey sevgidir. Sevdiklerinin, seni sevenlerin yüreğinde bıraktığı izler, hislerdir kalıcı olabilen, arkadaşlıkların, elini sevgiyle tutanların, gözlerine sevgiyle bakanların izidir geriye kalan. Aynı yolu yürüyenlerin birbirine bıraktığı iz kalıcıdır. Yıkıcı insanın asla ulaşamayacağı yerdir orası.
Yüreğimizde sevgiden izi kalanlardan biri Şiyar arkadaştır, bugün gidişinin üzerinden 26 yıl geçti. Az önce gitmiş gibi hala sıcak sevgisi, canlı… Ardı sıra sökün ediyor sevgi dolu yürekler, Ayhan, Atakan arkadaşlar ve daha nicesi… Şiyar, Ayhan ve Atakan arkadaşları tanıyanlar bilir, ne kadar birbirlerine benzediklerini… Dersim dağları tanır onları; izleri dağın her zerresine kazınmıştır. Hangisi diğerinin izinden yürüdü. Belki hep birlikte yürüdüler. Bu zamanla ilgili bir şey değil.
Yürüdükleri patikalar, yıldızların altında yol alırken bedenlerinden akan ter, yüzlerini çizen meşe dalları, ayaklarına takılan taşlar, susuzluklarını gidermek için kana kana içtikleri çeşmeler, aştıkları dağlar, altında uyudukları meşe ağaçları, meşelerin dallarında öten kuşlar ve zamana bıraktıkları izler. Belki ayakları yeni yollarla tanıştı, kim bilir! Yaşlılarımız ölmek demezdi, göçmek derdi. Yeryüzünde zamanın dolmasıyla başka diyarlara göçmek…
Şiyar, Ayhan ve Atakan… Belki bize masallardaki kahramanların gerçek olduğunu anlatmak için geldiler. Bu üç savaşçı dağlar ülkesinin kayıp anahtarını aramak için ipince bir patikadan yola koyulmuşlar. Bir ağacın dalları gibi aynı gövdeden yükselir, aynı köklerden beslenirlermiş. Şehirlerin savurgan kulelerini geride bırakmışlar. Uzakta çok uzakta toprak damlı evlerin pencerelerinden soluk ışıklar sızıyormuş. İnceymiş patika, öyle ki uçurumların kıyısında bir adımlık yer kadarmış. Belki birkaç adım atmışlar, patika bitmiş. Patikayı açarak yürümeye başlamışlar. Aslında pek yürümek de değilmiş onların ki, bir … gibi yeryüzüne dolanan zamanı çözmekmiş. Düğümler çözüldükçe ilerliyorlarmış. Her çözülen düğümde kaybedilen bir gerçeğin omuzlarında taşınıyorlarmış. Düğümü çözemedikleri zaman uçuruma asılı kalmakmış cezaları. Öylece kayalara asılı, elleri kanayana dek, kolları güçten düşene dek, sıcaktan inleyerek ya da soğuktan titreyerek… Her ceza yılgınlık sebebi, her yılgınlık geri dönüşün yolu. Her yılgınlık derin ve karanlık uçurumda yitmekmiş.
Üç savaşçı bilmiş sonunda, ipince patikadan ilerlemekmiş varolabilmek. Kayıp anahtarı ararken, kendi masallarını yaşayarak yazmakmış. Artık masallara ve mucizelere inanmayan, beton kafeslere hapsedilmiş insanlara masalların gerçek olduğunu göstermekmiş, kahramanların yaşadığını anlatmakmış. Üç savaşçı, zamanın düğümünü çözmüş. Ölümsüzlük değilmiş istekleri, kimse farketmeden içinde yaşayabilecekleri bir sonsuzlukmuş. İnsan-ı kamil olanlar erişir bu sırra, ne geçmiş vardır ne de gelecek, her şey olmaktadır gözelerimizin önünde. Tek gerçek budur. Herkes geçmişini de geleceğini de yaşadığı anda yaratır. Herkes, kendi sonsuzluğunu yaşar. Onların özgürlüğü olmakmış. Bu, sürekli bir oluş içinde olmaktır.
Onları tanıyanlar anladı, masallar gerçek, masallardaki kahramanlar gerçek. Onları görünce inandılar. O üç savaşçı, Dersim dağının insan-ı kamilleri Şiyar, Ayhan, Atakan…
Tanıyan herkes, onları sevdi, onlarla patikalardan yol almak istedi, onlara bağlandı, onları unutamadı. Şimdi bir karanlığın içinde olsak da, sevginizle hala varolmaktasınız yanıbaşımızda. Yarattığınız sonsuzlukta bize o denli içten gülümserken, nasıl inanabiliriz ki yanımızda olmadığınıza.
Elleriniz zarifçe uzanırdı sevdiğiniz yüzlere, ellere, saçlara, bir gelinciğin taç yaprağına dokunur gibi… Sevmek, adaletli olmaktı; sevmek, incitmemekti; sevmek, güvenmekti ve inanmaktı. Aslolan tek şey sevgidir. Ne kadar sevebildiğin ve sevilebildiğindir. Onlar, sevdi, sevildi. Onlar yarattı. Korkuları hiçe sayarak, özgürlük budur belki. Sadece düşmanına karşı savaşırken değil, yaşarken de, konuşurken de cesur olanlardı.
Yaşarken de sevdik sizi, yaşarken de gönlümüzün kahramanı oldunuz. Hiçbir yüreği kırmadınız, hiçbir eli boş geri çevirmediniz. Adaletin insanları, insanın olduğu kadar kurdun, kuşun, ağacın, suyun, taşın hakkını verenler…
Güzel insanlar, toprağı incitmeden yürüyen dervişler, dünya malında, mülkünde, koltuğunda gözü olmayanlar, kendini toz zerreciklerinden yeniden yaratanlar, yoldaş olanlar, zamanın yolcuları, kalplerin yarenleri, zorluklarda umudunu yitirmeyen, söylediğini yapan ama yaptığını söylemeyen, derin öngörü, bilgi birikimi ve yürek enginliğine rağmen mütevazi olan, kavganın en zorlu anında dahi incelikli esprileriyle arkadaşlarını güldürebilen, işlerin sarpa sardığı anda mutlaka bir çözümü olan, acıları hisseden, paylaşan bilgeler onlar…
Gördüler, o sonsuzluk uykusu tuttuğunda yanağını kadim zamanlardan kalma bir taşa dayadı usulca. Cûdî dağının eteklerinden ötesine, Dicle ile Fırat nehirlerinin arasından sonsuza uzayan bereketli ovadaydı gözleri.
Gördüler, o sonsuzluk uykusu tuttuğunda yanağını bir yayla çiçeğinin yaprağına dayadı. Bir tarafında Yeşilırmak bir tarafında Kelkit çayı Karadeniz’den bakıyordu sonsuzluğa.
Gördüler, o sonsuzluk uykusu tuttuğunda Dersim’de yanan bir meşe ağacına dayadı yanağını. Biliyordu, insanın insana verdiği her acıyı o dağların, ağaçların ve suların dindireceğini.
John Berger’in bir kitabında, “Seninle ben iki kuşak arasındayız. Birincisi bize yakın olanlar, ölenler ya da öldürülenler. Çoğu şimdiki yaşımızdan gençti. Bizi açık kollarla bekliyorlar” diye yazıyordu arkadaşına mektup yazan bir devrimci. Bir gün bizim de zamanımız geldiğinde bizi açık kollarıyla bekleyen arkadaşlarımız olduğunu bileceğiz ve huzurla kapayacağız gözlerimizi. Özgürlük yolunun ince patikasında elleri kayalarda parçalanan her yolcu, sizden bilecek masalların ve kahramanların gerçek olduğunu… Bu sözler, sizi anlatmak için değildir, sadece bir hatırlayıştır. Çünkü siz zaten kendinizi anlattınız. Dersim dağının bilgeleri Şiyar, Ayhan ve Atakan’a özlem ve sevgiyle…
Şiyar (Kazım Kulu), 12 Ekim 1992 tarihinde Cudi’de,
Ayhan (Ağa Kahraman) Eylül 1999 tarihinde Tokat’ta,
Atakan Mahir (İbrahim Çoban) 11 Ağustos 2018’de Dersim’de şehit düştü.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/Deniz Bilgin