Komplonun 20. Yılının yaşandığı günlerden geçiyoruz ve bu sadece bir günle; 9 Ekim’le de sınırlı olma gibi bir özellik taşımıyor. Günümüze kadar devam eden ve komplo devam ettiği sürece de sürekliliğini koruyacak olan bir gerçekliği ifade ediyor.
HABER MERKEZİ – Bugün içerisinden geçmekte olduğumuz süreç ile yaşananlar değerlendirilirken, 20 yıl önce yaşanmış olanlarla doğrudan bağını kurmak ve onunla olan ilişkisini görmek gerekmektedir. Çünkü bugün yaşananlar 20 yıl öncesinde yaşanmış olan ve hala da gündemdeki yerini koruyan yaşanmışlıkların bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
20 yıl önce Önder Apo’ya karşı uluslararası komplo devreye konulmuş ve bunun bir sonucu olarakta Önder Apo o güne kadar kaldığı Suriye’den ayrılmakla karşı karşıya getirilmişti. Önder Apo’nun Suriye’den ayrılması nedenleri itibarıyla, belki o gün yeterince farkına varılmamıştı ya da Önder Apo bu ayrılışı “uluslararası komplo” olarak değerlendirmesine rağmen, bu tespiti dinleyenler bunun yeterince ayrımında olamamışlardı. Böyle bir gerçekliğe rağmen aradan geçen 20 yıl, 9 Ekim 1998 günü yaşananları, bugün tüm gerçekliği ile anlaşılır bir hale getirmiş bulunmaktadır.
Bugün dünya Ortadoğu merkezli bir dünya savaşını yaşamaktadır. Siyasal ve askeri olarak yapılan bu değerlendirmeler ise en yalın haliyle 3. Dünya Savaşı olarak ifadeye kavuşturulmaktadır. 9 Ekim “uluslararası komplosu”nun bugün vardığı sonuç ise bu gerçeklik olmaktadır. Bugün bu gerçeklik, “uluslararası komplo”nun uygulamaya konduğu zaman belki, Önder Apo’nun bulunduğu tespiti anlama ya da neden böyle bir tespitte bulunduğunun ayrımın da olmayanlar olsa da, Kürdistan halkı için bunu söylemek söz konusu değildi. Çünkü Kürdistan halkı o gün yaşananları görmüş ve en doğru devrimci bir tutumun sahibi olmuştu.
Kürdistan halkının Önderliğini sahiplenen bu tutumunu, birileri anlamlandırma da zorlanabilir veya kendiliğinden açığa çıkan halkın tepkisi olarakta değerlendirebilir. Ancak bugün yaşanmakta olanlar bunun hiçte böyle olmadığını göstermektedir. Çünkü 9 Ekim’de halkın meydanlara çıkışı o anla, duyduğu öfke ile sınırlı kalmamıştır. Son derece bilinçli bir tercih olarak, ayları bulan bir direnişi ifade etmiştir ve bunlarda her hangi bir yerleşim merkezi ile sınırlı kalmamıştır. Tüm Kürdistan’ı ve Kürtlerin yaşadıkları coğrafyaları içerisine almıştır. Bu eylemlilik süreci sadece gençlerle de sınırlı kalmamıştır. Kadını ve erkeği ile; çocuk, yaşlı, genç ayrımı yapmadan yedisinde- yetmişine varıncaya kadar; işçisi, köylüsü, serbest meslek sahibi, esnaf vb. sosyal ve kültürel kimliğinin farkında ve bilincinde olan toplumsal tüm kesimler bu eylemlik içerisinde yerini almışlardır. Hatta bu eylemliklerin boyutu öyle bir noktaya varmıştır ki, sadece Kürdistanlılarla sınırlı kalmamıştır. Kürdistan halkının mücadelesini kendi halkının özgürleşmesi mücadelesinde kilit öneme sahip olduğunun bilincinde olan; Fatma Özen, Serpil Polat, Elefterya Fortülaki vb. gibi devrimcilerin direniş eylemlerinde de karşılığını bulmuştur.
9 Ekim 1998 sonrasında yaşananları, objektif olarak ele alarak, değerlendirmeye tabii tutanlar elbette bu gerçekleri görerek, bunlardan gerekli olan sonuçları çıkaracaklardır. O nedenle de bundan “20 yıl önce şunlar yaşanmıştır” demekle yetinmeyeceklerdir. Kuşkusuz bunu yaparken, bugün nelerin yapılması gerektiği yönünde bir sonuca ulaşacaklardır. Şimdi böylesi bir görevle karşı karşıya gelinmiştir. Hatta böyle bir görevin sahibi haline gelinmekte gecikilmiştir.
20 yıl önce Kürdistan halkı ve onun dostlarının uluslararası komploya karşı içerisine girdiği devrimci tutum komplo sahiplerini bile şaşkınlığa uğratmış ve onları bu düzeyde Önder Apo’nun sahiplenilebileceğini “düşünemedikleri” yönünde itirafta bulunmak zorunda bırakmıştı. Bunun bir sonucu olarak Önder Apo ile ilişki içerisine girmek isteyenler bile olmuştu. Aslında Kürdistan halkı ve dostlarının bu tutumu, “uluslararası komplonun” daha o süreçte, başarısızlığa ulaşacağının da bir göstergesi haline gelmişti. Komplocu güçlerin yapmış oldukları itiraflar ve içerisine girmiş oldukları arayışlarda bunun bir sonucu olarak gerçekleşmişti.
20 yıl önce, “uluslararası komplo” uygulamaya konduğu ilk andan itibaren bu gerçeklik ortaya çıkmıştı. Kürdistan halkı ve dostlarının devrimci tutumu bunu sağlamıştı. Ancak komplocu güçler böyle bir gerçekliğe rağmen, komplodan sonuç alma yönündeki ısrarlarından da vazgeçmiş değillerdir. Önder Apo şahsında komplo hala devam etmektedir. Üç yılı aşkın süredir Önder Apo üzerinde uygulanan mutlak tecritte bunun en somut bir göstergesidir.
20 yıl önce Kürdistan halkı ve dostları Kürdistan ve Türkiye’den, İtalya’dan İran’a, Yunanistan’dan Moskova’ya vb. varıncaya kadar Önder Apo etrafında oluşturdukları ateşten çember ile “uluslararası komploya” karşı nasıl bir tutum içerisinde olunması gerektiğini göstermişlerdi. Bunun bir sonucu olarak da komplocu güçleri bir kez daha düşünmek zorunda bırakmışlardı. Aslında Kürdistan halkı ve dostlarının içerisine girdikleri bu tutum komplo karşısında, bugünde geçerli olan izlenmesi gereken çizginin ne olması gerektiğinin de bir ilanı haline gelmişti.
Komplonun 20. Yılının yaşandığı günlerden geçiyoruz ve bu sadece bir günle; 9 Ekim’le de sınırlı olma gibi bir özellik taşımıyor. Günümüze kadar devam eden ve komplo devam ettiği sürece de sürekliliğini koruyacak olan bir gerçekliği ifade ediyor. O nedenledir ki, komploya karşı mücadele sürekli bir mücadele olma özelliğini taşıyor. Bunun bir günle, bir kaç hafta ile sınırlı kalan bir yanı bulunmuyor. Kürdistan’ın özgürlüğü ile iç içe geçmiş, onunla bütünleşmiş olan Önder Apo’nun özgürlüğe ulaşana kadar olan bir süreci içeriyor.
Bugün gerçekten içerisinde geçmekte olduğumuz süreç ile yaşananlar doğru anlaşılmak ve oradan da doğru sonuçlara ulaşarak bir çözüm gücü haline gelinmek isteniyorsa mutlaka bu gerçekliğin esas alınması gerekiyor. Bu da 9 Ekim 1998’de uygulanmaya konan “uluslararası komploya” karşı Kürdistan halkı ve dostlarının ortaya koyduğu devrimci tutum ve çizgide ısrar anlamına geliyor.
CEMAL ŞERİK/ Yeni Özgür Politika