HABER MERKEZİ
Ortadoğu zihniyet dünyasında moderniteye ilişkin yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Teknik ve bilimsel temeli benimseyip, diğer unsurları dışarıda bırakmak ve tamamen benimsemek türündeki bu tartışmalar neyle karşı karşıya olduklarını bilimsel olarak kavramaktan uzaktılar. Kaldı ki tercih onlara bağlı değildi. Hegemonya olarak kendilerini sardıkça uzlaşmaktan başka çare bulamadılar. Sağ-sol görüş ayrımı yapılmaksızın halen oryantalizmi aşan bir görüş, zihniyet dünyasına erişilmiş değildir. Kapitalist modernitenin içinde eritilmeyen, uzlaştırılmayan görüş çok azdır. Görüşte başarılamayan elbette yaşamda da başarılamaz. Sistem karşıtlığına ilişkin değerlendirmeler önceki bölümlerde yapıldığından ancak gerektikçe tekrarlanacaktır.
Demokratik modernite paradigmasıyla yapısal krizi ve çatışmaları çözümlemek ve olası çözüm olasılıklarını sunmak mümkündür. Tarihsel bütünlük ve ulus-devlet çıkmazının derinleşmesi bu yönlü olasılıkların gerçekleşme şansını gittikçe daha çok arttırmaktadır.
Ortadoğu jeokültürünün, ulus-devlet parçalayıcılığıyla derinliğine çelişki içinde olması bütünlük, entegrasyon eğilimlerine güç vermektedir. Bölge tarihinin hiçbir döneminde, ulus-devletler dönemindeki kadar bir parçalayıcılığı yaşamamıştır. Yaşanmış parçalanmışlıklar dahi iktidar boyutlarında kalmış, kültürel yaşamı fazla etkilememiştir. Etnik ve dinsel farklılıkların binlerce yıl iç içe yaşayabilmeleri jeokültürün bütünselliğiyle ilgilidir. Hatta iktidarla ilgili hegemonik yükselişler bile hep bölge çapında gelişmiştir. Tarihin kaydettiği ilk hegemon Akad Kralı Sargon’dan en son Osmanlı hegemonyacılığına kadar iktidar olarak da bütünlük ağır basan yön olmuştur. Her yükselen yeni güç hızla bölgesel olmuştur. İster sınıf ve devlet temelli uygarlıklar, ister etnisite, din ve mezhep boyutunu aşamamış demokratik uygarlıklar olsun hepsi bölgesel kültür olarak yaşanmış ve iz bırakmışlardır. Bir Japonya, Çin, Hint hatta Britanya gibi ucu kapalı bir uygar kimlik Ortadoğu jeokültüründe yaşanmamıştır. Şüphesiz benzer jeokültürler Afrika ve Latin Amerika için de söz konusu olmakla birlikte Ortadoğu’daki kadar gelişmiş merkezi uygarlık düzeyinde değildir. Kapitalist modernite unsurları bölgenin tarihsel olan her iki jeokültür eğilimiyle çelişki ve çatışma yaşamaktadır. Ortadoğu ve sorunlarının çok tartışılıp da bir türlü çözümlenememesi bu derin çelişkilerle bağlantılıdır.
Demokratik modernitenin temel unsurları olan ekonomik, ekolojik, ahlaki ve politik toplum bölge jeokültürünü esas almaktadır. Herhangi bir parçalayıcı unsur dayatmamaktadır. Tersine var olan parçalayıcı unsurların alternatiflerini oluşturmaktadır.
Ulus anlayışında esnektir. Dil, etnisite, din ve devlet esaslı olmayan ulusal inşa perspektifi bünyesinde çok dilli, etnisiteli, dinli, mezhepli ve siyasi oluşumlu unsurları bütünleştirerek muazzam çözümleyici bir rol oynar. Devlet, dil, din, mezhep, etnisite temelli ulus anlayışlarına karşı demokratik modernitenin bu çok unsurlu bütünsel ulus anlayışı Ortadoğu jeokültüründe ihtiyaç duyulan barış ve kardeşliğe gerekli olan temeli güçlü bir biçimde sağlamaktadır. Denilebilir ki üç büyük tek tanrılı dinlerden her tür farklı dil, etnisite ve siyasal oluşumlardan müteşekkil bir büyük bölge milleti yani Ortadoğu ulusu bile oluşturulabilir. Nasıl bir Amerika (ABD) ulusu, Avrupa ulusu (AB) varsa Ortadoğu ulusu da var kılınabilir. Kültürel temelli her iki bloktan daha elverişli ve güçlüdür. Azınlık-çoğunluk, büyük uluslardaki (Arap, Türk, Kürt, Fars) parçalanmışlık, küçük sayılı uluslardaki tecritlik (Ermeni, Yahudi, Süryani, Kafkaslar) sorunları böylesi büyük ve açık uçlu, esnek ulus anlayışı içinde ideale yakın çözümlere kavuşturulabilir.
Demokratik ulus paradigmasının; ulus-devletteki homojenleştirici, çatışmalı, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve pozitivist zihniyetlerle birlikte iktidarcı ve sömürücü tekellerin yol açtığı derin çıkmaz ve çatışmaları ortadan kaldırabilecek nitelikte ve kapasitede olduğu gayet açıktır.
Demokratik modernitenin ekonomik ve ekolojik unsuru, kapitalizmin ve endüstriyalizmin dayattığı ekonomiyi ve çevreyi sadece krizlere uğratmakla kalmayan, ulus-devlet temelinde parçalayan, böylece muazzam verim düşüklüğünde önemli bir etken olan olumsuzluklarını gidermekle kalmaz, ekonomik ve ekolojik toplumun ihtiyaç duyduğu bütünselliği sağlayarak azami verimliliğe imkan sunan, çevreye en az zarar veren çerçeveyi de sunar. Tarım-su-enerji komünleri etrafında geliştirilecek her tür ekonomik ve ekolojik komünal birlikler, ekonomik ve ekolojik toplumun ihtiyaç duyduğu ve tarihsel kültürün dayattığı dayanışmaya imkan veren, işsizliği önleyen, çalışmayı özgürleşme sayan, verimliliğe yol açan düzeni mümkün kılar.
Demokratik modernitenin ahlaki ve politik toplum unsurları, hukuk ve iktidar fetişizmi yaratan ulus-devletçi hegemonyayı aşarak demokratik toplumun gelişimine yol açar. Bölgenin jeopolitikasını parçalayan, kısırlaştıran, ucu kapalı ve katı kimlikli iktidar tekelciliği yerine bölge ve hatta dünya çapında ucu açık, esnek ve demokratik siyaset anlayışıyla şiddetle ihtiyacı duyulan olanca farklılığı içinde bütünselliği, kardeşliği mümkün kılar. Tarihsel-toplumsal kültürün bütünlüğü üzerinde demokratik toplumu gerçekleştirir.
Kapitalist modernitenin yol açtığı sorunlara çözüm için yakın geçmişte geliştirilen Bağdat Paktı, CENTO, RCD türü ulus-devlet birlikleri bünyesel nedenleri dolayısıyla çözümleyici ve uzun ömürlü olmadıkları bilinmektedir. Halen yaşatılmak istenen Arap Birliği, İKO (İslam Konferansı Örgütü) gibi örgütlerin bölgenin hiçbir önemli sorununa çözüm getiremedikleri, etkisiz kaldıkları, yine ulus-devlet niteliklerinden ötürü anlaşılır bir husustur. Kaldı ki, bölgenin her ulus-devleti kendine özgü bir kapitalist hegemonik merkeze bağlıdır. Bağlı oldukları merkezin denetimi dışına çıkacak kapasiteden yoksundur. Toplantı üstüne toplantı; zirve üstüne zirve yapmalarına rağmen çözümsüz ve etkisiz olmaktan kurtulamamaları bu gerçeklikle bağlantılıdır.
Demokratik modernitenin bölgenin politik bütünlüğüne ilişkin çözüm gücü, temel aldığı unsurların çözümleyici kapasiteleriyle bağlantılıdır. Politik bütünlüğün önüne dikilebilecek bir iç engelleyici unsur yoktur. Tersine tüm ekonomik, ekolojik, ahlaki ve politik unsurlar politik bütünlük çerçevesinde en arzuladıkları demokratik toplumu inşa edebilirler. Kapitalist modernitenin dıştan kaynaklı hegemonik müdahalelerine karşılık politik bütünlük içindeki tüm bölge toplumsal güçleri rahatlıkla ve başarıyla karşılık verebilir. Sorunlarını çözümleyebilir.
Dolayısıyla Ortadoğu Demokratik Komünü, her alandaki komünler komünü siyasi oluşumu olarak önerilebilir. Ulus-devletçi zihniyetin kıskacındaki Irak, İsrail-Filistin, Afganistan sorunlarına çözüm elbette ki sorunun bizzat kaynağı olan bir zihniyetle çözümlenemez. Bölgenin tümünde yaşanan siyasal-toplumsal sorunlara; sorun kaynaklı zihniyet ve yaklaşımlarının son iki yüz yıllık tahribatları, kaybettirdikleri yeterince ders vericidir. Ne laikçisi ne dincisi çözüm geliştirmek şurada kalsın derinleştirmekten öteye rol oynamadıkları yeterince açığa çıkmıştır.
Ortadoğu jeokültürü, jeopolitikasına yansıtılmak durumundadır. Olası politik bütünlük merkezlerinden birisi Dicle-Fırat Tarım-Su-Enerji Komünü’yle bağlantılı olarak bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, Suriye Arap Cumhuriyeti (Büyük Suriye Lübnan, Ürdün, Filistin-İsrail dahil) ve Irak Federal Cumhuriyeti’ni süreç içinde yıkma temelinde değil, reformlarla dönüştürerek inşa edilebilir. Mevcut cumhuriyetler ulus-devlet niteliğini başlangıçta korusalar da süreç içinde esnek, ucu açık ulus-devlet kimliklerine dönüşerek demokratik birliğe doğru adım atabilirler. Ortaya çıkacak siyasi oluşum ABD ve AB’den de daha ileri bir demokrasiye açık olma durumundadır. Komünal demokratik unsurlar ağır basacak olmasından ötürü böyle olacaktır. İçeriğinde bölgenin mozaiği durumunda olan bütün kimlikler yer alabilir.
Öncelikle bu kimlikler demokratik ulus birimleri olarak inşa edilebilir. Böylesi inşa, ulus-devletin içerdiği ucu kapalı, katı, tek dilli, tek etnisiteli, milliyetçiliğinden kaynaklı çatışma riskini asgariye indirebilecektir. Tarihte de binlerce yıl iç içe yaşam gerçekliğini yenileyebilecektir. Bölgenin kadim kültürlü halkları olan Arap, Kürt, Ermeni, Yahudi, Asuri (Suryani-Keldani), Türk, Türkmen, Kafkas kökenliler, Fars, bazı etnisiteler (aşiret ve kabileler) demokratik ulus kimlikli olarak inşa edildiklerinde hem tarihsel kültür benzerliğine uygun karşılık vermiş olacaklar, hem de kapitalist modernitenin ulus-devlet aracılığıyla körüklediği böl-yönet çıkmazından, çatışma ve savaşlarından kurtulmuş olacaklar. Oluşturulacak siyasal bütünlük içinde çok dillilik, kimlik armaları, ortak vatan, ortak ulus bağlamında sorun teşkil etmez. Kentlilik, yerellilik, bölgesellik tarihsel, kültürel özelliklerine uygun kimlik olarak demokratik birim niteliğinde inşa edileceğinden var olan farklılıklar için ideal sinerji mekanları olarak anlam kazanacaktır. Tüm bu kimliklerin ahlaki ve politik niteliği esas olacaktır. Hukuk, ahlak ve politikanın hizmetinde olacaktır. Ahlak ve politikanın yerini tutmayacaktır.
Bölgenin çekim merkezi olarak geliştirilecek Demokratik Konfederalizmi; (federasyon, demokratik birlik v.b unvanlar da mümkündür) ekolojik ve ekonomik komünleri esas alacağından (çünkü toprak-su-enerji başka türlü verimli kılınamaz.) kapitalist modernitenin üç mahşer atlısı kapitalist karcılığın, endüstriciliğin ve ulus-devletçiliğinin yol açtığı yapısal kriz, kaotik durum, çatışma ve savaş ortamlarına karşı en ideal ve tarihsel yanıt niteliğinde olacaktır.
Kürdistan’ın jeokültürü ve jeopolitikası (Arap, Türk ve Farsların ortasında yer alması, tüm kültürlerin kesişme noktası olması) bu tür bir siyasal bütünlüğü adeta zorunlu kılmaktadır. Kapitalist modernite döneminde Britanya’nın Hindistan ve Ortadoğu üzerinde yürüttüğü hegemonik politikaları açısından Kürdistan, sürekli çözümsüz bir ülke konumunda tutularak bölgesel denetim aracı kılınmak istenmiştir. Böylelikle Arap, Türk ve Fars iktidar otoritelerinin denetim altına alınmasında çok elverişli kontrol aracına indirgenmiştir. Günümüzde ABD ile birlikte Kuzey Irak denilen Güney Kürdistan’ın küçük bir parçası üzerinde gecikmiş bir ulus-devletçik inşa edilerek (Ermenistan, Yunanistan gibi) aynı rolü sürdürülmek istenmektedir. Tarih, Kürdistan ve Kürt sorununu adeta ikinci bir Yahudi sorununa dönüştürmüştür. En azından böylesi bir süreci yaşamaktadır. Şüphesiz bunda bölgedeki kapitalist modernitenin eşitsiz ulus-devlet yaratma politikası belirleyici rol oynamaktadır. Arap, Türk ve Fars ulus-devletçiliği Kürdistan’ın silinmesini ve Kürtlerin kurban edilmesini dayatmaktadır. Böylesi üçlü bir imha kıskacına minimal bir Kürt ulus-devletçiliğiyle karşılık verilemez. Verilse bile sonucu hep halen yoğunca yaşandığı gibi katliam ve soykırımlarla sonuçlanır. Bu tarihsel paradokstan çıkarılması gereken tarihsel ders; ulus-devlet olmayan demokratik siyasi oluşumlarla, ekolojik ve ekonomik komünlerle başta komşu ulusları olmak üzere tüm bölge halklarını demokratik modernite çözümüne ortak etmektir.
Abdullah Öcalan