HABER MERKEZİ
Yerel seçimler tartışma gündeminde. Şu anda esas olarak yerel yönetim seçimlerinde ittifaklar tartışılıyor. Diğer tartışma konusu ise Tayyip Erdoğan’ın Kürdistan’da HDP’liler seçilirse yine kayyum atarız, söylemidir.
Kuşkusuz yerel seçimler çok önemlidir. Özellikle başkanlık sisteminin tam hakim kılınması için AKP-MHP iktidarı yerel seçimlerde başarılı çıkmak istiyor. Ancak siyasal konjonktür, ekonomik kriz ve bunun getirdiği sorunlar AKP-MHP iktidarının seçimi kazanmasını zorlaştırıyor. Öte yandan Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının yerel yönetimlere bakışı da bu seçimlerde AKP iktidarı için dezavantaj yaratıyor. Eğer bu seçimlerde oy verenler kentli yurttaş olarak oy verirlerse AKP her yerde kaybeder. Çünkü Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı sadece HDP’li belediyelere değil AKP’li ve CHP’li belediyelere de savaş açmıştır. Başkanlık sistemiyle yerellerin yetkilerini daha fazla kısıtlamıştır. Tayyip Erdoğan şefliğindeki faşizm her yerde otoriter ve merkeziyetçi sistemini hakim kılmak istiyor. Yerellerde AKP hakimiyeti olmazsa tek şefe dayalı katı merkeziyetçi faşizmini oturtamayacağını görüyor. Nitekim tescilli faşist ve merkezi devlet savunucusu Devlet Bahçeli yerel seçimleri kaybedersek cumhurbaşkanlığı sistemi sorgulanır, demektedir.
Eğer topluma yerel seçimlerin anlamı ve AKP iktidarının yerel yönetim karşıtlığı iyi anlatılırsa, tüm şehirlerde AKP iktidarı görülmedik hezimete uğrar. Başta Kürdistan’daki şehirler olmak üzere tüm büyük şehirlerde AKP yerel yönetimleri kaybeder. Böylece merkeziyetçi faşist otoriter sistem büyük bir darbe yer. Çünkü AKP iktidarının nasıl bir belediyecilik öngördüğünü öğrenen her şehirli AKP’ye tutum alır ve oyunu AKP’li adaylara vermez. Hele hele Kürdistan’da hiç vermez. Çünkü katı merkeziyetçilik ve yerellik karşıtlığı en başta da farklılıklar, dolayısıyla Kürt karşıtlığıdır.
Kentler ortaya çıktıktan sonra doğal olarak belediyeler de ortaya çıkmıştır. Şehirler ortaya çıkınca şehrin birçok sorunu gündeme gelmiştir. En başta da şehirde yaşamı gerekli kılacak altyapılara ihtiyaç duyulmuştur. Bu altyapılar olmazsa şehirlerde yaşanılamaz. Şehirler ancak altyapılarıyla var olacaktır. En başta da su, kanalizasyon, temizlik vb. birçok ihtiyaç gündeme gelir. Şehirlerin ortaya çıkış nedenleri ve tarihi ayrı bir konudur. Şehirlerin ortaya çıkışı ve büyümesinin iktidar, sömürü ve devletle yakından bağı vardır. Dolayısıyla şehirler binlerce yılın bir gerçeğidir.
Şehirler oluştuktan sonra giderek şehre aidiyet bilinci oluşur ülkeler, halklar yanında şehir ve şehirliler gerçeği ortaya çıkar. Amed şehri aynı zamanda bir Amedlilik bilinci yaratır. Vanlı, Dersimli, Muşlu, Hakkarili, Urfalı ve Mardinli olma gibi. Sadece Kürdistan’da değil Türkiye, Ortadoğu ve tüm dünyada şehirler yanında şehirlilik, hemşerilik bilinci oluşur. Adanalı, Konyalı, Kayserili, Eskişehirli, İstanbullu gibi. Yine Şamlı, Halepli, Bağdatlı, Beyrutlu, Kahireli, Atinalı, Romalı, Moskovalı, Madridli, Parisli, Londralı, Stockholmlu, Karaçili, Bombaylı, Şangaylı ve Tokyolu gibi.
Şehirlilik bilinciyle birlikte şehirlerle merkezci iktidarlar arasında bazen açık bazen de alttan alta mücadele olur. Şehir meclisleri ve yönetimleri her zaman kendi yetki alanlarını artırmak istemişlerdir. Devletler ve merkezci iktidarlar ise yetkileri ellerinde tutmak istemişler ve şehirlerin taleplerine olumsuz bakmışlardır. Bu durum tarih boyu bir mücadele ortaya çıkarmıştır. İnsanlık tarihindeki demokrasi mücadelesinin bir boyutunu da böyle ele almak yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.
Şehirlerin de devletlere ve merkezi yönetimlere karşı bir mücadelesi vardır. İlk şehir devletlerinde meclisler ve içinden çıkan yönetimler şehirleri yönetmişlerdir. Bu gelenek devletler oluştuktan sonra da sürmüştür. Tabi ki devletler birçok şehri yönetimleri altına almışlardır. İktidar ve merkezci devlet oluşumları gelişmiştir. Buna rağmen şehirler her zaman ayrı bir kimlik olarak şehirlerini kendileri yönetmeyi ve yetkilerinin geniş olmasını arzulamışlardır. Tarih boyu süren bu mücadeleler sonucu bir şehir yönetim gerçeği ortaya çıkmıştır. Buna genel olarak belediye ve belediyecilik denmiştir.
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte şehirler büyümüş ve sorunları da artmıştır. Bu durum şehir yönetimlerini daha önemli hale getirmiştir. Artık şehirleri merkezi olarak yönetmek sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle zorunlu olarak belediyelerin yetkileri genişlediği gibi şehirlilik bilinci de yeni bir aşamaya varmıştır. Bu durum şehirli yöneticilerin, şehrin ileri gelenlerinin daha fazla yetki isteğini ortaya çıkarmıştır. Öte yandan şehirlilik ve aidiyet bilinci merkezi yönetim karşısında daha özgür olma eğilimini güçlendirmiştir. Şehrin yurttaşları şehrin yönetiminde daha etkin olmak istemişlerdir. Bu da merkezi iktidarlara karşı demokratik bir duruş ve mücadele durumunu da ortaya çıkarmıştır. Bugün dünya genelinde şehirlerin yönetim yetkilerinin arttığı; şehirli yurttaşların daha etkin hale geldiği görülmektedir. Bunun en somut ifadesi Avrupa Birliği içinde kabul görmüş ve yasallaşmış olan Avrupa Birliği yerel yönetimler özerklilik şartıdır. Bu gelişme sadece Avrupa’da değil, Amerika kıtasının tümünde, Rusya’da ve Asya’nın birçok ülkesinde görülmektedir.
Bu durum sadece şehirlerin büyümesiyle ilgili değildir. Merkezi yönetimle yereller arasındaki bu mücadele aynı zamanda bir demokrasi mücadelesidir. Kuşkusuz şehir ileri gelenlerinin yetki ve güç kazanma mücadelesi de bulunmakla birlikte yerel halkın, şehirli halkın kendini daha fazla irade olmak istemesinin de ifadesidir. Şehirli ya da yerel halk merkezi iktidar üzerinde etkili olmasa da şehir yönetimi üzerinde daha fazla etkili olabilir. Halkın kendi kendini yönetmesi, kendi işlerini kendi örgütlülüğüyle yapması şehir ölçeğinde daha fazla mümkün hale gelir. Öte yandan şehirli ve şehrin ileri gelenleri şehrin ekonomik imkanlarının kendi yönetimleri altında olmasını isterler. Yerel kimlik ve kültürler de en iyi biçimde yerel yönetimlerde karşılığını bulur, kendilerini var edip geliştirebilirler. Bu açıdan yereller merkezi iktidara karşı mücadele edip özerk alanlarını genişletme mücadelesi vermişlerdir. Şehirlerde merkezi parlamentolara seçilen milletvekilleri bile seçildiği şehirlilerin istekleri doğrultusunda belediyelerin ve yerel yönetimlerin yetkilerini artırmayı talep etmişleridir.
Tüm şehirler ve şehirliler belediyelerin ve yerel yönetimlerin yetkisinin artmasını isterler ve bunun mücadelesini verirler. Bu açıdan da belediyelerin ve yerel yönetimlerin yetkilerini daraltan siyasi partilere ve iktidarlara karşı tutum ortaya koyarlar. Şimdi bu çerçevede bakıldığında sadece Kürdistan’da değil tüm Türkiye’de halkın Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarına karşı tutum alması gerekiyor. Sadece başkanlık sistemiyle merkezi iktidarı daha merkezi ve otoriter hale getirmemiş, şehirler ve yereller üzerindeki otorite ve yetkisini artırarak belediyeleri ve şehir yönetimlerini boğan adımlar atmıştır. Belediyelerin yetkilerini alabildiğine daraltmıştır. Altyapı dışındaki ekonomik, toplumsal ve kültürel hizmet alanlarını alabildiğine daraltmıştır. Belediyelerin yapabileceği birçok işi de yandaş şirketlere peşkeş çekerek belediyelerin etkinlik alanlarını daralttıkları gibi merkezi bütçede aktarılacak gelirleri de iktidarının tasarrufuna vermişlerdir. Bu durum karşısında sadece HDP’ye, CHP’ye ya da başka muhalif partilere oy verenler değil, AKP’ye oy verenlerin de bu yerel seçimde sırtlarını AKP’ye dönmeleri gerekir.
Tayyip Erdoğan şehirlerin aidiyetine de bir saldırı içindedir. Tayyip Erdoğan için esas olan sarayın yetkileridir. Tüm yetkiler sarayda merkezileşmektedir. Demokrasi yetkilerin merkezden yerele dağıtılmasıyken, Tayyip Erdoğan yerele dağılan tüm yetkileri de kendinde merkezileştirerek 21. yüzyılın en otoriter ve faşist iktidarı haline gelmiş bulunmaktadır. Bu açıdan şehirlilik aidiyeti olan her yurttaş Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarına tutum almalıdır. Yoksa en başta da kendi şehirlerine ve şehirli olma gerçeğine ters düşmüş olurlar.
Kürdistanlılar ve Kürdistan şehirleri için bu gerçek daha yakıcı bir durumdadır. Merkezileşme başta Kürt ve Kürdistan düşmanlığıdır. Farklılıkları kabul etmeme ve eritme politikasının dışa vurumudur. Kürdistan’da belediyelere kayyum atama sadece belediye yönetimlerini ele geçirme değildir. Kürt halkının farklılığını oluşturan dil, kültür, kimlik ve sosyal yaşamını ortadan kaldırmayı hedefleyen bir saldırıdır. Nitekim kayyumların yaptığı ilk iş Kürt dili, kültürü, kimliği ve sosyal yaşamı ile ilgili kurumları kapatması olmuştur. Böylece kayyumları atamasının Kürt halkının özgürlük mücadelesine yönelik saldırının parçası olduğunu ortaya koymuşlardır. Yerellik Kürtlük demektir; Kürdistani olmak demektir. Kayyumlar bu yerelliği ortadan kaldırmak için atanmıştır. Yerel olan her şeye düşmandırlar. Amedspor’a saldırı bile yerelliği yansıttığı içindir. Onlar için her şey tek tip olacaktır. Bu açıdan yerel farklılıklara sahiplenen belediye eş başkanları ve yöneticileri hedef alınmıştır. Kayyum zaten merkezileşme ve yerel özerliklerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu yönüyle de açıkça Kürtlüğe saldırıdır. Bu açık ve nettir. Bunu görmemek kafayı kuma gömmektir ya da AKP işbirlikçisi olmaktır.
Bu açıdan önümüzdeki dönem yerel seçimler Türkiye’de merkezileşme ile yerellik arasındaki mücadele haline geleceği gibi Kürdistan’daki mücadele de soykırımcı sömürgeciliğe karşı Kürdistanlıların ve Kürtlerin varlıklarını savunma mücadelesi olarak geçecektir. Kürtler kayyumların Kürt düşmanlığı olduğunu görerek tutumlarını ortaya koyacaklardır. Bugünkü kayyumlar ne ise seçilecek AKP’lilerde aynısı olacaktır. Zaten Tayyip Erdoğan her gün kayyumları savunmaktadır. Dün kayyumları atama ile belediyelerin başına getiren Tayyip Erdoğan ve AKP şimdide baskı ve zulüm yoluyla seçtirerek bu kayyumlara meşruiyet kazandırmak istemektedir.
Erdoğan’ın Amed’e gidip stadyum açılışında yaptığı konuşma tamamen Kürt düşmanlığıdır. ‘Etnik siyaset yapan biri karşısında bizleri bulur’ diyor. ‘Kürtlük adına bir şey yapan ve karşımıza çıkan bizi karşısında bulur’ diyor. Yani asker ve polisimizle üzerine gideriz, diyerek soykırımcı karakterini bir daha gözler önüne seriyor. En temel müttefiki tescilli faşist Devlet Bahçeli olduğuna göre Tayyip Erdoğan’ın karakterinin ne olduğu da bellidir. Nitekim toplumda ‘söyle arkadaşını, söyleyeyim kim olduğunu’ derler. Zaten Tayyip Erdoğan Kürt düşmanlığını bu düzeyde yapmasaydı Devle Bahçeli’nin desteğini alamazdı. Kürdistan’daki belediyelerin HDP’ye verilmemesi gerektiğini ilk söyleyen Devlet Bahçeli’dir. Tayyip Erdoğan ‘bundan sonra HDP’liler seçilirse kayyum atarız’ diyerek tüm Kürdistanlıları tehdit etmiştir. Tayyip Erdoğan’ın bu Kürt düşmanlığına Kürtler gereken cevabı mücadelenin her alanında vereceklerdir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/Mustafa KARASU