KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, Hollanda’da toplanan KNK’nin 18’nci Genel Kurulu’na bir mesaj gönderdi. Bayık, Kürtler arası birliğin önemine vurgu yaparak, “KNK, dört parça ve yurt dışında milyonlara seslenen bir örgütlülüğe kavuşmalıdır” dedi.
HABER MERKEZİ – Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) 18’nci Genel Kurulu, 300 civarında delege ve misafirlerin katılımıyla Hollanda’da toplandı.
Birçok Kürdistani siyasi parti ve kuruluşun hazır bulunduğu kurula KCK Yürütme Konseyi Eş başkanı ve KNK üyesi Cemil Bayık da yazılı bir mesaj gönderdi.
Cemil Bayık’ın mesajını KONGRA-GEL Eşbaşkanı Remzi Kartal okudu. KNK kuruluna katılan katılımcıları selamlayarak, mesajına başlayan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, Ortadoğu’da Kürtler için büyük fırsatlar doğduğuna dikkat çekti.
Bayık, “Bugün Ortadoğu’da Kürtler için büyük fırsatlar doğmuştur. Ancak bunlar kalıcılaşmasa kayıpları da büyük olacaktır. Onun için 4 parçada bütün Kürtler birliği sağlamak zorundadır. KNK bu konuda toplumun bütün katmanlarına inmeli, 4 parça Kürdistan ve yurt dışında çalışmalarına hız vermelidir” dedi.
20’NCİ YÜZ YILDA KURULAN SİSTEM ÇÖZÜLMÜŞTÜR
KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık KNK’nin 18’nci kuruluna gönderdiği yazılı mesaj şöyle:
“Dünya sistemi, tıpkı 1’nci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi büyük bir kriz içerisindedir. Sovyetlerin çözülmesiyle birlikte, 1’nci ve 2’nci dünya savaşları sonunda kurulmuş olan sistem de büyük oranda çözülmüştür. Başta Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere birçok uluslararası kurumun günümüzde işlevsiz kalması, geçen yüz yılda reel sosyalizmle kapitalizm arasındaki siyasi dengenin dağılması ve kapitalizmin krizinin çok boyutlu hale gelmesiyle ilgilidir. Geçen yüzyılda kapitalist sistemin dışında kalan Rusya başta olmak üzere reel sosyalist ülkeler ve Çin’de kapitalist sistemin önemli parçası haline gelmişlerdir. Bugün, dünyanın belli başlı bütün hegemon güçleri arasında yoğunlaşan çelişki ve çatışmalar da bu krizin sonuçlarındandır. Ezilen halklar ve sosyal sınıfların dünyanın her tarafında yükselen başkaldırıları da 5 bin yıllık devletçi sistemin ve onun son temsilcisi kapitalist modernitenin krizinin artık bu kesimler tarafından da taşınamayacak kadar ağır olduğunun göstergesidir. Bu kriz, dünyanın değişik yerlerinde kendisini siyasi ve ekonomik savaşlar biçiminde açığa vursa da Ortadoğu’da, sıcak savaş biçiminde yaşanmaktadır. Krizin, dünyanın başka yerlerinde değil de Ortadoğu’da savaşa dönüşmesi iki nedenden kaynaklanmaktadır. Bunlardan birincisi; Ortadoğu’da yaşanan sorunların çok derin olmasıdır. Gerçekten de Ortadoğu’da, 5 bin yılık devletçi sistemden kaynaklanan ve kapitalist sistem tarafından daha da ağırlaştırılan çok derin ideolojik, siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar, hem Ortadoğu toplumlarıyla burada dünya sistemi tarafından kurulan devletlerarasında hem bu devletlerin kendi aralarında, hem de Ortadoğu modernitesiyle batı modernitesi arasındadır. İkinci neden ise, dünya sisteminin kuruluşunda tarih boyunca Ortadoğu coğrafyasının oynadığı merkezi roldür. Gerçekten de 500 yıllık kapitalist ülkelerin hegemonyası döneminde de Ortadoğu hep kilit bir rol oynamıştır. Gerek İngilizler ve Fransızlar gerekse de bu güçlerle Rus Çarlığı arasındaki hegemonya mücadelelerinde Mısır, Osmanlı ve İran coğrafyaları, hep stratejik bir öneme sahip olmuştur. Bu coğrafyalara hakim olanlar, dünya sisteminin de hakim gücü olmuşlardır. Nitekim, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra da dünya sistemi bu coğrafyada kurulan denge üzerinde inşa edilmiştir. Yaklaşık 70 yıl boyunca ilk önceleri İngiltere ve Fransa daha sonra da ABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği kamplar belli bir denge üzerinde bu bölgede etkili olmuşlardır.
KÜRTLER BÜYÜK KÖTÜLÜKLERE MARUZ KALDI
Hiç kuşkusuz, Ortadoğu’da süren mevcut çelişki ve çatışmaların neticesinde de tıpkı 1’nci Dünya Savaşının sonunda olduğu gibi yeni bir dünya sistemi kurulacaktır. Bu savaşlar, sistemin biçimini olduğu kadar, özünü de belirleyecektir. Kuşkusuz sistem güçleri arasındaki çekişme ve çatışmalar 1’nci ve 2’nci Dünya Savaşlarında olduğu gibi cepheden tokuşmalarla gerçekleşmeyecektir. Yeni bir soğuk savaş dönemi beklemek de gerçekçi değildir. Ancak göreceli bir statükonun oluştuğu dönemde de sistem içi çelişkiler ve çatışmalar bundan sonra süreklilik arz edecektir. İttifak ve dengelerde de sık sık kaymalar yaşanacaktır. Şu anda 3’ncü Dünya Savaşı olarak tanımlanan Ortadoğu’daki savaş böyle bir karakterde sürmektedir. 1’nci dünya savaşı sonrasında kurulan Ortadoğu ve dünya sistemi Kürtler ve Kürdistan’ın inkarı üzerinde kuruldu. Kürtler, resmi olarak yok sayılsalar da, aslında bu sistemin en kilit noktalarından birinde konumlandırıldı. Kürdistan dört parçaya bölünerek Ortadoğu’yu kontrol etmenin en temel araçlarından biri haline getirildi. Bugün, savaşın Kürt ve Kürdistan sorunu etrafında yoğunlaşması veya Kürdistan’da yaşanan her gelişmenin bölgesel ve uluslararası sonuçlar doğurmasının nedeni, sistemin kurulurken Kürtlere yüklediği bu rolden kaynaklanmaktadır. Hiç şüphesiz bu kilit rol, Kürtlerin iyiliği için değil acıları üzerinden sistemin bölgedeki hakimiyetini sağlama temelinde biçilen bir roldür. Kürtler 100 yıl boyunca bu sistemin bütün kötülüklerine maruz kalmışlardır. Bu rolü verenler, zamanı geldiğinde Kürtlerin bu konumunu kullanarak tek hamleyle ve en zayıf yerden bölge sistemine yeni bir biçim kazandırmaya yönelmişlerdir. Kürtler, zaman zaman üzerlerindeki zulme başkaldırdıklarında, tüm sistem güçleri Kürtlerin bu konumdan çıkmasını engellemek için sömürgeci güçlerin bastırma politikalarını desteklemişler; ancak hegemon güçler, sömürgecilerle sorun yaşadıklarında da, Kürt faktörünü hep bir taktik araç olarak kullanmak istemişlerdir. Kürtler, bu tarihi gerçeklikleri bilerek ve görerek mücadele etmek zorundadırlar. Eğer Kürtler sömürgeci devletlerin ve bölgede hegemon olmak isteyen uluslararası güçlerin politikalarını iyi bilip kendi konumlarını da iyi değerlendirirlerse, yeni Ortadoğu ve dünya sisteminde bir statü ve konum kazanırlar. Ama bunu iyi değerlendirmezlerse çok ağır sonuçlarla karşılaşırlar.
KÜRTLER KENDİ GÜÇLERİNİN FARKINDA OLMALILAR
Her şeyden önce Kürtler, kendi güçlerinin farkında olmalı ve kendilerine güvenmelidirler. Çünkü Kürtler, Ortadoğu’daki statükoyu 100 yıldır kesintisiz verdikleri mücadeleleriyle bizzat kendileri çatırdattılar. Hegemonik güçler, kendi çıkarları doğrultusunda buna katkı sundular veya Kürt kazanımlarını engellediler. Bu bakımdan Kürtler, kendi güç ve konumlarının farkında olmak kadar, bölgede siyaset yapan hegemonik güçlerin ve sömürgeci devletlerin politika ve hedeflerini iyi tespit etmelidirler. Bunlar çok iyi değerlendirilerek politikada yaratıcı olurlarsa, Kürtlerin bu süreçten büyük kazanımlarla çıkacakları kuşkusuzdur. Öncelikle Hegemonik güçlerin, yeni sistem arayışlarının, eskiyi tamamen reddeden ve demokratik adımları öngören bir arayış olmadığını bilmemiz gerekiyor. Hegemonik güçlerin her biri, sistemi kendi çıkarına göre reorganize etmek istiyor. Burada ABD’nin hedefi, kendisinin siyasi, ekonomik ve askeri bakımlardan tek hegemonu olacağı dünya sistemine hizmet eden bir Ortadoğu düzeni yaratmaktır. Rusya ve Çin ise hem bölgedeki etkilerini artırmak, hem de küresel hegemonyaya ortak olmak istemektedirler. AB Devletleri, bu süreçte ciddi bir iddia sahibi değildirler; Stratejik olarak ABD’ye yakın durmak zorunda olma dışında ciddi bir aktiviteleri bulunmamaktadır. Öyle kendilerine biçtikleri misyon olan demokratikleşme yönünde herhangi bir yaklaşımları söz konusu değildir. Aksine sadece çıkarları neredeyse ona göre politika yürütmektedirler. Tüm bu küresel güçler, Ortadoğu’daki ilişki ve politikalarını söz konusu hedefleri temelinde geliştirmektedirler. Ortadoğu’da, esas çelişki ve çatışmalar, dünya sisteminin inşa ettiği sömürgeci ulus devletler ile ezilen halklar ve sosyal kesimler arasındadır. Kuşkusuz ezilen ve sömürülen halklar beş bin yıllık devletçi sistemin ve onun temsilcisi kapitalist modernitenin yarattığı sorunlara karşı kendilerinin irade olacağı demokratik bir sistem arayışı içindedirler. Tabii bir de uluslararası güçlerin Bölgesel hegemonya hesapları doğrultusunda düşündükleri dizayn söz konusudur. Ortadoğu’daki, bu üç boyutlu çelişki ve çatışmalarda ABD, kapitalist modernitenin hakimiyeti doğrultusunda eski sistemde bazı değişiklikler yapmak istemektedirler. ABD, bunu yaparken, statükodan kaynaklanan çıkarlarına da büyük özen göstermektedir. Rusya, ABD’nin karşı kutbunda yer almakta ve daha çok, statükocu güçlerin korkularına seslenmektedir. Ancak Rusya da, değişen durumları hesaplayarak halklar ve değişim isteyen dinamiklerle uyumsuz bir duruma düşmek istememektedir. Bu her iki güç de ilişki ve politikalarında halkları, demokratikleşmeyi, iyiyi, güzeli ve doğruyu değil, kendi çıkarlarını esas almaktadırlar. Bu bakımdan, söz konusu güçlerin herhangi birisine angaje olmak, Kürtler açısından son derece sakıncalıdır. Çok yönlü politika izlemek hangi dönemde kimlerle iş kuracağını hesaplamak önemlidir.
‘TÜRKİYE VE İRAN REJİMLERİ AŞILMADAN DEMOKRATİKLEŞME OLMAZ’
Dünya sisteminin reorganizasyonu açısından Ortadoğu’nun önemi neyse, Ortadoğu’nun reorganizasyonu açısından da Türkiye ve İran’ın önemi odur. Türkiye ve İran, imparatorluk geleneklerinden gelen bölgenin iki önemli siyasi ve askeri gücüdür. Bu devletlerin, eski imparatorluk sınırları üzerinde hala etkili olma iddia ve çabaları bulunmaktadır. Tunus, Libya, Mısır, Yemen, Suriye ve Irak’ta yaşanan çatışma ve savaşlar gösterdi ki, bu bölgelerin hiçbiri Ortadoğu çapında değişimler yaratma gücünde değildir. Buralardaki savaşlar, Ortadoğu’daki statükoyu sarstı, ama değiştiremedi. Bunun en temel nedeni, Türkiye ve İran’ın Ortadoğu’da oynadıkları roldür. Türkiye ve İran, Ortadoğu’daki statükonun bekçileri ve hamileridirler. Bunlar aşılmadan ve demokratikleşme doğrultusunda bir değişime uğratmadan Ortadoğu’da köklü değişimler yapmak zordur. Dikkat edilirse her iki güç gerek ideolojik, gerekse de siyasi ve ekonomik bakımlardan çelişkili ve çatışmalı oldukları halde, Ortadoğu’daki statükonun korunması konusunda hemfikirdirler. Çünkü statükonun değişmesi halinde, bu güçler mevcut halleriyle varlıklarını sürdüremezler. Birlikte hareket etmedikleri takdirde, bu güçlerden hiçbiri tek başına değişime direnemez. Bu bakımdan, bu her iki gücün ilişki ve çelişkilerini dikkatle izlemek gerekiyor.
TÜRKİYE’NİN TEMEL HEDEFİ KÜRTLERİN İMHASIDIR
Siyasi, Askeri ve ekonomik gücü bakımından olmasa da, politik değişimlerde en az Türkiye ve İran kadar rol oynayabilecek bir güç de Kürtlerdir. Daha doğru ifade etmek gerekiyorsa, Ortadoğu’daki statüko ve değişim diyalektiğinin bir ucunda Türkiye ve İran bulunuyorken, öbür ucunda Kürtler ve onların etrafında örgütlenen halklar ve Demokrasi Güçleri bulunmaktadır. Diyalektik şöyle işlemektedir: Kürtler ve Demokrasi Güçlerinin kazanımları büyüdükçe, Ortadoğu’da değişimin ve demokratikleşmenin imkanları da büyümektedir. Türkiye ve İran’ın etkinliği arttıkça statükoculuk ve totaliterizmin hakim olma olasılığı güçlenmektedir. Elbette ki bu diyalektik sadece Türkiye-İran ve Kürtlerle Demokrasi güçleri arasında işleyen bir diyalektik değildir. ABD-AB ve Rusya-Çin de bu güçlerle ilişki ve çelişkileri bağlamında diyalektiğin taraflarıdırlar. Onların derdi, Ortadoğu’da Demokrasinin mi, yoksa Totaliterizmin mi hakim olacağı değildir. Onlar için esas mesele Ortadoğu’da kimin daha etkin olacağıdır. Bu nedenle, bunların hem Kürtler ve Demokrasi Güçleriyle hem de Türkiye ve İran’la ilişkileri değişkenlik arz etmektedir. Son dört yılda Türkiye, Kürt inkar ve imhasını gerçekleştirerek Ortadoğu’daki statükoyu sürdürmek için, bütün gücüyle Kürtlere saldırmaktadır. Türkiye, saldırılarını sadece kendi siyasi sınırlarıyla sınırlamamaktadır. Başta Rojava ve Güney Kürdistan olmak üzere, her parçada ve yerde Kürt kazanımlarına saldırmaktadır. Hiç şüphesiz Türkiye, bu saldırıları sadece kendi adına ve kendi hesabına yapmamaktadır; saldırıları başta İran olmak üzere tüm sömürgeciler adına yapmaktadır. Türkiye Ortadoğu’da Kürt düşmanlığında öncü bir güçtür. Bunu gözetmeyen her politika Kürtler açısından olumsuz sonuçlar doğurur. Dikkat edilirse Türkiye, Suriye’de çeteleri örgütleyen ve Suriye’yi harabeye çeviren devlet olduğu halde, Afrin’in işgali konusunda TC ve BAAS Rejimi işbirliği yaptılar. Aynı durum Güney Kürdistan ve Irak için de geçerlidir: Türkiye, DAİŞ’i besleyerek Irak’ın yarısını ele geçirmesine destek verdiği halde, Güney Kürdistan’daki referandum konusunda Irak Hükümeti, Türkiye’yle derin bir işbirliğine girdi. Hatta ABD ve AB Devletleri de Türkiye ve Irak’taki çıkarları nedeniyle 140’ncı madde kapsamındaki bölgelerin işgalinde sessiz kaldılar. Bu durum, karşıt gibi görünen güçlerin, stratejik çıkarları için Kürtleri nasıl gözden çıkarabileceklerini göstermektedir. Bu durum sadece Kürtler açısından böyle değildir. Aynı güçler stratejik çıkarları için birbirlerini de gözden çıkarabilirler.
KAZANIMLAR GÜVENCE ALTINA ALINMALI
Kürtler açısından dikkat edilmesi gereken husus, Türkiye ve İran’ın Kürtlere yönelik inkar ve imha politikalarının taktik değil, stratejik olduğudur. Özellikle Türkiye, Kürt varlığını ve statüsünü, kendisinin yok olması olarak algılamaktadır. Bu bakımdan TC devletinin sömürgecilik adına temsil ettiği inkar ve imha siyasetini yenilgiye uğratmak da tüm parçalardaki Kürtler için stratejik bir konudur. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kürtler için en büyük tehlike ne DAİŞ, Ne El-Nusra ne de diğer sömürgeci devletlerdir; Kürtler için en büyük tehdit ve tehlike TC devletidir. Eğer TC. Devletinin inkar ve imha siyaseti kırılırsa, hem Ortadoğu’daki statükoculuğun en temel dayanağı yıkılmış olur, hem de her parçada Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşmenin önü açılmış olur. Rojava ve Güney Kürdistan’ın kazanım ve statüleri de ancak böyle güvence altına alınabilir. İran’da böyle bir durumda mevcut Kürt politikalarını sürdüremez hale gelir. Dikkat edilirse Irak, Kürt statüsünü bazı yetersizlikleri de olsa kabul eden ilk devlettir. Türkiye, uzun süredir Irak’ı bundan vazgeçirmeye ve yeniden BAAS dönemindeki imha ve inkar siyasetine döndürmeye çalışmaktadır. Aynı şeyi Suriye’de, Kürtler bir statü elde edemesin diye yapmaktadır. Bu açıdan Kürtlerin hem Arap halklarıyla, hem de Irak ve Suriye yönetimleriyle kendi kazanımlarını garanti altına alacak ve bu ülkelerde demokratikleşmeyi sağlatacak ilişkileri geliştirmeleri önemlidir. Kürtler Irak ve Suriye’nin demokratikleşmesinde rol oynayarak Ortadoğu’daki statükocu güçleri geriletmede tarihsel bir rol oynayabilirler. Böylece bu ülkelerin Türkiye ve İran’dan uzaklaşmasını sağlayabilirler. Bu açıdan Kürtlerin buralarda esas olarak demokratikleşme doğrultusunda politika yürütmeleri önemli olmaktadır. Irak ve Suriye 100 yıllık inkar ve imha sisteminin önemli iki ayağıdır. Bunlar olmadan Türkiye ve İran’ın sadece iki ayak üzerinden inkar sistemini uzun süre devam ettirebilmeleri mümkün değildir.
ÖZGÜRLÜK İMKANI OLDUĞU KADAR TEHLİKE DE VAR
Ortadoğu’da süren bu çelişki ve çatışmaların daha uzun süre devam edeceği öngörülebilir. Bu çelişki ve çatışmaların, Kürtlere çok büyük özgürleşme imkanları sunduğu gibi, bağrında büyük tehlikeleri de barındırdığı açıktır. 20’nci yüz yıldaki Kürt inkarına dayalı sistemin dağılması zaten önemli fırsat ve imkan anlamına gelmektedir. Kürtler, imkanları iyi görüp, tehlikeleri de bertaraf ettikleri oranda yeni kurulacak Ortadoğu dengelerinde etkin yer alarak özgürleşecek ve statü kazanacaktır. Ancak Kürtlerin özgürleşmesi ve statü kazanmaları önünde ciddi engellerin olduğu bir gerçektir. Yukarıda da değerlendirdiğimiz gibi, Türkiye’nin öncülüğünde sömürgecilerin Kürtlere karşı çeşitli düzeylerde ortaklıklar kurmaları ciddi bir tehlikedir. Kürtler için asıl tehlikeli olan iki husus vardır: Bunlardan birincisi, Kürtlerin parçalı olması ve ulusal birliklerini gerçekleştirememeleridir. İkincisiyse, Kürtlerin kendi davalarını yeterince uluslararası alana taşımamaları, uluslararası alandan demokratik siyasi güçler ve halklarla yeterli ilişki kuramamalarıdır.
KNK’nin kuruluş amacı ve varlık nedeni olan Ulusal Birlik konusu, Kürtlerin en önemli sorunudur. Ulusal Birliğin kurulamaması, Kürtlerin 20. yüzyılın başında sömürgeleşmesinin temel nedeni olduğu gibi, bugün de özgürleşmesinin önündeki en büyük zafiyettir. Kürtler, ulusal birliklerini gerçekleştiremedikleri için, 1’nci dünya savaşında son derece hazırlıksız yakalandılar. Bu dönemde birbirinden kopuk çok sayıda isyan düzenleyip, savaş verdikleri halde, ulusal bir siyaset, strateji ve örgütten yoksun oldukları için, sonuçta dört sömürgeci devlet arasında paylaşılmaktan kurtulamadılar. Bugün de Kürtler, dört parça Kürdistan ve yurt dışında büyük bedeller ödeyerek özgürlük savaşı vermektedirler. Ortadoğu’da sürmekte olan savaş, tıpkı 1. Dünya savaşı sırasında olduğu gibi, Kürtlere büyük özgürleşme imkanlarını sunmaktadır. Ancak Kürtler, yine parçalı oldukları ve ulusal bir siyaset, strateji ve örgütten yoksun bulundukları için, bu imkanlardan yeterince yararlanamamaktadırlar. Hatta parçalılık, Kürtlerin, büyük bedeller pahasına elde ettikleri kazanımları da tehlikeye atmaktadır. Oysa Kürtler, her dört parçada küçümsenemeyecek siyasi, askeri, diplomatik ve ekonomik imkanlara sahiptirler. Bu imkanlar; ortak bir siyaset, strateji ve örgütte birleştirildiğinde, Kürtleri özgürlüklerine kavuşturacak büyüklüktedir. Ancak dar grup, aşiret, parti ve parça çıkarları ve zihniyeti ulusal birliği engellemektedir. Sömürgeci güçler, Kürtlerin bu parçalılığından yararlanarak, onları hem birbirlerine karşı kullanmaya çalışmakta hem de küçük lokmalar halinde yutmaya çalışmaktadır. Küresel güçler ise, Kürtlerin bu parçalı durumunu kendi bölgesel politikalarına malzeme yapmaktadır. Oysa Kürtler birlik olduklarında, sömürgecilerin yutamayacağı kadar büyük bir varlık, küresel güçlerinde taktik malzeme olarak kullanamayacakları bir aktör olurlar.
KÜRT ULUSAL BİRLİĞİ SAĞLANMALIDIR
Bizler, Kürtleri parçalara bölüp yutmak veya birbirine karşı kullanmak istediği için sömürgeci güçleri suçlayamayız. Yine parçalı Kürtleri, kendi bölgesel çıkarları için taktik malzeme olarak kullanmak isteyen küresel güçlere de sitem edemeyiz. Onların tutumları sömürgeci ve emperyalist zihniyet ve siyasetin gereğidir. Bu durumun esas sorumluları, siyasi ve toplumsal aktörleriyle biz Kürtleriz. Bu bakımdan şunu çok iyi görmeli ve tespit etmeliyiz: Eğer biz Kürtler birlik olursak, hiçbir sömürgeci güç bizi inkar etmeye ve bizimle savaşmaya cesaret edemez. Şimdi Kürtleri yok etmek için birbirleriyle yarışan sömürgeci güçler, o zaman Kürtlerle ittifaklar kurmak için birbirleriyle yarışırlar. Hiç kuşkusuz, Kürtler birlik olduklarında, Küresel güçler de Kürtlere Ortadoğu siyasetlerinde taktik amaçlarla kullanılacak bir araç gibi bakmaktan vazgeçerler. Hiç kuşkusuz, Kürtlerin ulusal birliğinin gerçekleşmesi için, başta KNK olmak üzere, birçok siyasi ve toplumsal kesimle, değerli şahsiyetlerin büyük çabaları olmuştur. Ancak bugüne kadar, ulusal birliğin gerçekleşmemiş olması, ulusal birlik sorununun çok derin olduğunu göstermektedir. Siyasi partilerin belli uzlaşmalar temelinde bir araya getirilmeleri önemli olmakla birlikte, Kürtlerin ulusal birlik sorunu, siyasi partilerin bir araya gelmesi sorunu olmaktan çok daha fazla bir şeydir. Özellikle kimi siyasi partilerin uluslararası ve bölgesel güçleri dikkate alarak ulusal birlikten uzak durmaları bu gerçekliği daha da önemli hale getirmiş bulunmaktadır. Özellikle günümüzde Ulusal Birlik; ulusu meydana getiren bütün siyasi, sosyal, kültürel, dini-mezhebi kesim ve bireylerin belli ilkeler ve değerler etrafında kenetlenmeleridir. Bunun en basit anlamı şudur: Kermanşah’ta birinin evine ateş düştüğünde Dersim’li yanıyorsa, Kobanê’de biri üşüdüğünde Kerkük’lü donuyorsa ulusal bilinç oluşmuş demektir. Toplumda bu bilinç oluştuktan sonra, hiçbir siyasi parti ulusal birliğin dışında kalamaz. Halkıyla birlikte yanmayan ve donmayan bir parti, Kürdistan’da yaşayamaz. Toplumsal alanda toplumsal birlik güçlendiğinde hiçbir siyasi parti Kürt düşmanı sömürgecilerle Kürtlerin aleyhine olan ilişkiler kuramaz. KNK’nin bir rolünün de tüm siyasi partilerin ulusal tutum sağlamaları konusudur.
KNK TOPLUMUN BÜTÜN KATMANLARINA İNMELİDİR
Ulusal Birlik sorununa bu perspektifle bakıldığında, KNK’nin şimdiye kadar yaptığı çalışmaların çok önemli ve değerli olmakla birlikte yetersiz olduğu görülecektir. Yeterliliğin ölçüsü, çok çalışmak değildir; ortaya konulan hedefe ulaşmaktır. Eğer Ulusal Kongreyi tam örgütleyip işletememişsek, bu çalışmalarımızda yetersiz kalmışız demektir. Bu durumda yapılması gereken şey, yeni bir anlayış ve perspektifle çalışmaya başlamaktır. Albert Einstein’in dediği gibi ‘hep aynı şeyler yapıldığında, farklı sonuçlar ortaya çıkmaz.’ Bu nedenle bizler de ulusal birlik çalışmaları konusunda perspektif ve yöntemlerimizde yenilikler yapmalıyız. Hiç kuşkusuz bu, KNK’nin geçmişte yaptığı, siyasi partileri belli ilkeler ve değerler etrafında bir araya getirme çalışmalarının durdurulması anlamına gelmemektedir. Aksine bu çalışmalar artarak devam etmelidir. Şimdi yapılması gereken şey, sadece siyasi partileri değil, ulusumuzu meydana getiren tüm toplumsal farklılıkları, dini-mezhebi ve kültürel grupları, kadını ve gencine kadar ulusun tüm fertlerini belli ilke ve değerler etrafında bir araya getirmektir. Çünkü tüm toplumda belli ilke ve değerler temelinde ulusal bilinç oluşmadan, siyasi partilerin kendi dar çıkarlarını bir kenara bırakarak bir araya gelmeleri çok zordur. Bunun için tüm partileri, belli ilke ve değerler temelinde birliğe zorlayacak bir toplum inşa etmeliyiz. Bunun için yapılması gereken ilk şey, zaten üzerinde çalışılmış olan ‘KNK’nin Ulusal Birliğe ilişkin ilkeler’ belgesini daha yetkin hale getirmektir. Ulusal birlik çalışmalarına yeni bir yaklaşım göstermenin yanında yapılması gereken ikinci şey, KNK’nin örgütlenmesinde bir yenilenmeye gitmektir. KNK Genel Kurulu, merkezi örgüt olma vasfını korumakla birlikte, KNK kendisini toplumun kılcal damarlarına varıncaya kadar örgütlenme konusunu da gündemine almalıdır. KNK’nin, Ulusal Birliğin İlkelerine dair yetkinleştireceği belge, bu örgütlenmenin programı gibi bir rol oynayabilir. KNK, her parça Kürdistan ve yurt dışında artık on binlere, yüzbinlere ve hatta milyonlara seslenen bir örgütlülüğe kavuşmalıdır. Kürtlerin, özgürlük ve statü kazanmalarının önündeki ikinci engel, Kürt sorununun yeterince uluslararasılaştırılamaması ve bu alanda yeterince destek alınamamasıdır. Aslında Kürt sorunu oluşumu itibariyle uluslararasıdır. Sorunun tarafı sadece sömürgeci devletler değildir. Küresel güçler de bu sorunun parçası ve tarafıdırlar. Zaten yaşananlar da bunu kanıtlamaktadır.
KAMU DİPLOMASİSİNE AĞIRLIK VERİLMELİ
Küresel güçler şimdiye kadar ağırlıklarını hep sömürgeci devletlerden yana kullandılar. Çünkü çıkarları öyle gerektiriyordu. Ancak şimdi Kürtlerin mücadelesiyle durum değişti. Sömürgeci sistem, birçok yaklaşım ve uygulamasıyla onların politikaları konusunda da sorunlar yaratmaktadırlar. Bu durumu iyi değerlendirmek ve bu temelde uluslararası güçlerle ilişkiler geliştirmek önemlidir. KNK, sömürgeciliğin Dünya sistemi için yarattığı tehlikeler kadar, Kürtlerin yeni kurulacak Ortadoğu’nun istikrarı ve demokratik inşasında oynayabilecekleri pozitif rolü çok iyi anlatabilmelidir. Bunu sadece devlet elitleriyle sınırlı tutmamalıdır. KNK, tıpkı Kürdistan’da yapacağı gibi, Yurt dışında da doğrudan toplumlarla ilişkiler geliştirmeli, kamu diplomasisine ağırlık vermelidir.”
ÖNDER APO’YA KARŞI POLİTİKALARA KİMSE DUYARSIZ KALMAMALI
Bu örgütsel durumların yanında bir de üzerinde durulması gereken temel bazı siyasi gündemler vardır. Hiç kuşkusuz bunlardan biri PKK lideri başkan Apo’nun tutsaklığı ve üzerindeki tecrittir. Önder Apo, hem Kürt sorununun temel bir aktörü, hem de bir Kürt değeridir. Bir Kürt Önderine karşı uygulanan politikalara hiçbir Kürt siyasi partisi ve yurtsever duyarsız kalamaz. Önder Apo’ya yönelik hiç bir yaklaşım bireysel değildir. Ona gösterilen her yaklaşımın siyasi bir hedefi ve siyasi sonuçları vardır. Bu da doğrudan Kürt sorununun çözümüyle ilgilidir. Sadece Bakurê Kürdistan’daki Kürt sorununun çözümü için değil, tüm parçalardaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi açısından Önder Apo’nun durumu tüm Kürt halkını ilgilendirmektedir. Önder Apo’ya yönelik politikalar, sadece TC’nin uygulamaları değildir. Bunun arkasında Batı Sistemi vardır. İmralı’da uygulanan tecrit, Batı Sisteminin Kürt sorununun çözümünü istemediğinin göstergesidir. Türkiye ve Kürdistan’daki faşist uygulamaların en yüksek düzeye çıktığı bir dönemde, yakın zamanda Kürt düşmanlığında öncü olan Türkiye cumhurbaşkanının ağırlanması bu gerçekliğin kanıtıdır. Önder Apo’nun gücü ve Kürt sorunundaki rolü bilindiğinden gösterdikleri tutum Kürt sorunu konusunda bir çözüm politikaları olmadığının ifadesi olmaktadır. Bu açıdan Önder Apo’nun sağlık ve güvenlik ve özgür çalışma konularında Batı sistemine baskı yapmak önemlidir. imralı’da uygulanan politikalar konusunda çeşitli güçleri harekete geçirmede KNK rolünü oynayabilir. Bu konuda örgütlü ve hedefli bir çalışmaya ihtiyaç oluğunu açıktır. Önder Apo’ya yaklaşımda yaşanacak değişimlerin, sahaya Kürtlerin özgürlüğü ve statü kazanmaları biçiminde yansıyacağı şüphesizdir. TC ve İran rejimlerinin Kuzey ve Doğu Kürdistan’da yürüttükleri inkar ve imha siyasetleri de önemli gündemlerdir. Bu rejimlerin teşhiri ve halkımızın mücadelesini güçlendirmek KNK’nin temel görevlerindendir. Özellikle Türkiye’nin işlediği ağır suçlar vardır. Bakurê Kürdistan’da şehirler yakılıp yıkılmış, Efrîn’de yüzlerce sivilinde yaşamını yitirdiği işgal gerçekleşmiştir. Bu konularda Türkiye’yi teşhir etmek hatta uluslararası mahkemelerde yargılanmasına sağlamakta yapılması gereken çalışmalardan olmalıdır. Yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin statü kazanması, Güney Kürdistan’ın hem iç sorunları hem de Bağdat’la yaşadığı sorunların çözümü de önemlidir. Bu hususlarda da yaratıcı ve çözümleyici çalışmalar geliştirilmelidir. Sonuç olarak halk olarak, imkanları kadar, tehlikeleri de olan bir süreçten geçiyoruz. Elimizde küçümsenemeyecek siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik imkanlar bulunmaktadır. Esas sorunumuz, bunları belli bir ulusal siyaset, strateji ve örgüte kavuşturup etkili kullanamamamızdır. Bu da ancak ulusal birlikle gerçekleşebilir. Ulusal birlik de KNK’nin hem kuruluş, hem de varlık nedenidir. KNK olarak bu rolümüzü layıkıyla oynadığımızda, ortaya güzel sonuçlar çıkaracağımız kuşkusuzdur.”