KDP ve YNK iç savaşı ve iç politik çekişmelerinin halka çıkarmış olduğu faturanın yanı sıra, bunlara yoksullukta eklenince halk canından bezmiş oluyordu. Bu süreçte Başurê Kürdistan halkı yurt dışına çıkmak için ellerindeki tüm mal varlığını satışa çıkarak Avrupa yollarına düşmüştü. Ülke neredeyse boşalmıştı.
1991-KDP ve YNK’nin Hükmettiği Kürdistan
2 Ağustos 1990’da Irak ordularının Kuveyt’e karşı işgal hareketine girişmesiyle başlayan süreç, 17 Ocak 1991’de Irak rejimine karşı ABD öncülüğünde 37 ülkenin katılmış olduğu koalisyon güçlerinin başlatmış olduğu savaşla 28 Şubat 1991’de son bulur. Saddam güçlerinin yıprandığını gören Şiiler, Basra’da rejime karşı ayaklanma başlatırlar ve kısa bir sürede Şii ayaklanması Bağdat’a sıçrar. Ama rejim, Şii ayaklanmasını çok sert bir şekilde bastırır. Aynı paralelde Başur’ê Kürdistan’da da ciddi bir boşluk doğmuştu. Bu boşluğu fırsat bilen Kürtler, 5 Mart 1991 tarihinde Süleymaniye’ye bağlı Ranya kasabasında cahşların öncülüğünde devlete karşı silahlı serhıldan başlatır. Serhıldanlar 7 Marta Çarqorne, 9 Mart’a Süleymaniye’ye, 11 Mart’a Hewler’e ve 20 Mart’ta Duhok ve Zaxo’da olmak üzere boydan boya Kürdistan’ın güneyinde halk rejime karşı Serhıldana geçer. Diğer taraftan rejimin Şii ayaklanmasını çok sert bir biçimde bastırması ve yönünü Kürdistan’a vermesiyle halkın tekrardan olası bir katliam korkusuyla İran ve Türkiye sınırına yönelmesiyle yaklaşık olarak 1.5 milyon halk göç eder. Bu duruma karşılık ABD öncülüğünde ki koalisyon güçleri 36. paralelin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ilan eder ve aynı zamanda karadan hareket etmemesi için Irak rejimi uyarılır. Böylelikle kendilerini güvende hisseden halk tekrardan evlerine döner. Daha sonra ise 36. paralele Irak’tan gelebilecek saldırılara karşı bölgeye BM, çekiç güç adında bir askeri güç konumlandırdı. Böylelikle fiili olarak Başur’ê Kürdistan coğrafyasının % 60’ı KDP ve YNK’nin denetimine geçmiş olur. Duhok, Zaxo, Diana Amediye’nin bulunduğu Behdinan bölgesinde KDP; Hewler, Süleymaniye, Dukan, Ranya, Koysancak kısacası Sorani lehçenin hakim olduğu alanlar ise YNK denetimindeydi. Başur’ê Kürdistan, Saddam Hüseyin rejimi döneminde tümden üretimden koparıldığı gibi hiçbir yatırımda yapılmamıştı. YNK ve KDP döneminde insanlar üretime; en az hayvancılık ve tarımsal alanların açılmasına teşvik etmek gerekirken bunun aksine birbirleriyle iktidar savaşına girdiler. Kendi aralarında birlik olamadıkları gibi kendi öz güçlerine dayanıp Kürdistan’ı yeniden inşa etme gücünü de gösteremediler. Bunun yerine tarihsel karakterlerine uygun olan işbirlikçiliği tercih ettiler. Türkiye, İran, Irak Saddam rejimi, Suriye, Arap ülkelerinin yanı sıra ABD, İngiltere, İsrail gibi uluslararası güçlere kendilerini pazarladılar. Kürdistan’da yapılan tüm soykırım ve yerleşim birimlerinin yerle bir edilme operasyonları unutulmuşçasına, Kürtlere ezeli düşmanlığa yemin etmiş Türk devletiyle sıkı bir ilişki geliştirdiler. 1992’de ilan edilen Kürdistan Federal Parlamentosu’nu Türk devleti; YNK ve KDP’nin Türk ordusuyla birlikte PKK’ye karşı Güney operasyonuna aktif katılmalarına karşılık kabul etmiştir. Adeta Türk devletinin basit işbirlikçi cahşlarına dönmüşlerdir. Peşmerge güçleri üniforma, silah, cephane, lojistik ve maaşlarını Türk ordusundan alıyordu. Irak ordusunun yanında Enfal operasyonlarına katılan cahşların rolleri neydiyse bunlarında Türk ordusu yanındaki rolleri oydu. Zaten daha sonra KDP lideri Mesut Barzani ve YNK lideri Celal Talabani Türk devletinden diplomatik pasaport alarak yurt dışı seyahat özgürlüğü kazanırlar. Buralardan elde ettikleri kemik kırıntılarıyla, Enfal gibi soykırım cenderesinden yeni çıkmış bir ülkeyi ve psikolojileri derin yara almış bir halkı idare etmeyi düşündüler. Halk yoksulluk ve açlıktan inim inim inlerken, Barzani ve Talabani aileleri bu ülkeyi daha ne kadar peşkeş çekebiliriz hesapları peşindeydiler. Bu yetmezmiş gibi kendi aralarında ki iç savaş, deyim yerinde ise ikinci bir enfal etkisi yaratıyordu. YNK ve KDP, kendi denetimindeki tüm erkekleri silah altına alarak peşmerge yapmıştı. Karşılığında 50 dolar gibi komik bir maaş bağlamışlardı. Ama birbirlerine karşı savaşırken elde edilen ganimet onlara aitti. Tıpkı Irak ordusunun enfal operasyonlarına katılan cahşlara vaat ettiği ganimet gibi. KDP ve YNK’nin iktidar savaşında binlerce insan ölür ve bir o kadarı da yaralanır. YNK karşısında güç kaybeden Mesut Barzani’nin, 1997 yılında Kürt soykırımının baş mimarı olan Saddam Hüseyin ile bir görüşmesi olur. Bu görüşmede Mesut Barzani, YNK’ye karşı Saddam Hüseyin’den askeri destek ister. Daha sonra KDP peşmerge güçleri ile Saddam ordusu tanklarıyla Hewler’e girer, deyim yerindeyse Irak ordusu ve KDP peşmergeleri burada katliam yaparlar. Bu sefer Irak ordusunun cahşları KDP’liler olmuştur. Evlerini terk edip kaçan YNK’liler canlarını kurtarmışlardır ama mal varlıklarını kurtaramamışlardır. Ama evlerini bırakmak istemeyenler canlarını da kaybetmişlerdir. KDP, Hewler’i düşürdükten sonra ev ev dolaşarak YNK’ye eğilimi olan insanları bile gözaltına alarak kaybetmiştir. Süleymaniye’ye kadar kovalanan YNK’de, hemen ertesinde İran devletinden güç alarak KDP’ye saldırmış kaybetmiş olduğu bazı alanları geri almıştır. Sadece YNK-KDP iç savaşında evinde ya da sokakta gözaltına alınıp kaybedilen 10 binden fazla insandan halen haber alınmış değildir. Bu insanların tek suçu YNK ya da KDP’ye sempati duymaları veya üye olmalarıydı. Başkada hiçbir suçları yoktu. Düşmanla işbirliği içinde olup ülkeyi inip inip inletenler suçlu sayılmıyorlardı. Sanki ülkenin bu parçasında diyalektik ters işliyordu, ihanet çok doğal bir davranış hatta övünülecek diplomatik bir beceri gibi görülüyordu. Yurtseverlik ise gerçek anlamda suç teşkil ediyordu. Ülke YNK ve KDP arasında ikiye bölünmüştü. KDP alanında ikame eden normal halktan biri YNK alanına, YNK alanında ikame eden bir vatandaş KDP alanına geçemiyordu. Adeta enfal operasyonları öncesi Kimyasal Ali’nin “yasak bölge” ilanı gibiydi. KDP açısından YNK denetiminde ki alan, YNK açısından ise KDP denetiminde ki alan “yasaklı bölgeydi.” KDP nezdinde suçlu olmak için YNK alanında ikame etmek yetiyordu. YNK için ise KDP alanında ikama etmek suçlu görülmek için yetiyordu. Durumlar bu kadar vahimdi. Böyle bir ortamda yeniden bir yaşamı örgütlemek ne kadar mümkün ise Başur’ê halkı da onu yapmaya çalışmıştır. Yani bu topraklar yaşanılmaz ancak terk edilir.
KDP ve YNK iç savaşı ve iç politik çekişmelerinin halka çıkarmış olduğu faturanın yanı sıra, bunlara yoksullukta eklenince halk canından bezmiş oluyordu. Bu süreçte Başur’ê Kürdistan halkı yurt dışına çıkmak için ellerindeki tüm mal varlığını satışa çıkarak Avrupa yollarına düşmüştü. Ülke neredeyse boşalmıştı. On binlerce insan Yunanistan sahillerine vururken, kimileri de Edirne üzerinden karadan Yunanistan’a geçmeye çalışırken mayınlı tarlalar içinde canlarını veriyorlardı. Halk tek çareyi en az aileden birinin Avrupa ülkelerinden birine çıkarmakta bulmuştu. Geri kalanlar ise sınırlardan kaçakçılık yaparak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Ama ilk fırsatta ülkeyi terk etmenin yollarını arıyorlardı.
• 2003 Sonrası Göç
2003’e doğru gelindiğinde Irak’a yapılan müdahale ve rejim değişikliği Başur’ê Kürdistan halkı için bir nefes borusu olmuştu. Irak devleti, Başur’ê Kürdistan Federal sistemini resmen tanımış tekrardan Başur’ê Kürdistan’ı inşa etmek için genel ülke bütçesinden % 17’lik pay ayırmış, ayrıca Kürdistan’daki peşmerge güçlerinin ve tüm memurlarının maaşlarını düzenli ödemeyi kabul etmiştir. Bu durum ekonomik olarak Başur’ê Kürdistan halkını rahatlatırken KDP ve YNK yetkilileri için yeni rant kapıları demekti. Bundan kaynaklı KDP ve YNK ülkenin gelir kaynaklarını kendi aralarında daha rahat paylaşmak için bir araya gelerek 2006 yılında stratejik ortaklık belgesi imzaladılar. Böylelikle ülke iki aile (Barzani ve Talabani) arasında paylaşılmış oldu. Tabii ki hiyerarşik düzen içerisinde konumlanan herkes bulunduğu mevki ve konumuna göre rantan pay alıyordu. Başur’ê Kürdistan’da rant paylaşma sistemi hiyerarşik düzen içinde yapılıyordu. En tepe noktasında bulunan iki aile en fazla ranttan pay alanlardı. Ülkeye yatırım, ülkeyi kalkındırma, ülkedeki refah düzeyini geniş tabana yayma söz konusu bile değildi. Yine kendi sistemlerini sıkı sıkıya ayakta tutmak için devasa istihbarat, asayiş ve peşmerge güçleri kurmuşlardı. Her ne kadar YNK ve KDP stratejik ortaklık belgesi imzalamış olsalar da pratikte iki ayrı devlet gibi örgütleniyorlardı. İki istihbarat örgütü, iki peşmerge gücü, kendi hâkimiyetlerindeki, devlet kurum ve kuruşlarını kendi partileri ekseninde örgütlemeleri ve sadece partilerini dikkate almaları halkı particiliğe teşvik ediyordu. Başur’ê Kürdistan’da maaş almak, herhangi bir kurum ya da kuruluşta memur olarak çalışmak ya da ticaret için izin istemek ancak partili kimlikle mümkündü. YNK ya da KDP’li olmak işlerin yürütülmesine kolaylık sağlar, hatta imkân da açar, oda hiyerarşide ki konumuna göredir. Normal bir vatandaş olarak Başur’ê Kürdistan’da iş yapmak her gün yeni bir engelle yüzleşmek demektir. Aynı şekilde asayiş ve istihbarat örgütleriyle, halk üzerinde ciddi bir korku yaratmışlardır. 2003 sürecinden sonra Avrupa ülkelerine ve diğer ülkelere göçen birçok insan, geri döndüğünde bu tür uygulamalarla karşılaştığında tekrar geldikleri ülkelere dönmek zorunda kalmışlardır. Özgürlüklerinin kısıldığı, rahat tartışma ve siyaset yapma ortamın olmadığı siyaset, sanat, spor, müzik kısacası her şeyin KDP ve YNK’ye mahkûm edildiği bir ülkede aydın ve özgürlükçü fikirlere sahip olan insanların kalması oldukça güçtü. Bu dönemde halk ekonomik olarak biraz rahatlamış olsa da fikir özgürlüğü açısından bu örgütler tarafından kıskaca alındıkları için bu dönemdeki göç dalgası ağırlıkta aydın, sanatçı ve özgürlüklerine düşkün olan insanlardan oluşuyordu.
KDP 2014 yılına doğru gelindiğinde, Rojava devrimine karşı takındığı tavırdan kaynaklı Kürt kamuoyunda oldukça teşhir olmuştu. Aynı zamanda bölgede alternatifi olarak gördüğü bir politik aktör doğuyordu. Rojava devrimine öncülük eden PYD, hem bölgede hem de uluslararası alanda tanınan politik bir aktör oluyordu. KDP, bu gelişmenin kendisi açısından ölümcül bir darbe olduğunu çok iyi biliyordu. Bölgede Kürtler adına işbirlikçi-aristokratik diplomatik çizginin temsilini yapan KDP’nin elindeki tek kart elinden alınıyordu. Bu durumun ciddiyetini kavrayan KDP harekete geçerek, Rojava devrimine karşı ezeli düşman Türkiye devleti ve DAİŞ çeteleriyle ittifak yaparak sözüm ona bu tehlikeyi bertaraf etmeye çalıştı. DAİŞ Musul’a girdikten sonra, KDP yapmış olduğu ittifak gereği Şengal’i DAİŞ’e bıraktı. Plan, Şengal üzerinden Rojava’yı tümden kuşatma altına almaktı. Rojava güçleri direnince plan boşa çıkmış oldu. KDP’nin bu kirli ittifakı Şengal’ın tüm köyleriyle birlikte boşalması, Ezîdîlerin kutsal mekânlarının yıkılması, 3000’den fazla –kimi kaynaklara göre 8000- Ezidi kadınının pazarlarda satılması ve yüzlerce Ezidinin katledilerek 400 binden fazla insanın Rojava, Bakur ve Başur’ê Kürdistan’a sığınmasına yol açtı. Ayrıca DAİŞ ile yapılan ittifak bozulunca DAİŞ yönünü Başur’ê Kürdistan’a verdi. Kısa bir süreliğine de olsa bu saldırılardan kaynaklı Maxmur kasabası tümden boşaldı ve DAİŞ’in eline düştü. Kelek, Xebat, Beşiqa, Berdêreş, Şêxan kasabaları, çevre köyleri ve Başur’ê Kürdsitan’ın Rojava sınırındaki tüm yerleşim birimleri hızla evlerini terk ederek göç yollarına düştüler. Duhok, Hewler gibi büyük kentlerden de halk kaçmak için yollara düştüler. KDP hızla yolların denetimini alıp, ülke dışına çıkma yasağı koyarak göçlerin önüne geçmeye çalıştı. Güneydeki tüm yabancı şirketler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Güney, hem ekonomik hemde ciddi anlamda siyasi bir krizle yüz yüze kaldı. Basiretsiz KDP ve YNK güçleri ülkeyi hızla içine sürüklendiği krizden çıkarma gücünde değillerdi. Çareyi yine uluslararası güçlerin ayaklarına kapanmakta buldular. Tabii ki gelen yardımın karşılığında ülkedeki zenginlik kaynaklarının daha iyi peşkeş çekilmesi vardı. KDP, YNK ve Goran gibi siyasi güçlerin iktidar ve rant savaşı ülkeyi idaresiz bıraktığı gibi, KDP’nin darbe yaparak Kürdistan Bölge Başkanlık koltuğunu bırakmamasına ve hükümeti her koşul altında elinde tutmaya çalışmasına neden olmuştur. Bu durum ekonomik ve siyasi krizi içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Ekonomik durgunluk, siyasi kriz ve güvenli yaşamın tehdit altına girmesinden kaynaklı bir süre durmuş olan göç yeniden başlamıştır. 2014’ten sonra Başur’ê Kürdistan’dan ülke dışına çıkan nüfusun ağırlığı gençlerden oluşmuştur. Özelikle üniversite bitirmiş gençlerin çoğunlukta olması oldukça dikkat çekicidir. Bazı araştırmalara göre her ay aynı düzeyde olmasa bile ortalama ayda 5000 genç yurt dışında çıkmıştır. Bu göç hala devam etmektedir. Çünkü gençler mevcut siyasi aktörlerle bu ülkede kendilerine iyi bir gelecek kurabileceklerine inanmamaktadırlar. Bu siyasi güçlere alternatif bir siyasi oluşumun ortaya çıkabileceğine olan inançlarının zayıflığı, bu göç olayında daha da teşvik edici olmuştur. Çünkü mevcut siyasi güçler, siyasi yönlerinden daha fazla Gladio tipi örgütlenmelerdir. Kendilerine karşı küçük bir muhalefeti kanla bastırmayı kendilerine gelenek edinmişlerdir. Bundan kaynaklı Başur’ê Kürdistan gençliği çareyi ülkeden kaçmakta bulmaktadır.
Devam edecek…
Göç Dosyası-Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi