Ortadoğu herkesi şaşırtmaya devam ediyor. Öyle ki, her yeni bir güne yeni şok edici gelişmeler mührünü vuruyor. Henüz insanlar yeni duruma alışmadan, başka yeni gelişmeler kendisini dayatıyor.
HABER MERKEZİ – Hangi gelişmenin nasıl yaşandığını ifade etmeye gerek bile yoktur. Az çok gelişmeler takip ediliyor. Ancak hepsinden farklı olan ise insanlığın vahşet dönemi diye tabir edilen, kimin kime gücü yettiği, gücü yetenin hiçbir ahlaki değer tanımadan katlettiği, kırıp döktüğü ve bir diğerinin tüm varlıklarına el koyduğu gasp sürecine geri dönüldüğüdür.
Türk egemenlerin tarihi kendi deyimleriyle baştan sona bir talan tarihidir. Vurma kırma, yakıp yıkma tarihidir. Başkalarının malları ve değerleri üzerinde kendilerini var eden bu tarih, özü itibariyle insanlık gelişimine karşı gelişmiş olan bir tarihtir. Sayı ve güç üstünlüğüne dayalı olarak ise bir fetih tarihidir.
Dikkat edilirse, Türk egemenlerinin anlatımlarında insanlığa kattıklarına dönük çok az şey vardır. Anlatımları, masalları, destanları ağırlıklı olarak vurma ve kırma üzerinedir. Öyle ki, bu vurma kırma yani talan kültürü söze yani dile de yansımasını bulmuştur. Tümden eril olan bu dil hep yakma ve yıkma üzerine kuruludur. Atasözleri hakeza böyledir.
“Savaşçı zihnin temel özelliği, fanatizme yatkın olması ve sorunları, muarızını düşmanlaştırma ve düşmanı yok etme yoluyla çözmeye çalışmasıdır.” Ve bu özü itibariyle tümden bir kültürel şekilleniş olduğu için yaşamın her anına bu dil ve kültür kendisini dayatır. Öyle ki, eğer bu zihin-ki hastalıklı bir zihindir- kendisine bir düşman bulamazsa, bu kes içe yönelir. İç düşman yaratarak kendisini var etmesi bundandır.
Örneğin, Türk egemenleri iktidarları ve gasp için yapamayacakları hiçbir kötülük yoktur. Boydan boya kardeş katli meselesi sıradan ele alınacak bir durum değildir. Bizler genelde Osmanlı egemenlerinin tarihini incelediğimizde nasıl ki yüz yıllarca peş peşe kardeş katletmeler, yeğen boğmalar, baba vurmalar derken birisinin bir gece de 18 kardeşini tek seferden katledebilmesini görmüş isek, ancak biliyoruz ki nerede Türk egemenleri varsa orada olup biten tümden benzer kültür üzerine şekillenen savaş ve yok etme kültürüdür. Yakın komşu İran’a bakıldığında ki kimi zaman egemenleri Türk hanedanları olmuştur- orada da olup biten tümden hem halkları yıkama götürmek olmuş hem de birbirlerine yönelmişlerdir. İran’da o bilinen meşhur gözlere mil çekme yönteme Türk egemenlerinin marifetlerindendir.
Bir yazarın Türk Psikolojisine ilişkin yaptığı kısa değerlerlendirmeyi buraya alarak söylemek istediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır. “İslamiliteratür de, Türkleri İslam’ın sancağını yükselten, öncü güç olarak tanımlıyor. Türk tarihi bir savaşlar tarihi. Türklerin psikolojisinde erkekliği ve erkeklikten türeyen değerleri öne alma gibi bazı unsurlar, savaşçı zihin yapısına katkıda bulunuyor. Ne girip çıktıkları dinler ne kıyısından köşesinden bulaştıkları modernlik, Türklerin erkeklik vurgulu savaşçı zihniyet işleyişini değiştirebilmiş. Savaşçı zihin yapısı, gündelik yaşamın her alanında, ev-içinde, tarlada, bahçede, trafikte, düğünde, dernekte, işyerinde, sendikada, partide “sorunları savaşarak, gücünü göstererek çözme” yöntemiyle kendini belli ediyor. Her zaman savaşın içindeyiz, her şeyle savaşıyoruz. Bu savaşçı zihnin, savaşa teşne ruh halimizin, Allah vergisi(!) demekle yetinilmeyecek, bilimsel olarak açıklanabilir bir nedeni olmalı.
Teorisyenler, toplumsal bilincin belirleyicileri olarak, toplumsal-sınıfsal çevre, coğrafya gibi bazı koşullardan söz ederler. Biz bunlara bir de toplumsal bilincin, muhtemelen dille ve çocuk yetiştirme pratikleriyle gelecek nesillere doğru taşınan bilinçdışı içeriğini eklemek istiyoruz. Çünkü Türklerin Orta-Asya ve Anadolu’daki sosyoekonomik ve coğrafi koşulları çok farklı olduğu halde grup davranışları, psikolojileri büyük ölçüde aynı. Toplumsal ve coğrafi çevrenin toplumsal bilincin oluşumunda etkili olduklarına şüphe yok. Ama toplumsal bilincin çok derinlere kadar kök salan bilinçdışı bir katmanı da bulunuyor. Bu bilinçdışı katman, anadille ve çocuk yetiştirme pratikleriyle nesillere’aktarıldığından Türklerin grup davranışları, toplumsal’ ve coğrafi koşulların değişmesine rağmen aynı kalıyor. İşte bu nedenle Türk zihniyetinin savaşçı niteliği bugün de dimdik ayakta duruyor ve savaşçılık psikolojimizde çok önemli bir yer kaplıyor.”
Sözü uzatmadan, Türk egemen karakteri tümden yakma ve yıkmaya dayalı bir karakterdir. Türk egemenleri güce dayalı kendilerini var etmişlerdir. Güçleri yettiklerinde ezen, güçleri yetmediğinde ise boyun eğen bu kültür özü itibariyle insanlığın toplumsallığına ters bir gelişmedir. İnsan toplumsallığıyla insan olmuştur. Bunu ise ahlaki değerler oluşturarak var etmiş. Yaşamı belli normlara kavuşturarak kendi geleceğini garanti altına almış. Sürgit birbirini tüketmemek için politik ve ahlaki değerler yaratarak kendisini bugüne kadar getirebilmiştir.
Ne var ki, Türk egemen sınıfları öyle görülüyor ki insanlığın bu gelişiminde nasibini almamışlardır. Almadığını bizler son 100 yıllık tarihlerinde görebiliyoruz. Türk egemenlerin sadece son 100 yıllık tarihlerine bakıldığında görülecektir ki, insanlığın başına ne kadar büyük belalar oluşturmuşlardır.
Ermeni Soykırımı, Süryani-Keldan Soykırımı, Pontus Kırımı, Alevi Kırımı, Rum Kırımı, Arap Kırımı, Kürt Kırımı derken birçok farklı rengin neredeyse kökünü kazımışlardır. Bu toprakların en kadim haklarını bir bir ortada kaldıran bu Türk egemen kültür, halkları katletmesine rağmen büyük övgülerle tarih anlatımlarında bulunmaktan da çekinmemiştir. Tarih kitapları bu kıyımları anlatırken büyük övgülerle atalarından söz eder.
Yüz yıl önce halkların başına böyle bela olmuş bu Türk egemen kültür, yüz yıl sonra yeniden hakların başına bela. Nüfus üstünlüğüne, mali imkânlara, savaş tekniğine ve saldırgan ruha dayalı bu kültür Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeye yeniden aday. Günlük olarak bir yerlere saldıracağını ifade eden bu kültür eğer durdurulamazsa, nasıl ki yüz yıl önce coğrafyamız kan gölüne çevrildi ise bu kez de benzer bir trajediyle karşı karşıya kalacağımızı ön görmek büyük bir kehaneti gerektirmiyor. Bu kültür askeri gücüne dayanarak gasp ile yaşayan bir kültürdür. Gasp etmeden kendisini var edemeyeceğini düşünen bu egemen kültür, bunun için kan üzerine kendisini var edebilmektedir.
Kimin Gücü Kime Yeterse ilkesi temelinde hareket eden Türk egemen kültürü durdurmanın tek yolu vardır, o da; Ortadoğu’da yaşayan halklar olarak bir cephede bu faşizan katletme kültürüne karşı birleşmekten geçiyor. Öncelikli olarak tüm Kürtlerin bir olması, ardından bu coğrafyanın tüm renklerini bir araya getirerek faşizan yok etme kültürüne karşı halkların kendilerini var edebilmeleri için Bir Direniş Cephesini örmeleri, bu karanlıklardan çıkmanın tek yolu olmaktadır.
KAYNAK/ LEKOLÎN/ KASIM ENGİN