Bu bölümde siyasal değerlendirmelerin ağırlıklı olarak tartışılması, özel savaş rejiminin günümüzde almış olduğu boyutun anlaşılması açısından gereklidir.
HABER MERKEZİ –
Din İstismarcılığı ve AKP Çizgisi
Bu bölümde siyasal değerlendirmelerin ağırlıklı olarak tartışılması, özel savaş rejiminin günümüzde almış olduğu boyutun anlaşılması açısından gereklidir. Çünkü bugün Türkiye’de bu temelde oluşmuş bir özel savaş hükümetine karşı bir mücadele geliştiriyoruz. Bu, PKK’ye karşı özel savaşı yürütmekle yükümlü olan, bunun sorumluluğunu üslenmiş bir hükümettir. Bazı çevreler, Türk Genelkurmayı ile AKP arasındaki ilişkileri henüz anlamış değildir. Erdoğan’la Yaşar Büyükanıt’ın seçim öncesi Dolmabahçe Sarayı’nda yapmış oldukları anlaşmaların hangi temelde olduğunun yine İlker Başbuğ ile Erdoğan’ın uzlaştıkları temel noktaların ne olduğunun henüz bilincine varmış değillerdir. Hala Genelkurmay ile AKP’nin uzlaşmasını görmeyen, Genelkurmay’dan medet uman yaklaşımlar var. Bununla beraber tersinden bir yaklaşım da var. AKP ile Genelkurmay’ın uzlaştıklarını görmeyen, hala AKP’nin demokratikleşmeden yana, barıştan yana adım atacağı gibi ham düşünce ve hayallere kapılanlar var. Bunlar çevremizde de, Türkiye’de de var. Türkiye’de bizim çevremizde yer alan birçok kişide hala AKP’den demokratikleşme beklentisi var. Tayip Erdoğan bir açıklama yaptı, AKP yetkilileri de bunu dillendirdiler. ‘Biz İrlanda ve Bask modelini araştırıyoruz’ dedi. İrlanda ve Bask modelini Türk Hükümeti’nin araştırması Kürt sorununa çözüm getirme yönünde değildir. Bask modelini araştıracaksa, Bask dediği zaman Bask’ın varlığını kabul etmesi gerekir. İrlanda dediği zaman, İrlanda’nın varlığını kabul etmesi gerekir. Öyle ki Türk Devleti ‘Kürdistan’ diye bir şeyin varlığını kabul etmiyor. Bask modelini, İrlanda modelini uygulayacaksa bir ülke, bir halk gerçeğini kabul etmesi gerekir. Kürdistan’ın ülke ve halk gerçekliğini kabul etmeyen bir devletin İrlanda ve Bask modelini uygulaması, onu geliştirmesi düşünülemez. Bunlar neyi araştırıyorlar? İngiltere Hükümeti İRA’ya, İspanya Hükümeti ETA’ya kaşı nasıl mücadele etti, tasfiyeyi nasıl gerçekleştirmeye çalıştı, tüm bu konularda neleri yaşadılar, eksikleri neydi? gibi konuları araştırıyorlar ki PKK’ye karşı kullanacakları yol ve yöntemleri daha sonuç alıcı kılsınlar. Yani bu alanlarda kendilerini daha fazla güçlendirmek istiyorlar.
Türkiye’de özel savaş hükümeti olma gerçekliği, özel savaşın Türkiye’de süreklileşen bir savaş olması ve her hükümetin de buna hizmet edecek şekilde görev alması gerektiği görülmezse, biz karşımızda duran böylesi bir güce karşı gereken bir mücadeleyi de yükseltemeyiz. Biz özel savaşın böylesine süreklileştiği, oluşan hükümetlerin de bu savaşı yürütmekle yükümlü olduğu gerçekliğini bilerek özel savaşı ele almak durumundayız. Eğer böyle ele alırsak, buna göre bir mücadele gelişecektir.
Bizim sorunumuz AKP Hükümeti’ni yıkmak mıdır ya da yerine CHP’yi getirmek midir? Hayır! Onlar karşısında kendi alternatif sistemimizi oluşturmaktır. Demokratik komünal yaşamın, toplumda temel yaşam biçimi olarak örgütlendirilmesini sağlamaktır. Hükümeti yumuşatma gibi bir sorunumuz da yoktur. Özel savaş sistemi içinde yer alma gibi bir sorunumuz da yok. Aksine özel savaş hükümetine karşı mücadele sorunumuz var. Kendi mücadelemiz sonucunda, kendi yeni yaşam modelimizi pratikleştirme gibi bir sorunumuz var. Sorunu böyle ele almak, bizi özel savaşın günümüzde almış olduğu biçimin doğru kavranmasına ve bizi ona karşı daha güçlü mücadele yürütmeye götürecektir.
O nedenle özel savaşın süreklileşmiş halini tartışırken siyasal, ideolojik değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir. Çünkü o bizi bir çözümlemeye götürecektir. Türk Devleti savaşı tırmandıracaktır. Ona göre hazırlıklarını yapmıştır. Bu hazırlıklarını sadece askeri boyutta mı sürdürüyor? Hayır! Diplomatik, propaganda, ekonomik boyutuyla ve arkasına almaya çalıştığı halk desteğiyle bunu sürdürmeye çalışıyor. Yani özel savaş, bir sistem olarak bir hükümet olarak, topyekûn olarak karşımıza geliyor. Buna karşı mücadele etmek gerekiyor.
Buna karşı mücadele nasıl yürütülür? Mesela kontrgerilla karşısında gerilla mücadele edebilir. Ama gerilla, her yönüyle üzerine gelen bir savaş karşısında tek başına sonuca ulaşamaz. Bununla beraber halk serhıldanlarının gelişmesi gerekecek. Halk serhıldanları gelişirken, halkın, devlet dışında kendi yaşamını örgütleyebileceği yeni mekanizmalar yaratması gerekecek. Halk devletten, sömürgeci sistemden uzak, kendi yaşamını örgütler hale gelecek. Bir yandan onun örgütlenmesi, diğer yandan serhıldanlar, öbür tarafta gerilla birbirini tamamlayacak. Bunların tamamlayanı ise, propaganda ve ajitasyon çalışmaları olacak. Çünkü özel savaş, içerisine girilen süreçte daha çok kendini psikolojik savaş temelinde var ediyor. Bu temelde toplumu yeniden şekillendirmeye ve siyaseti yönlendirmeye çalışıyor. Basın-yayın organlarına, kültür kurumlarına ve toplumun direkt duygusuna, düşüncesine hitap edecek olan ve böylece toplumun davranışını, eylemini kontrol altına alacak olan kurumlarına stratejik düzeyde bir rol biçiyor. Bu geçeklik her alanda özel savaşın topyekûn saldırısının boşa çıkartılmasını gerekli hale getiriyor. Bu da özel savaşın yeni almış olduğu biçimi, onun süreklileşen sistemsel ve hükümetsel karakterini doğru çözümlemeyi gerektiriyor.
Bu, doğru çözümlenmezse ne olur? Meşru savunma savaşı daralır ve devlet topyekûn özel savaşı tırmandırarak hasmını boğar. Yok edemese bile marjinalize eder. O nedenle biz burada özel savaşı AKP boyutuyla, AKP Hükümeti boyutuyla, AKP-Genelkurmay uzlaşmasının ortaya koyduğu sistemsel, rejimsel boyutuyla değerlendirmek durumundayız. Yani AKP’yi, AKP- Genelkurmay uzlaşmasını bu şekilde ele almamız gerekmektedir.
Kısaca toparlarsak; özel savaş bugün itibariyle bir rejimdir. Tüm devletler bir savaş rejimidir. Kapitalizm ciddi anlamda sistem olarak bir kaos süreci yaşamaktadır. Geçmişte daha çok özel ve dönemsel bir uygulama olarak ortaya çıkan özel savaş, bugün bunun ötesine geçmiştir. Bugün devletlerin, hükümetlerin kendisi bir özel savaş rejimi, özel savaşın temel uygulama alanı haline gelmiştir. Çünkü kapitalist modernite, bunların dışında artık kendisini yaşatamaz durumdadır. Yapısal krizi ciddi olarak devam etmektedir. Aslında, kaos süreci denilen budur. Kapitalist sistemin yarattığı tahribatlar tüm çıplaklığıyla gözler önündedir ve tüm toplum kesimlerinde, dünyanın birçok yerinde ciddi rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu rahatsızlık askeri, siyasi, sosyal, ekonomik özgürlüklerden tutalım, doğal çevre tahribatına, sağlık alanından beslenme ve konut alanına, kültür-sanat alanından yaşam alanına kadar hepsine yansımaktadır. Yani bir bütün olarak bu sistemin geldiği kriz aşaması, günlük olarak özel savaş yöntemlerinin toplumun her alanında yürütülmesini zorunlu kılıyor. Eğer bu yapılamazsa, sistem kendisini idame ettiremiyor, toplumu yönlendiremiyor. Toplumsal sorunlar kesinlikle patlak veriyor. Toplum, ayaklanmalara ve isyanlara sürükleniyor. O yüzden özel savaş daimi bir rejim olarak ayakta tutulmaya çalışılmış oluyor.
Bio iktidar diye tanımlanan yönetim şekli vardır. Bugün Önderlik özellikle AKP Hükümeti’yle birlikte bio iktidar tanımlamasını daha çok kullanıyor. Mikro kredilerle satın almadan bahsediyor, bio iktidarla Türkiye toplumunun ve Kürtlerin yönetilmeye çalışılmasından bahsediyor.
Türkiye’de de sorunların geldiği aşama, egemenler tarafından toplumun başta Türkler ve Kürtler olmak üzere bir bütün olarak siyasal, sosyal, ekonomik alanda günlük özel savaş politikaları olmadan yürütülemeyeceğini göstermektedir. Onun için AKP Hükümeti, tam bir özel savaş rejimi olarak ortada duruyor. Geçmişin derin devleti, asker, devlet bürokrasisi, temel devlet kurumlarını çok daha aşan bir konumda aktif bir rol alıyor. Ve AKP bugün kendisini bu temelde kadrolaştırıyor. AKP bugün kendisini devletleştirmeye çalışıyor. Adeta geçmişin derin devleti tasfiye edilerek; yeniden bir kadrolaşma ile derin devlete el değiştirilmek isteniyor. Eski devlet yapısı, asker, CHP, Dış İşleri Müsteşarlığı, yargı, Merkez Bankası olmak üzere başka birçok kesim buna direniyor. Ama AKP de bunun karşısında ısrarından vazgeçmiyor.
AKP Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçirdi, önümüzdeki yılları da garantilemek istiyor. Bunu da kendisi için hayati bir düzeyde ele alıyor. AKP’nin bu ısrarlı yaklaşımı aynı zamanda Büyük Ortadoğu Projesiyle bağlantılı olarak gelişiyor. AKP’nin arkasında küresel sermaye var. Dünya Bankası’ndan IMF’ye, ABD’nin birçok finans kurumlarından tutalım, Avrupa sermaye gruplarına kadar birçok finansal güçten destek görüyor. Çünkü bu güçler, Ortadoğu’ya yeni bir siyasi şekil vermek için, yeni bir siyasi akımın yaratılmasını kendi çıkarlarına görüyorlar.
Siyasal İslam, geçmişte ABD’nin Ortadoğu’daki anti-emperyalist mücadelelerin karşısına çıkarılan ‘yeşil kuşak projesi’nden de yararlanarak başta Afganistan’da olmak üzere hem SSCB’ye hem İran’a karşı farklı bir renk olarak ortaya çıkartıldı. Bu durum koşullara uyarlanmış farklı bir dengelemeydi. Fakat bugün itibariyle ‘yeşil kuşak İslamı’ da engel konumuna geldi. Onun için yeni bir versiyonla, daha yumuşak, ılıman, liberal politikalara açık olan, liberalizmin temsilciliğini yapan ama İslami kimliği de elden bırakmayan, bu anlamda Ortadoğu’nun her tarafına açılım yapabilecek, kabul görebilecek bir siyasi yaklaşımla AKP gibi partiler ortaya çıkarılmaya başlandı.
O nedenledir ki, AKP projesini sadece Türkiye ile sınırlandırarak ele almak yetersizdir. Bugün, Cezayir’de de AKP var, hatta sembolü bile lambadır. İsmi de AKP’dir. Yine Kuzey Afrika’nın bazı ülkelerinde yine AKP adıyla kurulan partiler var ve siyasete daha aktif olarak girmeye çalışıyorlar. Bunların aniden mantar gibi ortaya çıkmış olmaları, uluslararası güçlerin bölgeye yönelik projesi ile ilgilidir. Onun için AKP’yi sadece Türkiye açısından değerlendirmek yetersizdir. Bugün Cezayir’de aynı parti niye çıkıyor, niye aynı sembolle çıkıyor? Başka yerde neden çıkıyor? Kuzey Afrika’da bir ülkede yine AKP var. Onun sembolü de lamba değil, gaz lambasıdır. Bu çerçevede AKP, geçmişin yeşil kuşak uygulamasından çıkarılan sonuçlar temelinde yenileştirilerek bugüne uyarlanmış yeni bir siyaset tarzı oluyor.
Bu anlamda Türkiye’ye baktığımızda daha yoğun değerlendirmek gerekiyor. Somutlaştırarak, özgün uygulamalarıyla açığa çıkararak değerlendirmek gerekiyor. Özel savaş, stratejik anlamda İkinci Dünya Savaşı sonrasında gündemleşti. Temel bir tartışma, askeri ve siyasi bir konu haline geldi. Derin devlet, o süreçle birlikte çok daha kullanılır bir hale geldi. Bugün itibariyle özel savaş rejimleri, daha çok tartışma konusu olmaktadır. Tabii özel savaşı temellendirip kökleriyle buluşturmaya çalıştığımızda, bunu devletin çıkışıyla ilişkilendirmeye kadar da götürebiliriz ve bu da yanlış olmaz. Çünkü şunu söyleyebiliriz: Sümer Rahip Devleti’nin ideolojik çarpıtması da özgür insan üzerine bir özel savaştır. Onu köleleştirmek için uyguladığı bir özel savaş yöntemidir, bilinç çarpıtmasıdır.
Toplumsallığın çözülmesi, bilinç karartılması, inanç çarpıtılması, insanın köleleşmeye alıştırılması devlet aygıtı tarafından sürekli olarak başvurulan özel yöntemlerle geliştirilmiştir. Ama bugün ve İkinci Dünya Savaşı sonrası bunun çok daha açık şekilde dile getirilmesinin sebepleri vardır. Yani İkinci Dünya Savaşı 1945’ler sonrası kapitalizm, büyük bir krizin içine girdi ve ciddi yıkım yaşadı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrası, kapitalizme yönelik ciddi bir tartışma ortaya çıktı. Sistemin kendisini klasik yöntemlerle, klasik sömürgecilikle yönlendiremeyeceği; yine disiplin toplumu yaklaşımıyla, toplumun ağırlıklı baskı araçlarıyla disiplin altında tutularak yönlendirilemeyeceği; toplumsal başkaldırıların, uyanışların çok ciddi olarak ortaya çıktığı ve sistemin de bunlara dayanılarak yürütülemez hale geldiği bir süreç yaşandı. Bu anlamıyla devlet aygıtı kendisini ve sömürüyü sürdürebilme açısından çok daha yeni yöntemler geliştirmek zorunda kaldı. Sömürüyü, baskıyı askeri, sosyal, siyasal, ekonomik anlamda daha ciddi derinleştirmek, törpülemek, daha inceltmek, çeşitlendirmek ve toplumun, sosyal alanın her alanına nüfuz ettirmek durumunda kaldı. Bununla kendisini daha da gizlemiş oldu.
Bununla birlikte devlet kendisini değiştirme, reforme etme ihtiyacı duydu. Kendini yeni bir şekle büründürerek devam ettirmek zorundaydı. Burada bu sonuç ortaya çıkıyor. Devlet eski kaba yöntemleriyle kendisini idame ettiremez hale geldi ve iflas etti. Özel savaşın 1945, 1960’lar sonrası bu kadar yoğunlaşmasının sebebi de budur. 1945’lerden sonra gelişen süreç içerisinde ayaklanmalar yaşanmıştır. Bu ayaklanmalar içersinde 1960’larla birlikte yaşananların özel bir anlamı vardır. ‘1968 öğrenci olayları’ süreci olarak değerlendirilen bu başkaldırılar, ciddi ayaklanmalar olarak değerlendirilmişlerdir. Öyle ki tarih ve sosyal bilimciler 1968 öğrenci olaylarını 1848 Avrupa devrimlerine benzetmişlerdir. Yaşanan bu gelişmeler karşısında ise kapitalist sistem yeni yöntemler geliştirerek, kendini yeniden organize etme gereğini duymuştur. Bu şekilde giderek özel savaş kullanılan bir yöntem olma sınırlarını aşarak bir rejim haline gelmeye ve tüm devletler açısından dönemsel uygulama olmaktan çıkarak, süreklileşen bir hal almaya başlamıştır.
Toplumlar, kaba devletin baskı araçlarıyla, aygıtlarıyla zapt-u rapt altında tutulamaz hale gelince, disiplin toplumu düşüncesi, yöntemi, projesi iflas etmiştir. Böylece toplumu, her alanda daha ciddi kontrol etme gerekliliği ortaya çıkmıştır. Günlük yaşamdaki giyimden-kuşama, yeme- içmeden, seyahat etme ve çalışma merakına kadar toplum basitleştirilmeye başlanılmıştır. Böylece toplum kolay yönetilir, günlük ihtiyaçları etrafında koşar hale getirilip etkisizleştirilen bir konuma sokularak, toplumsallık parçalanmaya çalışılmıştır.
Ortada toplumsallık diye bir şey bırakmak istemeyen kapitalizm, insana yönelik özgün olarak politikalar uygulamaktadır. Özel savaş açısından böyle değerlendirildiği zaman, aslında özel savaş kapitalist süreçle birlikte toplumu parçalayan, toplumsallığı öldüren, bireyi yalnızlaştırıp tüm toplumsal gücünden kopartan, Önderliğin tabiriyle “Maymunlaştıran, günlük tüketen, gün içinde kendi ihtiyaçları peşinde koşan” bir hale getirmektedir. Genel olarak bakıldığında kapitalizmi böyle ele almak gerekmektedir.
Kapitalizm ve özel savaş mantığıyla değerlendirildiğinde toplumun siyasal ihtiyaçları, tercihleri de yönlendirilmektedir. Bugün itibariyle bakıldığında, Türkiye’de AKP’nin bu kadar ön plana çıkartılmasının sebeplerini bu temelde değerlendirmek ve tartışmak gerekmektedir. Türkiye gibi ülkelerde ciddi siyasal sorunlar ağır olarak yaşanıyor. Ciddi siyasal bunalımlar, krizler vardır. AKP, ciddi siyasal krizlerin olduğu koşullarda ortaya çıkmıştır. AKP parti olarak DSP- ANAP- MHP hükümetinin çöktüğü, ciddi ekonomik krizin, siyasal boşluğun, kaosun yaşandığı, toplumda ciddi çalkantıların oluştuğu ve alternatifsizliğin yaşandığı bir ortamda kuruluşunu ilan etmiştir.
Bir tarafta açık devletin kendisi, diğer tarafta da Kürt tarafının özgürlük mücadelesi bulunmaktadır. Türkiye’de bu temel iki güç, iki keskin uç biçiminde siyasal süreç üzerinde etkili olmaya çalışırken, ara bir yerde duran ve ciddi bir tercihsizlik yaşayan ama önemli bir güç olan kalabalık toplumsal kesimlerin varlığı söz konusudur. AKP, işte bu kesimlere yönelik olarak, onların önüne büyük bir şişirmeyle çıkarılan bir siyasal tercih olmuştur.
AKP Türkiye’de bu şekilde aniden ortaya çıkartılmıştır. Türkiye’de Osmanlı sürecinden(17.yy’dan) beri, Sebatay Sevi isimli dönme bir Yahudi önderliğinde örgütlenen Sebataycılar vardır. Sebatay Sevi, ölümle tehdit edilerek zorla müslümanlığı kabul etmiştir. Ama bu sözde kabul edişe rağmen Yahudi inancına olan bağlılığını da sürdürmüştür. Bugün de Sebataycılar, resmiyette müslüman görünmelerine rağmen alttan alta, Yahudi geleneklerine göreneklerine, inancına göre yaşayan bir topluluk olarak Türkiye’de hala varlıklarını hem de etkin bir şekilde sürdürmektedirler. Recep Tayip Erdoğan’ın da Sebetaycı olduğu ve bunlar tarafından hazırlandığı söylenmektedir.
R.T.Erdoğan Milli Görüş Hareketi içerisinde eğitilen bir şahsiyet olarak siyasal alanda adı duyulmaya başlanmıştır. Refah Partisi içerisinde çalışırken, okumuş olduğu bir şiir gerekçe gösterilerek cezaevine alınmıştır. Cezaevinde kendisine biçim verilmeye devam edilerek iktidar için hazırlanmıştır. Daha sonra da cezaevinden çıkarılarak oluşan hükümetin başına getirilmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Recep Tayip Erdoğan için modern Sebataycı denilmektedir.
Burada R.T.Erdoğan için yapılan Sebataycılık iddiası önemli olmaktadır. Çünkü Sebatayistlerin siyonist sermaye ile ilişkisi, yine siyonist sermayenin uluslararası alanda özel savaşın hem askeri olarak hem de siyasal rejimlerin örgütlenmesindeki rolü hesaba katıldığında, bu daha da dikkat çekici hale gelmektedir.
R.T.Erdoğan bu şekilde cezaevinden çıktıktan sonra belirli bir siyasetin uygulayıcısı haline geldi. Belirli bir kesimin lideri olarak kabul görmeye başladı. AKP ciddi bir oy alarak Türkiye’de önemli bir siyasal akım haline geldi. Seçimlerde de birincilik kazandı, bugün de bu devam ediyor. AKP’nin ortaya çıkarılışını anlamak gerekiyor. Önderlik görüşme notlarında da belirtiyor. “Milliyetçilik bugün Türkiye açısından, toplum için bir alternatif olamaz. Yani çok ciddi anlamda tükenmiştir. CHP’nin sosyal demokratlığı da çok denenmiş, tükenmiştir. O da artık ne bir tercih ne de bir alternatif olamaz. Türkiye için daha farklı alternatifler gerekmektedir. Türkiye halkı için asıl alternatif olması gereken demokrasi güçlerinin zayıflığı, farklı alternatif arayışlarının çıkış yapmasına fırsat sunmaktadır. O nedenle oluşan bu boşluk içerisinde, kendini daha liberal, daha modernist bir dini akım olarak gösteren AKP’nin Türkiye gibi bir ülkede ciddi bir tercih olarak toplumun önüne konulması ve seçenek haline gelmesi olanak dahiline girmişti.” Zaten sonuç olarak da yaşanan bu gerçekliktir. Topluma sunulan bu kimlik aynı zamanda, uluslararası güçlerin de Ortadoğu açısından öngördüğü bir tercihtir.
Türkiye’de toplum siyasal anlamda ciddi bir bunalım-kararsızlık yaşamakta ve arayış içerisinde bulunmaktadır. Bu anlamda AKP, ciddi bir yönlendirmeyle toplumun sevk ve kanalize edilebileceği bir kapı haline getirilmiştir. Sonuç olarak da Türkiye’de yaşanan bu gerçeklik olmuştur.
AKP, toplumun dini duygularıyla oynuyor, o kimliğiyle ön plana çıkıyor. Çok namuslu, dürüst, temiz, iman eden insanlar topluluğu havasıyla ortaya çıkıyor. Toplumda da ciddi bir ahlaki çöküş var, kriz var, toplumsal değerlerin hepsinin döküldüğü parçalandığı bir süreç var. İnsanlar bu anlamda yeni bir düzen arıyorlar ve yeni bir arayış içerisindeler. AKP görünürde bunu temsil ediyor, kendini topluma sevimli göstermeye çalışıyor. Ama diğer taraftan da asıl olarak tüccarlara, sermayedar kesimlere hitap ediyor. Çünkü AKP’nin kendisi dini değil tüccar bir partidir. Tam bir pazarlama partisidir. Toplum içerisinde inanç sahibi olanları etkiliyor. Kürtler gibi inanan kesimleri de kendi çevresinde toparlayabiliyor. Recep Tayip Erdoğan AKP’yi nasıl tanımlıyor? “Biz sağın ortasıyız, yani siyasetin merkeziyiz. Biz her kesime yakınız” diyor. Bugün solculardan, milliyetçilerden gelen bakanları var. Önderliğin dediği gibi ”Yedi kocalı Hürmüz” gibi her kesimden almış ve yeni bir akımmış gibi ortaya çıkmış. Tüm bunlar bugün AKP’nin Türkiye’de ciddi bir özel savaş partisi olarak hazırlandığını ve bunun uygulayıcısı olduğunu gösteriyor. O nedenledir ki, AKP bir parti olarak ele alındığında, onun çok iyi bir şekilde değerlendirilmesinin gereği açığa çıkmış oluyor.
Bugün Türkiye’de derin devlet yeniden yapılandırılmak isteniyor. Tabi derin devlet kendini yeniden yapılandırırken belli kırmızı çizgiler de oluşuyor. Kabul-ret ölçüleri ortaya konuyor. Devletin üzerinde şekillendiği temel dayanaklar ve ilkeler vardır. Aslında AKP ile derin devlet bu temel ilkeler üzerinde sağladıkları mutabakata dayanarak yeniden yapılandırılmaya çalışılan devlete bir biçim vermeye çalışıyorlar. Ergenekon davaları, ordu, bürokrasi vb. alanlarda yaşanan sorunları da biraz da bu çerçevede ele almak ve anlamak gerekiyor.
Kürdistan toplumu açısından, tek başına AKP ile özel savaşı tanımlamak yetersiz olur. Özellikle dinin oynadığı rol açısından değerlendirilirse; din, bugün de AKP öncülüğünde çok aktif bir şekilde kullanılan temel bir silahtır. Kürdistan’da Hizbullah, tarikatlar vb aracılığıyla da din kullanılmaya çalışılmıştır. Cunta lideri Kenan Evren konuşmalarında Kuran-ı Kerim’den yaptığı alıntılara yer vermiştir. Uçaklardan, helikopterlerden Kuran’ı Kerim’den Ayetlerin yer aldığı bildiriler dağıtılmıştır. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi’nin geliştiği alanlarda din kullanılmak istenmiş ve buna dayalı ajan örgütlenmeler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bunlar yapılırken de en fazla tarikatlar kullanılmıştır. Bu şekilde özgürlük ve demokrasi mücadelemizin örgütlenme alanları, tarikatların örgütlenme alanları haline getirilmek istenmiştir. Siirt, Batman vb iller böyle bir konumda tutulmuştur. Bu iller bugün de aynı konumda tutulmaya çalışılmaktadır. Tarikatlar bu illeri merkezleri olarak ele almışlardır. Yine bu iller Hizbul-kontra cinayetlerinin, katliamlarının en çok yaşandığı bölgeler olmuştur. Diyarbakır’a da böyle bir rol biçilmek istenmiştir. Serhat alanına sürekli böyle bir merkez olarak yaklaşılmıştır. Bingöl, Adıyaman, Erzurum vb illere de benzeri bir yaklaşım içerisinde olunmuştur.
Bugün din, toplumun yönlendirilmesi açısından çok aktif kullanılmaktadır. AKP’nin bu yönlü politikaları devam etmektedir. AKP bir yandan dini kullanırken, diğer taraftan da ‘beni tercih et’ yani ‘bu yola gel’ demektedir. Eğer buna gelinirse, Önderliğin bahsettiği “mikro kredi”lerle toplumu satın alarak, belli yatırımlar yaparak toplumun önüne şöyle bir tercih sunmuş olmaktadır; “ya bu halinle yaşar, Kürt kimliğini kabul edersin ama aç kalırsın, yoksul kalırsın, hep bastırılırsın, şiddete maruz kalırsın ya da bu yeni kimliği kabul edersin. Bunun yanında da aç kalmaktan kurtulursun. Elin iş tutar, miden aş görür.” Recep Tayip Erdoğan resmen topluma yönelik olarak bunun konuşmasını, çağrısını yapmaktadır. Bu şekilde toplum bir yandan açlıkla terbiye edilmek istenirken, diğer taraftan da mikro kredilerle, çok geçici yatırımlarla, makarna, kömür dağıtılarak toplum kendi taraflarına çekilmek istenmektedir. Aslında bu topluma karşı yapılan ağır bir hakaret olmaktadır. Bu, toplumun ihtiyaçlarının, ailelerinin açlıktan ölmemesi için çocukları için istedikleri yemeğin istismar edilmesi, insani değerlerin ayaklar altına alınmasıdır.
Aslında tüm bu yaşananlar Türkiye’de özel savaşın almış olduğu biçimin ve ulaştığı düzeyin bir göstergesi olmaktadır. Bunun iyi görülmesi gerekmektedir.
Kaynak: Lêkolin/Cemal Şerik