HABER MERKEZİ –
12 Ocak akşamı TV ekranlarına kısa bir haber düştü. Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya giderek, kendisi gidemediğine göre götürülerek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme yaptığı belirtiliyordu. Haber kısaydı, ancak etkisi kuşkusuz çok büyüktü. Hemen TV haber bültenleri altüst oldu. TV yorumcuları hemen her şeyi birden söylemeye başladı. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, sevinçle görüşme bilgisini vererek, “üç gün sonra daha geniş açıklama yapılacağını” belirtti. Fakat bir kaygısı da var gibiydi, çünkü “Görüşmenin tecridin bittiği anlamına gelmediğini” de ekliyordu açıklamasına. Yine cumartesi günü gece saat 12’de avukatı Leyla Güven ile görüşmesi için Diyarbakır cezaevine götürüldü. Tabi amaç açıktı: İmralı’da görüşme oldu denerek Leyla Güven’in 67 gündür sürdürdüğü açlık grevi sona erdirilmeye çalışılacaktı. Sanki her şey bu son amaç için tezgahlanmış bir oyun gibiydi. Şükür ki Leyla Güven görüşmeye çıkamadı veya çıkmadı da bu Osmanlı-Bizans karması oyun bozuldu.
Şimdi yaygın tartışılması alttan alta körüklense de, insanın aklına şu geliyor: Gerçekten İmralı’da bir görüşme oldu mu? Mehmet Öcalan İmralı’ya götürüldü mü? Götürüldüyse bile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan kardeşi ile görüşmeyi kabul etti mi? Dolayısıyla gerçekten iki kardeş arasında “Görüşme” denebilecek bir görüşme yapıldı mı?
Burada denebilir ki, bu kadarı da çok fazla; ortada bu kadar haber ve tartışma var, sen hala görüşme olup olmadığını soruyorsun! Evet, ortada bir hayli haber ve tartışma var, ama somut ve dişe dokunur bir şey de yok. Örneğin, görüşmeyi yaptığı söylenen Mehmet Öcalan’ın yaptığı herhangi bir açıklama yok. Oğlu Ömer Öcalan’ın bu açıklamayı yaptığı belirtiliyor. Peki neden Mehmet Öcalan kameraların karşısına geçip de açıklama yapmıyor? Oysa böyle açıklamalar yapmayı çok seven bir kişilik. Ömer Öcalan’ın yaptığı açıklamada ise, ısrarla “Bunun bir aile ziyareti olduğu ve tecritle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığı” belirtiliyor. Burada da çok ciddi bir sınırlandırma söz konusu. Ayrıca neden sadece Mehmet Öcalan gitmiş de, aileden başka kimseler birlikte gitmemiş? Yine İmralı’da tutuklu bulunan diğer tutsakların yakınları niçin gitmemiş? Öyle ya, gerçekleşen bir aile görüşü ise tüm bunların birlikte gitmiş olması gerekmez mi?
Tabi bir de bütün bunlara, hem de bir cumartesi gece yarısı Diyarbakır cezaevine gidilerek Leyla Güven ile görüşme yapma çabasını eklememiz gerekiyor. Diğer anormalliklerin hepsi bir yana, İmralı’da görüşme yapıldı der denmez neden hemen Leyla Güven’in yolu tutuluyor?
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde çok açık bir biçimde görülüyor ki, faşist AKP iktidarı tarafından Leyla Güven’e açlık grevini bıraktırabilmek için bir oyun sahnelenmiştir. Çünkü faşist AKP iktidarı, DTK Eşbaşkanı ve HDP Milletvekili Leyla Güven’in yürüttüğü açlık grevi direnişi karşısında çok zorlanmış ve çaresiz kalmıştır. Böyle bir özel savaş hilesiyle, Leyla Güven’e, kararlılıkla yürüttüğü açlık grevi eylemini bıraktırmak istemiştir. O halde ortada İmralı tecridinin sona ermesi bir yana, gerçek anlamda bir aile görüşü bile yoktur. Düpedüz bir özel savaş oyunu ve hilesi vardır. Ne yazık ki, bu bilgiyi esas alarak harekete geçen herkes, söz konusu özel savaş hilesinin oyununa gelmiştir.
Verilen bilgilerden anlaşılmaktadır ki, Mehmet Öcalan gerçekten de İmralı’ya götürülmüştür. Ancak bir aile görüşü kapsamında bile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme yapmış olması şaibelidir. Çok büyük olasılıkla, Kürt Halk Önderi görüşmeyi reddederek kardeşini geri göndermiştir. Çünkü benzer bir durum olan 11 Eylül 2016 tarihli görüşme çabasını da “Grev kırıcılık” olarak tanımlamış, bu işe alet olan herkesi çok sert bir biçimde eleştirmişti. 12 Ocak günü bundan daha sert davranmış olması ve hiçbir şey konuşmayarak kardeşini geri göndermiş bulunması kuvvetle muhtemeldir. Bunun içindir ki, Mehmet Öcalan basının önüne bile çıkamamıştır.
Yaşananın bir Osmanlı oyunu olduğu, bir özel savaş hilesi olduğu açıktır. Görüşmeden ziyade, böyle bir hile ile Leyla Güven’e açlık grevi bıraktırılmak ve bu temelde gelişen “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım” direniş hamlesi boşa çıkartılmak istenmektedir. AKP-MHP faşizminin amacının bu olduğu ve bunun için Mehmet Öcalan’ı İmralı’ya götürdüğü tartışmasıdır. Nitekim olay üzerine yaptığı açıklamada KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı da olayı böyle değerlendirmiş ve herkesi özel savaş hilelerine karşı duyarlı olmaya çağırarak “Tecridi kıralım ve faşizmi yıkalım” direniş hamlesinin olduğu gibi devam ettiğini belirtmiştir.
Söz konusu KCK açıklamasında, bir de direnişin AKP-MHP faşizmini çok zorladığı ve Mehmet Öcalan’ı İmralı’ya götürmek zorunda bıraktığı gerçeğine vurgu yapılmıştır. Bu temelde, yaşananların özgürlük direnişinin bir başarısı olduğu değerlendirilip, tecride karşı direnenler selamlanmıştır. Gerçekten de, yapılan bir özel savaş hilesi olsa da, AKP-MHP faşizmi böyle bir davranış göstermek mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu da direnişin faşizmi yıkıcı ve zafer kazanıcı gerçeğini göstermektedir.
Sonuç olarak, topyekûn bir vahşi faşist saldırı ile yüz yüze olduğumuz ve buna karşı tüm halklar olarak topyekûn bir demokratik direniş yürüttüğümüz açık bir gerçektir. Yine söz konusu faşist saldırganlığın da özel savaş kapsamında olduğu, özel savaşın ise yalan, hile ve oyun anlamına geldiği açıktır. O halde faşizme karşı direnirken, olası her türlü özel savaş oyununa, yalan ve hilesine karşı uyanık olmak ve dikkatli davranmak gerekir. Özellikle basın organlarının ve demokratik siyaset alanının bu gerçekliğe dikkat etmesi önemlidir. Yoksa faşizme karşı mücadele ediyorum denilerek ve de sanılarak faşizme hizmet eder konuma düşülebilir.
Belli ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutumuyla, yine Leyla Güven’in kararlı duruşu ve KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığının açıklaması ile söz konusu faşist özel savaş oyunu bozulmuştur. Bu temelde direniş her alanda çok daha kararlı olarak devam etmekte ve zafer yolunda ilerlemektedir. Ancak zulümden vaz geçmediği gibi, AKP-MHP faşizmi özel savaş oyunu ve hilesinden de vaz geçmeyecektir. Demek ki, faşizme karşı mücadele ancak özel savaş hilelerine karşı duyarlı olmakla ve onları zamanında boşa çıkarmakla başarıya ulaşabilir. Herkesin de böyle bir duyarlılığa sahip olması ve dikkat göstermesi gerekir.
Kaynak: Atakan ÇETİN/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi