HABER MERKEZİ –
Doğal toplumdan sonra erkek egemenliğinin iktidarlaşmasıyla, güç ve çıkar ilişkilerinin belirleyiciliği günümüze değin süregelmiştir. Ulus devletlerin meydana gelmesiyle de bu otoriter ve baskıcı sistem anlayışı kendini daha çok örgütleyerek ezilen tabakalar üzerinde hakimiyet sağlamaya çalışmıştır. Bilhassa Kürt halkı gibi ulusal değerlerini korumak ya da onları hakim sınıfların yok etmemesi için mücadele eden toplumlar, her zaman katliamların ve benzeri soykırım yöntemlerinin hedefi haline gelmiştir. Dünyanın omurilik soğanı diyebileceğimiz ve maneviyatın merkezi olan Ortadoğu coğrafyasında yaşayan halkımız, kuşkusuz ki mücadeleci ve direngen özelliği ile gerek küresel güçler gerekse de onların bölgedeki gölgeleri olan yerel devletler tarafından tasfiye edilme tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Zorbalara karşı halkımızın son isyanı olan 29. PKK İsyanı, Önder Apo’nun liderliğinde ciddi ve evrensel manada hatırı sayılır bir merhaleye gelmiştir. Halkımızın şimdiye kadar ki diğer 28 isyanına baktığımızda, ne yazık ki ideolojik bir önderlik çizgisinden yoksundur. Her ne kadar bünyesinde politik ve ulusal nüveler taşısa da, bunlar ideolojik bir zemine oturtulmadığı için çok kısa sürede ya katliamlarla ya da ihanetlerle sönümlenmiştir. Ancak bu isyanları sürece yaydığımızda, 29. isyanın meydana gelmesinde büyük ölçüde tarihsel bir hafıza ve ilham kaynağı oluşturmuşlar diyebiliriz. Kaldı ki Önder Apo’nun tarih okumalarından da Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) hangi temeller üzerinden inşa edildiğini görebiliriz.
Vaziyet böyle olunca ve KÖH alabildiğince etki alanını, ideolojik gelişimini, politik tutarlılığını ileriye taşıması sonucu, Türk devletinin ‘geçilmez’ diye adlandırdığı kıstas ve kalıpları birer birer çözülmeye başlandı. Dolayısıyla siyaseten prestij kaybı yaşamaya başlayan ve kibir deryası olarak da bilinen Devlet-i Ali Osman geleneğinin, Kürt halkının ve onun önderi Abdullah Öcalan’ın tecrit altına alınması için yapmayacağı şey yoktu. Bunu da mutlak surette ileri karakolları oldukları batı emperyalistlerinin sayesinde yapacaklardı. Önder Apo’nun tecrit edilmesini kendilerine bir hayat öpücüğü olarak gören Türk devleti, bu tecrit ile birlikte Kürt halkının da nefes borularını kesecek, onları perspektifsiz ve pasif kılacaktı. Dönem dönem bunu becermediklerini söylemek gerçeklikten uzak bir söylem olacaktır. Zira Önder Apo’nun öngörüleri, her zaman bir halkın kaderini belirleyecek karakterde olmuştur. Dikkat edilirse, Kürt halkının siyaseten gerilediği veya tekrara düştüğü momentler, Önder Apo üzerinde tecrit politikasının yoğunlaştığı ve ağırlaştırıldığı dönemlere aittir.
Bugün, Önder Apo üzerindeki tecrit uygulumasını iyi okumak ve buna görede mücadele araç gereçlerini devreye koymak gerekir. Önder Apo üzerindeki tecridin dört parça Kürdistan’daki mücadele ile bağlantısını net saptamak lazım gelir. Görülmesi gerekir ki, tecridin ağırlaştırılmasıyla birlikte Türk devletinin Kürt halkına yönelik saldırıları ivme kazanıyor. Sur, Cizre, Rojava, Başur ve siyasi alana dönük saldırılar, 5 Nisan 2015 tarihinden bugüne kadar hız kesmeden devam etmektedir. Benzer süreçler geçtiğimiz 20 yıllık zaman zarfı içerisinde çokça yaşandı. Ama her seferinde halkımızın mücadele azmi ve iradesi tecridin kırılmasında büyük faktör oldu. Fakat bu tecridin tamamen kaldırılmasında maalesef etkili olmadı. Burada da çubuğu siyasi alana yöneltmek en doğru eleştiri biçimi olur. Çünkü siyasi alan, Önder Apo üzerindeki tecridin tamamen kaldırılması konusunu hiçbir zaman stratejik bir gündem haline getirmedi. Her ne kadar ulusal ve uluslararası diplomatik görüşmelerde tecrit gündeme gelse de, bunun sistematik bir çalışma başlığı olmaması tecridin daha çok derinleşmesini sağladı. Nitekim son birkaç aydır zindanlar, Avrupa ve Hewler eksenli açlık grevi eylemleri bu gerçeği bize tüm yalınlığıyla göstermektedir. Ekseriyetle siyaset ve toplumsal dinamik güçlerinin dışarıda tıkandığı süreçlerde zindanlarda başvurulan açlık grevi eylem biçimi, halkımız nezdinde hassas bir ehemmiyet taşımaktadır. Dolayısıyla siyasi alanın da bu ehemmiyetin gerekliliklerine uygun adımlar atması, mutlak bir kazanımın kapısını aralayabilir.
Özgür basın ve medyadan takip edildiği üzere, Kürt halkının siyasi alandan beklentileri çok. Tecridin ve mevcut açlık grevi eylemlerinin sonuç vermesi için yapılanların eksik görüldüğü eleştirisi var. Türk devletinin baskı ve saldırı araçları elbette kimi noktalarda devinimlerin yaşanmasına engel oluyordur. Fakat biz değil miydik en zor koşullarda bile zaferi muştulayan gelenekten gelen? Zorun hakim olduğu ortamlarda yaratıcılık ve kazanım lüksü her zaman daha zengin olur. Bunun için de halkımızın eleştirileri dikkate alınarak, Önder Apo üzerindeki tecridin sona ermesiyle ilgili gereken adımların atılması gerekir.
12 Ocak tarihinde Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gönderilmesinin iki nedeni vardı: Birinci; Bu görüşmeyle açlık grevi eylemlerinin sonlandırılmasını amaçlamak. İkinci ise; Kürdistan’ın başkenti Amed ve diğer kentlerde halkımızın sokaklara dökülmesiydi. Şayet, Amed’de E Tipi Cezaevi’ne yürüyüşler yaşanmasa ve bu yürüyüşlerin daha çok kitleselleşmesi korkusu hasıl olmasaydı, Türk devletinin böyle bir adım atması mevzu bahis bile olmazdı. Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gönderilmesi her kadar kurnaz bir burjuva politikası olsa da, halkımın tepkiselliğinden azade tahlil edilmesi doğru olmaz. Bu da bize, daha çok eylem ve daha çok hareketliliğin kaçınılmazlığını dayatıyor. Ayrıca, 80 gündür Önder Apo üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevinde olan Leyla Güven’in tahliyesini de yaklaşık üç yıldır eylem ve etkinlik yapmamanın kırılarak, yerini hareketliliğe bırakan kitleselliğe bağlamak da mümkündür. Kürt halkının harekete geçme arzusuna karşılık verildiği sürece verim alındığını 19 Ocak’taki Amed mitinginden de anlayabiliriz. Sokağa doğru gündem ve araçlarla çıkıldığında, olumlu karşılık alındığını deneyimlemek çok da zor olmasa gerek.
Özet olarak değerlendirecek olursak, tecrit sadece Önder Apo’ya değil, sinmişlik, içe dönüklük ve bundan dolayı da ideolojik çözülme yaşayan kesim ve kurumlara, bilcümle kendi kendini kriminalize ederek darlaşan siyasi anlayışa da uygulanıyor. Zaten tecridin asıl nedenlerinden biri de budur!
BARAN MAHİR