HABER MERKEZİ – “Güneş Ülkesinde Diriliş: Amara” kitabınının ilk cildi okuyucuyla buluştu. Çok fazla kişinin emek harcadığı bir çalışmanın ürünü olan kitap Mehmet Sait Üçlü tarafından yazıldı. Kitaba ilişkin Mehmet Sait Üçlü Ajansımızın sorularını yanıtladığı röportajın ikinci bölümünü paylaşıyoruz.
—Amara romanında geçen olaylar bir kurgu mudur?
—Amara romanda yer alan bilgi ve bulgular, ulaşabildiğim mevcut sözlü ve yazılı kaynaklara göre gerçeğe en yakın olanlarıdır diye düşünüyorum. Romandaki kurgularda bununla uyum içindedir.
—Kürtlerde roman geleneği nereye dayanıyor?
—Sözlü Kürt edebiyatı çok kadim bir edebiyattır. Söz; Kürtlerde kutsaldır. Yazılı olmayan bir yasa niteliğindedir. Bir tanrı ve tanrıça buyruğu gibidir. Bir kere ağızdan çıkar ve gereği yapılır. Gereğini yerine getirmeyenin insanlığı tartışmalı olur. Söz; toplumsal değerler bağlılıktır. Kürt coğrafyası; neolitiğin beşiğidir. Neolitik; insan kızı ve insan oğlunun eşitliğe, özgürlüğe, dayanışmaya dayalı yarattığı ana nehir kültürüdür. Tüm uygarlıkların kök hücresi, yüreği ve ruhudur. Bunun ana merkezi Yukarı Mezopotamya’dır.
İlk roman geleneğini de burada aramak son derece gerçekçi bir yaklaşımdır. İlk roman örneğini batı ile başlatmak, büyük bir yanılgı ve saptırmadır. Bir zamanlar bütün ilkler Yunan-batı uygarlığı ile başlatılıyordu. İlk tarih, ilk felsefe, ilk şiir, ilk roman, ilk müzik, ilk mitoloji vs. Son yüzyılda arkeolojik kazılarda oraya çıkan belge ve bulgular bunun bir yanılgıdan ya da bilinçli bir saptırmadan ibaret olduğunu kanıtlarıyla ortaya koydu. Öncelikle açığa çıkarılan Sümer realitesi, uygarlık tarihini 3.000 yıl gerilere götürdü. Daha sonraki süreçlerde arkeolojinin; Urfa Xrawreşk (Göbeklitepe), Hilvan Nevali Çori, Urfa Sultan tepe, Ergani Çayönü, Batman Çem Hallan, Bismil Kortık tepe vb. kazılarda ortaya çıkardığı belge ve bulgular, bu gerçeği daha da gerilere götürdü, tüm ezberleri bozdu. Bütün bu gelişmeler romanın da kök hücresini açığa çıkardı.
Tevrat, İncil, Kuran ve Avesta gibi dini kitaplar dar anlamda tarihsel toplumsal bir hakikate değindiği gibi, kimi boyutlarıyla da edebi bir özellik de taşırlar. Biliyoruz ki kökleri tarihsel toplumsal gerçekliğin derinliklerinde olmayan hiçbir din, düş, mistik inanç ve mitos yoktur.
Kürt uygarlığında roman; şiir, tarih ve müzik birbirleriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Dengbejlerin dillendirdiği sözler sadece bir müzik parçası değildir. Aynı zaman Kürtlerin trajik direniş, başkaldırı ve özgürlük arayışının bir serüvenidir. Bir boyutu müzik, bir boyutu sözlü tarih ve romandır. Dengbejin söylediği her destan, yazıya dökülmemiş, sözlü bir roman gibidir. Mem û Zin, Siyabend û Xece, Devreş û Edul vb. destanlar birer sözlü klasik roman netliğindedir. Bunların kurgusu, hikâyesi, kahramanları vardır. Coğrafya destanın ruhu niteliğindendir. Karakterler son derece gerçekçi ve toplumla bağlantılıdır. Dil çarpıcı, şiirsel ve destansıdır. Kurguda, hikâyede ve olayların gelişiminde kendine özgü bir sürükleyicilik ve toplumun sosyal çözümlemesi vardır. Dengbejlerin sözlü müzik geleneği, yazılı, güncel Kürt romanının güçlü tarihsel toplumsal temelidir. Mem ê Alan Destan’ı ilk klasik sözlü Kürt romanı niteliğimdedir. Eksik olan tek şey yazıya dökülmemiş olmasıdır. Kürt halkının, bu kadar amansız ve acımasız devletli uygarlık saldırıları karşısında, bu güne kadar ayakta kalmasının nedenlerinden biri de bu güçlü sözlü edebiyat geleneği olsa gerek…
—Romanın kök hücresi dediniz bu ne anlama geliyor?
—Genelde edebiyat ve özelde roman; tüm boyutlarıyla hem çok yönlü, çok renkli, karmaşık hem de kendine özgü ve özel bir coğrafyadır. Roman; mülkiyeti kimseye ait olmayan, sahipsiz ve sınırları belirsiz bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın kendine has, özel alanları olduğu kadar genel bir boyutu da vardı. İnsan ve toplumla ilgili soyut bir coğrafyadır. Edebiyat alanının bu coğrafyası her insanı ilgilendirir. Özel bir uzmanlık gerektirmemektedir. Genelde sanatın, özelde edebiyatın hem sahibi hem muhatabı insanın kendisidir.
Kürt coğrafyası ya da Yukarı Mezopotamya; neolitik toplumun, ana nehir kültürünün kök coğrafyasıdır. Aryen topluluklarının yarattığı eşitlikçi, dayanışmacı ve özgürlükçü kültür burada yeryüzüne yayılmıştır. Aynı coğrafyanın devamı olan Aşağı Mezopotamya, Sümer toplumsal yapılanmasıyla, devletli, sınıflı uygarlığa beşiklik yapmıştır. Kürt coğrafyası; bir ana kaynak coğrafyasıdır. Kürtler, hiçbir devlet ve siyasal yapılanması olmadan, yüzyıllarca bu kadar saldırılara maruz kalıp kendi ayakları üzerinde durmalarının temel nedenlerinden biri de bu öz kaynak coğrafyasıdır.
Kürtler, bu gün her yönüyle adet boğulmayla karşı karşıyadırlar. Büyük bir şaşkınlık ve tragedyayı yaşamaktadırlar. Bundan kurtulmalarının yolu kendi öz kültürel kaynaklarına dönmeye ve beslenmeye bağlıdır. Edebiyat bundan ciddi bir çıkış yolu olabilir. Başlangıç olarak öz kaynağa, öz güce, öz iradeye, öz kimliği dönüş olmalıdır. Kürtler, kırk yıldan beri bunun âmâsız kavgasını veriyor. Öze dönüş, başlangıca dönüş derken; geçmişte eşitlikçi, dayanışmacı özgürlükçü toplumu yaratan, var eden o aktif, yaratıcı, yapıcı, direnişçi ruhun yeniden ortaya çıkmasını sağlamaktır. O zihniyeti oluşturmaktır. Burada kastedilen şey, pratik olarak geçmişe dönüş değildir. Geçmiş yaşamı yeniden yaratma ve kopya etme de değildir. Ölü, tarihsel miadını doldurmuş, sönmüş, işlevi bitmiş sorunlara yeniden dönüş hiç değildir. Esas olan, o özgürlükçü ruhu canlandırmak ve yeşertmektir. O özgür, eşitlikçi, yaratıcı ve dayanışmacı duyguları, düşünceleri, felsefeleri ve anlamları zaman ırmağının derinliklerinde gün ışığına çıkarıp an ile bütünleştirmektir. Yaşayan, güncel hakikat ile buluşturmaktır. Bu temelde insanın kendi öz benliğine ve kimliğine dönüşü sağlamaktır. “Demokratik Toplumcu Edebiyat” bunun güçlü bir aracı olacaktır.
—Edebiyat ve sanatın toplumdaki yeri nedir?
—Genelde Sanat-edebiyat özelde roman; insanın birey, toplum ve doğayla ilişki kurarken nefes alış verişidir. Dışa yansıyan ruhudur. Her imge; insanın doğa ve toplumla olan gizemli ruh halinin bir biçimidir. Yaşamı yeniden yaratma istemi ve duygusudur. Roman, şiir, resim, heykel; insanın çiçekle, ağaçla, bulutla, börtü böcekle, ırmakla, gökyüzüyle, toprakla, kuşla ve insanla yeniden daha üst düzeyde ilişki kurmasıdır. Bunlarla birlikte nefes alış verişidir. Evreni, insanı, doğayı ve toplumu tanımanın, insan kendi toplumsal gerçekliğiyle yüzleşmesinin yakıcı yöntemidir. Özelde roman aşkın içkin halidir. Aşk olmadan, aşkla bağlanmadan, aşkla yola çıkmadan hakikate ulaşmak mümkün değildir. “Hakikat aşktır, aşk özgür yaşamdır,” der Kürt Halk Önderi.
İnsan, hakikat ve iletişim diyalektiği; sanat ve edebiyatın varlığına giden coşkun bir ırmaktır. Hakikat, eşitlik ve özgürlük arayışı için insanın insanla, insanın toplumla, toplumun doğayla olan ilişkisi kaçınılmaz olarak bizi sanat ve edebiyatla yüzleştirmeye götürecektir. Daha iyi, daha özgür ve daha güzel bir yaşam arayışı, bizi gürül gürül akan bu sanat ve edebiyat ırmağına götürecektir. Çünkü felsefe, din, ideoloji, bilim vb. tek başına insan hakikatini açıklamaya yetmez.
Bu açıdan özgürlük ve hakikat arayışı ile maddi ve manevi olanın edebiyat ve romanla ilişkisi çok çarpıcı ve yakıcıdır.
—Son bir soru, Kürt Romanı, dünya edebiyatının neresindedir?
—Kürt romanı ve edebiyatı henüz ak soğuklar içindedir. Çok az bildiğimiz ve çok az adım attığımız insanın hakikatine varabilmek için böğürtlen zamanını geride bırakıp, genelde edebiyatın özelde romanın sıcak yeşil mevsiminin başlangıcına ulaşmamız gerekiyor…
NC/ Faraşîn SÎDAR-Andok ÖZGÜR