HABER MERKEZİ
Tarihin hesap sordukları ve soracakları… Hitler ve Mussolini’den sonra faşizmi bir miras gibi devralıp en vahşi yöntemlerle uygulamaya sokan AKP hükümeti ve Erdoğan’dan bahsediyoruz. Tarihin hesap soracağı, özellikle Kürt halkı şahsında tüm ezilen kesimlere yaşattığı tüm acıların hesabını, bütün hücreleriyle verecek olan bu faşist rejimden. Kürdistan’da yürütülen faşizm uygulamalarıyla Önder Apo şahsında kadınları, Kürt halkını 40 yılı aşkındır hala teslim alabileceğini sanan AKP-MHP faşist rejimi tüm bu saldırılarla köşeye sıkışmışlığını ilan etmektedir. Devlet öyle bir sistemdir ki baskı, zülm, katliamlarının en yoğun olduğu, faşizmin doruğa ulaştığı süreçler aslında en zayıf dönemleridir. Tıpkı Osmanlı çöküş döneminde olduğu gibi AKP-MHP faşist rejimi de daha fazla sömürüye, talana, inkara ve imhaya başvurarak ayakta kalabileceğini sanmaktadır. Oysa kendi elleriyle kendi sonunu hazırlamaktadırlar. Çünkü hakikat mücadelesinin de en radikal olduğu, zafer arifesinde olduğu süreçler faşizmin şaha kalktığı süreçlerdir. Öyle ki dün toplumdaki herhangi bir insanın özellikle bir kadının veya bir gencin özgürlük eksenli görüşlerini değil dile getirişini, bunun için eylemde oluşunu isyana kalkışını dahi bu düzeyde tehdit olarak görmeyen faşist rejim bugün sadece sosyal medyada yaptığı bir paylaşım üzerinden tehdit olarak görüp ‘terörist’ ilan etmektedir. Bu durum açıkça sonunun geldiğini fark eden tek adam faşizminin korkakça çırpınışlarıdır. Yani öyle yandaş medyasında 24 saat propagandasını yaptığı gibi özellikle askeri, siyasi, ekonomik anlamda en güçlü değil çöküş dönemini, bir vasatlığı yaşamaktadır. Halk üzerinde yürütülen sindirme, susturma politikalarında bu çok net görülmektedir.
21. yüzyıl’ da eğer hala bir Kürt, anadilinde konuştuğu için onu var eden kimliğine Kürtlüğüne sahip çıktığı için ırkçı saldırılara uğrayıp katlediliyorsa bu Erdoğan’ın özgür Kürt kâbusunu çok net gösterir. İlk akla gelen; bu tür durumlar 90’larda yaşanıyordu denilebilir. Hayır! Her gün ve Kuzey Kürdistan başta olmak üzere tüm Kürdistan’da tek adam rejiminin hedefinde; kâbusu olan Kürtler var. TC darbe anayasasının bile kabul gördüğü siyasi parti, dernek, sivil toplum örgütü kurma; eylem, gösteri yapma özcesi muhalif olma artık ‘terörle’ tanımlanıyor. Erdoğan’ın Kürt fobisi öyle bir hal almış ki zaten son model savaş teknolojisiyle Kürt’e karşı savaşırken kimin haddine onun uygulama ve politikalarını kabul etmeyip eleştirmek! Bu temelde açlık sınırında yaşamaya çalışan fakir-fukara bütün bütçe savaşa endekslendiği için ekonomik krize doyarken ağzını açıp krizin k’sini bile söyleyince ya da emekçi emeğinin hakkını alamadığı için itiraz etmeye kalkışınca ya da kadınlar katlediliyoruz, tecavüze uğruyoruz buna teslim olmayacağız derken ya da tüm bunları biraz olsun topluma duyurma, haberdar etme çabasına giren gazeteci, ya da tüm bunlara DUR! deyip eyleme geçmeye kalkan her genç anında kendisini tam donanımlı faşizm zindanında buluyor. Sanatçısından siyasetçisine, akademisyeninden öğrencisine, gazetecisinden muhabirine, işçisinden işsizine, emeklisine, esnafından çiftçisine ve kadınından gencine sistem dışı kalan herkes bu muameleye maruz kalıp Erdoğan kölesi haline getirilmeye çalışılıyor. Köle olmayan ya da buna direnin de sonu bilindiği gibi; faili meçhul…Genel olarak durum böyle iken bir de Kürdistan’dan bakalım. Yerel seçimler yapılacakmış, zaten kölelik üzerine kurulu devlet sisteminde demokrasi adına zerre bir şey yokken, halkın iradesi her an bombardıman altında tutuluyorken, yapılan seçimlerin sadece faşizm kurumsallığını meşrulaştırmak için yapıldığı anlaşılıyor. Fakat, ‘zalimin zulmü kesmez gönlü’ misali halk gönlündekine yürekten bağlı ve her şekilde inandığını savunmanın yöntemleri peşindedir. Her ne kadar seçimler meşru olmasa da demokrasinin zerresini taşımasa da yurtsever halkımız ‘Biz Kürdüz, kendimizedir oyumuz’ deyip dayatmalara hayır diyor. Bir röportajda mikrofon uzatılan Kürt gencinin şu sözleri yapılan seçimlerin Kürt halkı adına ne anlam taşıdığını daha açık gözler önüne seriyor. Genç; ” belediyeleri kazandığımız zaman kayyum atanacağını biliyoruz o yüzden ne önemi var oy kullanmanın demesin kimse belediye sadece 1 saat de elimizde kalsa yine de kendi partimize oy vereceğiz, Erdoğan bilmeliki ki Kürdistan’da ona oy, destekçi çıkmayacak!” diyor. Yani açıkça şunu ifade ediyor; “ne kadar baskı zulüm uygulasan da, tankınla, topunla, savaş uçağınla vurup saldırsan da, aç bırakma politikalarınla faşist sisteme muhtaç hale getirmeye çalışsan da, hepimizi zindanlara atıp mahkum etmeye çalışsan da, faili meçhullerle gözümüzü korkutmaya çalışsan da, tek tek hepimizi katletsen de tek Kürt kalsa dahi ne sana ne vahşice saldırılarına boyun eğmeyeceğiz, ve bir oydur deyip tepkimizi göstermekten vazgeçmeyeceğiz.” Elbette faşizm böyle topyekun saldırıya geçmişken sadece oy kullanmakla mücadele sonuç kazanmaz.
Erdoğan 24 saat Kürdistan’ın her yerinde özel savaşıyla, son teknoloji savaş araçlarıyla saldırırken topyekün direnişe geçilmeden, 24 saat eylemde olmadan zafer kesinleştirilemez. Hele bir de zafer arifesinde olduğumuz bu süreç ancak daha fazla kendinden, aileden feragat edip halk olma bilinciyle hareket ederek başarıyla taçlandırılabilir. Bu nedenle özellikle biz gençler biriken öfkemizi her an her yerde eylemsel kılarak faşizme dur demeliyiz. Faşizmi yıkacak olan esas gücün örgütlülük olduğu bilinciyle olduğumuz mahallede, sokakta, okulda, iş yerinde vs. tüm alanlarda öfkemizi, tepkimizi, redlerimizi birleştirip örgütleyerek eyleme geçirmeliyiz. Böylesi bir süreçte demokrasi maskesi geçirilmiş seçimler bile Erdoğan ve AKP-MHP rejimini bu denli korkutuyorsa, yüzlerce, binlerce, milyonlarca kişi olup sokaklarda özgürlüğü haykırmak kesinlikle sisteme kalp krizi geçirtecektir. Ya da özellikle Kürdistan’da sömürünün sembolleri olan AKP’yi temsil eden her ne varsa yakılıp yıkılması “Kurdistan ji faşîzm re bibe Goristan” sloganını inançla pratikleştirmek olacaktır. Bunun yanı sıra faşist rejimin yandaşları, AKP milletvekilleri, bakanları, muhtarları vs. çıkıp rahat rahat ahkam kesememeli. Mücadele öyle bir düzeye ulaşmalı ki PKK’yi bilmem şu kadar günde bitireceğiz, yok şu kadar terörist imha ettik, şu kadar ev baskını yapıp bu kadar insanı gözaltına alıp tutukladık, şu sınır-ötesi operasyonu şöyle yapacağız vs. demek isteyecekleri zaman bir kere daha “Bunu söylersek halk sokaklara akın eder, gençlik kaç polisi vurur, kaç AKP binasını, derneğini ıvırını zıvırını küle çevirir, kadınlar en ön safta eyleme geçer Allah korusun sonra devrim olur yıkılır gideriz” diye düşünüp durmaları lazım. Yani kısa sözün özü gençlik Erdoğan’ın ve faşist rejimin kabusu olmalıdır. Böylece , yurtsever halkımız Apocu gençlik öncülüğünde eylemde olduğu sürece tek adam rejimi faşizmin kanser hücrelerinde boğulup gidecektir. Hadi bakalım, hodri meydan! Önderlik ideolojisiyle örgütlenen gençlik, topyekûn direnişle faşizmin topyekûn saldırılarını kırdığı gün tarihin idam sehpalarında yargılananlar Erdoğan ve AKP-MHP faşist rejimi olacaktır.
Serhildan Garzan