HABER MERKEZİ –
Kültür sorunsalı, tam bir tanımına ulaşmak bir yana, barındırdığı veya dışladığı alanların muğlaklığı ile de halen devam edegelen bir tartışmadır. Bu, minimalist ve maksimalist bakış açılarının etrafında cereyan eden bir kısır döngüdür. Elbette bu yine de kültürün bir tanımına ulaşamayacağımız anlamına gelmemekte. Kültürü, ”doğanın içinde veya üzerinde, insanın yarattığı her şey” olarak tanımlayabiliriz. Ya da Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın tanımladığı üzere ele alabiliriz; “dar anlamda kültür, bir toplumun zihniyetini, düşünme kalıplarını, dilini ifadelendirirken, geniş anlamda buna maddi birikimlerinin de ( ihtiyaçları gideren tüm araç-gereçler, besin üretme, saklama, dönüştürme biçimleri, ulaşım, savunma, tapınma, güzellik araçlarının toplamı ) eklenmesini ifade eder”.
Kültürü bu anlamda insanlık tarihinin doğaya rağmen, doğanın içinde veya doğa üzerinde üretime giriştiği, bu anlamda edimsellik sergilediği ilk andan itibaren ele alabiliriz. Her ne kadar kültürü buradan başlatabilecek olursak da en geniş hacmine ulaştığı, ritüellere ve bir dizayna kavuştuğu, tikellikten evrenselliğe doğru evrildiği ilk kültür örneği “neolitik kültür”dür. Ana öznesinin kadın olduğu bu kültürü, bedeninde yaşattığı kanserli hücreler misali, kendi bağrından çıkan ataerkil kültür, yani devletli kültür geriletecek; tarih genel başlık olarak bu iki kültürün mücadelesine sahne olacaktır.
Bu iki kültür arasındaki çatışma, o dönemin düşünsel ve maddi formuna uygunluk içerisinde ilerlemektedir. Fakat çatışmanın en derinleştiği ve toplumu tam anlamıyla atomize ettiği aşama, kuşkusuz devletli kültürün kapitalist modernite aşamasıdır. “Tüketimin” kelime-i şehadet görevi gördüğü bu formda, elbette bu perspektife uygun bir şekilde her değer, her üretim, her maddi ve manevi kültür öğesi vs. kısaca her şey, istismar edilmesi, sömürülmesi gereken ”meta” işlevi görür. Fakat kapitalist sistemin önünde bu anlamda engel teşkil eden bir husus vardır; Bu ürünü nasıl pazara sunup, arzu edilen bir meta haline getirecek? İşte “popüler kültür” burada devreye giriyor.
İdeolojiler, terim anlamından yola çıkarsak, parçalı toplumların ürünüdür; buna bağlı olarak da birey, grup veya topluluklar, bulunduğu konumdan, noktadan çıkarlarına ve çıkarımlarına göre dünyayı okurlar. Hal bu olunca popüler kültür vb. hususlarda tek bir tanıma ihtiyaç duymak, nafile çabalardır. Bu anlamda eğer bir tanıma ulaşmak istiyorsak, öncelikle konumumuzu, durduğumuz yeri, tarafımızı, kısacası kimliğimizi belli etmemiz ve böylece ordan dünyayı okumamız gerekiyor. Biz, yani Demokratik Moderniteyi savunanlar ve bunun uğraşında olanlar için popüler kültür, ”tüketilmeyen bir nesneyi, tüketilmesi gereken bir konuma getirmektir” (Devrimci Kültür ve Ahlak) diyeceğiz.
Aslında burada önemli bir ayırımı yapmak gerekir; popüler kültür ile kitle kültürü, her ne kadar bazen beraber anılsalar da, özünde aynı amaç doğrultusunda farklı işlevlere sahip süreçlerdir. Kitle kültürü (halk kültürü ile karıştırılmamalı) dediğimiz nosyon, yapay, yerellikten ve toplumsal düzlemden dolaysız, belli bir amaç doğrultusunda ve belli bir formüle göre imal edilmiş, hiç bir orijine sahip olmayan ve buna gerek duymayan, insanlarda yaratıcılığa yer vermeyen sipariş edilmiş/edilen bir süreçtir. Topluluklar, bu süreçte katılımcı olarak var olamazlar; sadece belli bir zümrenin amaçları doğrultusunda ürettiklerinin edilgen tüketicileri konumuna sahiptirler. Popüler kültürle benzer işlevler barındırmasına rağmen, kitle kültürü, tamamen kapitalist pazar için oluşturulmuş bir “pazar” kültürüdür. Kitle kültürü, her ne kadar içinde kitle kavramı geçse de, kitleye ait olmayan bir kültürdür. Marksizmde “kitle”, tamamen pozitif, olumlu bir kavram olarak kabul görür. Adorno, 20. yy.’da faşizmin ruh ve bedene kavuştuğu bir çağda ve faşizmin hortladığı Avrupa coğrafyasında şahit olduğu vahşetten sonra, “kitle” kavramının aslında sadece Marksizmdeki gibi aktif, pozitif bir özelliğe sahip olmadığını; edilgen, manipülasyona açık, yönlendirmeye açık ve kaygan bir “kalabalık” grup olduğunu da ileri sürer. Bunun yanı sıra, o süreçlerde devam edegelen kitle kültürü tartışmalarına, Adorno ve Horkheimer aktif bir şekilde katılmış; kitle kavramının gerek yukarıda belirttiğimiz hususlardan kaynaklı gerekse de halka aitmiş gibi hissettirilmesinden kaynaklı bu kavramı reddedip, “kültür endüstrisi” kavramını kullanmışlardır. “Kültür endüstrisi” olarak nitelendirdikleri kitle kültürünün, bu kavramı haketmediğini; çünkü yapay, aldatıcı, imal edilmiş olduğunu, fakat kendisini halktan, yerel olandan olduğunu iddia ettiğini, “kültür endüstrisi” kavramıyla da halktan olan ile olmayanın ayırt edildiğini dile getireceklerdir. Elbette bu anlamda “kültür endüstrisi” kavramını kullanmak daha isabetli olacaktır.
Kültür endüstrisi ile popüler kültürü birbirinden ayıran yegane şey, popüler kültür ürünlerinin orijin olarak halka ait olmasıdır. Yani tarihsel ve toplumsal bir birikimin sonucudur, patenti halka aittir. İnsan oluş halindeki bir öznedir; bu nedenle bu düzlem içerisinde var olduğu sürece, şüphesiz sürekli üretim içerisinde olacaktır. Çünkü kültür, insanın toplumsallığı ve öğelerini üretme yolu, belli bir zaman ve mekanda gerçekleştirdiği bu üretim eylemiyle de kazandığı sosyal kişiliğidir. Kültür, sosyolojik anlamda insanın kendisini üretmesidir. Fakat insana/halka ait olan bu maddi ve manevi kültürel öğeler, sınırsız ve sonsuz kâr marjı uğruna “metalaştırılacak”, toplumsal birikiminden ve özünden boşaltılmış bir halde pazara sunulacaktır. Söz gelimi; Ortadoğu’nun hançer timi olan İŞİD’e karşı kahramanca savaşan Kürt kadınlarının, YPJ savaşçılarının elbiseleri, bu pazar sermayesi tarafından ikonlaştırılmış, “popülerleştirilmiş” ve özünden boşaltılmış bir şekilde pazara sunulmuştur. Evet, gönlümüzü okşayabilir bu. Ki kapitalist sistem en çok da hazlarımıza hitap eder, böyle devamlılığını sağlar; bizi de bu yöntemle birer tüketicisi haline getirir. Kapitalist pazar, insanın zaaflarından ve hazlarından beslenen bir pazardır.
Popüler kültür, geç-kapitalizm çağının halk orijinli kültürüdür. Elbette bu sebepten ötürü popüler kültürü, kültür endüstrisinden bağımsız bir şekilde ele alamayız. Popüler kültür, halka ait olanı, tamamen sınırsız ve sonsuz kâr marjı adına yeniden ve yeniden üretmektedir. Bu süreç, kapitalist iktidarın birey kimliğini kaybetmiş ve toplumsallıktan boşanmış “bireylerin” üretimi ve yeniden üretimi ile eşgüdüm halinde ilerleyen bir süreçtir. Hapsedilmiş, kuşatılmış, sistemin hücresi haline gelmiş kurmaca bireylerin imalat süreci tamamen farklı bir tartışma olmasına rağmen burada, bu popüler kültürün arz-talep hacmini yükseltmede bu imal edilmiş kurmaca bireylerin çok önemli bir yeri vardır. Çünkü bu “bireyler”, yukarda Adorno’nun işaret ettiği, iktidarla sürekli temas halinde olan, yönlendirmelere ve manipülasyonlara açık, kaygan ve güvenilmez “kitleleri” oluşturan bireylerdir. Bu bireyler, “an”a sıkışmış, kümülatif tarihsel hafızadan soyunmuş ve öznelliğini yitirmiş bireylerdir. Bunu şundan kaynaklı belirtiyoruz; nasıl ki halk kültürünün maddi ve manevi kültürel öğelerinde tarihsellik-toplumsallık bir gerek ise; olumsuz bir şekilde popüler kültürde böylesi bir gerek yoktur. İkisi arasında birçok fark olmasına rağmen, en önemli farklılıklardan birisi de popüler kültürdeki hafıza kaybıdır. Halk kültürü, hıfz edilen bir kültür iken, popüler kültür sadece birer sanayi ürünüdür. Günlük yaşamı aşamaz ve günlük yaşamın hazları ve ritmiyle iç içe gelişir. Kısacası “an”lık eğlenme ve ”oyala(n)ma” kültürüdür. Bu nedenle popüler kültür sürekli üretim içerisindedir; çünkü her an’a, her güne özel bir veya daha fazla meta üretmek zorundadır. Hafızasız ve an’a sıkışmış birey, işte en çok burada yaşamsaldır; birey, o an için haz aldığı, eğlendiği ve doyuma ulaştığı metadan daha yeni, daha çekici olana sürekli sıçrayış içindedir. Bundan kaynaklı kapitalist modernite, birey ve popüler kültüre ait metaları eşgüdüm halinde yeniden ve yeniden-üretir. Üretilen birey, tarihsellikten koptuğundan kaynaklı, onun için bir kabul-red ölçüsü olmadığı gibi, değerden de yoksundur. Misal olarak; Arjantinli büyük devrimci komutan Che Gueavara’nın, o hepimizin hafızasına kazınan resminin ayakkabılarda hatta iç çamaşırlarında bile yer alması, kişi kendisini hangi sıfatla nitelendirirse nitelendirsin ( ki nitelendirme belirleyici bir süreç değildir; belirleyici olan hazlar ve pratik sonuçlarıdır), bu ikonlaştırılmış metalara ulaşmışsa, elde etmişse, burada bir değer sorunu var demektir. Kapitalist pazarın bu anlamda hiç bir değere sahip olmadığı herkesin malumudur; onun için “değer”in anlamı daha çok sömürü, daha çok istismar ve daha çok kâr demektir. İmal edilen, hafızasız birey için de hakeza bu böyledir (değere yaklaşım bazında). Üretilen birey, hazsal ve düşünsel olarak pazara ve sisteme tutsak, yaşamsal pratik olarak da toplumsallığın içindeki bir kurttur. Üretilen birey, kapitalist modernitenin toplumsallık içindeki yansımasıdır. Halk kültürü süreci, nasıl ki bir insanı belli bir zaman ve mekanda bir topluluğa, klana, etnisiteye, gruba veya cemaate konumlandırmayı, aidiyeti sağlıyorsa, popüler kültür de bir insana köksüzlüğü dayatır. Çünkü geçmişi yoktur; gelecek de yoktur. Sadece o “an” vardır. Bu sebeple kültür endüstrisi ve popüler kültür ürünleri en az hatırlanan kültürel süreçlerdir. Tüketimin ve tüketimsel rekabetin tek gerçek sayıldığı bu dünyada, imal edilen bireyin gündemi sadece tüketim metalarını takip etmek, ona ulaşmak, onunla geçici de olsa hazza ulaşmaktır. Bu anlamda popüler kültür, sistemin sorgulanamamazlığını sağlayan renkli bir perdedir. Hafıza yoksa, sorun da yoktur!
Bir kültürel öğenin yeniden-üretilmesine veya güncellenmesine; var olan zaman ve mekana uyarlanmasına karşı değiliz. Hatta bu durum bir bakıma iyi ve anlamlıdır da. Çünkü halka ait olan kültürün gelecek kuşaklara aktarılması bakımından olumludur. Fakat bu yeniden-üretim sürecinin belli çevrelerce kâr amacıyla üretilmesine karşıyız. Birinci durumda amaç, değer verdikleri kültürel öğeyi daimi kılmak, yaşatmak iken, popüler kültürde amaç sıradanlaştırmak, içini boşaltmak ve “herşeyleştirmektir”. Bir nesnenin değeri onun özgünlüğündedir; popüler kültür özgün olanı yontar, yok eder; basit bir meta haline getirir.
Zerdeşt Semsûr