HABER MERKEZİ –
Medya ve popüler kültür ilişkisi, çok kapsamlı ve derin bir ilişkidir. Bu ilişki tek bir boyuta indirgenip incelenemeyecek kadar (ki tek boyutlu bir inceleme yanılgılı ve yanıltıcı olacaktır) “renkli”, çok yönlü ve karmaşıktır. Çünkü karşılıklı ilişkiler söz konusudur. Birey-medya, birey-popüler kültür metası arasında vs. Bu ilişkinin türü bireyleri edilgen veya etken tüketici kimliğine kavuşturur. O nedenle çok da detaya inmeden birkaç hususa vurgu yapacağız. Medya, genel anlamda zaten kapitalist tekellerin en önemli yaşamsal organlarından biridir. Popüler kültür kapsamında ise medyayı aracı-yardımcı bir yapı olarak ele almak sakat bir yaklaşım olur. Çünkü medya, popüler kültürün kurumsallaştığı, forma kavuştuğu alanın ta kendisidir. Medya, imal edilen bireyi üretmede en önemli unsur olduğu kadar, popüler kültürü yayan, halk içinde örgütleyen, aynı zamanda ürünlerin reklamını da yapan esaslı bir yapıdır. Medya, evimizin kapılarını küresel popülizme sonuna kadar açan/açabilen tek anahtardır. Sistem, belirlenmiş birkaç duyguya endekslenmiş (haz, tutku vs) bireyleri de birarada, hatta aynı bedende üreterek küresel çapta “uluslararası bir kimlik” veya “ulus-üstü” bir kimlik diyebileceğimiz tek tip, tek boyutlu ve basit duygulu bireyler yaratmaktadır. C. Wright Mills, ”İktidar Seçkinleri” kitabında bu konuyu kısa ve net bir şekilde özetliyor;
“Medya, kitle insanına kim olduğunu anlatır-ona kimlik kazandırır. Medya, kitle insanına ne olmak istediğini anlatır-ona hırs, beklenti ve tutkular kazandırır. Medya, kitle insanına öyle olmadığı halde, öyle olduğunu nasıl düşüneceğini anlatır-ona kaçış imkanı sağlar”.
Dizilerde, yarışmalarda, programlarda vs. yer alan fenomen, güzel/yakışıklı tipler, onların yaşamları, onların beğeni/kabul-red ölçüleri, giydikleri, içtikleri, kullandıkları herhangi bir eşya, nesne kitle insanının anlam dünyasının hacmini bize işaret eder. Gazetelerle, televizyonla, radyoyla ve sosyal medyayla algılarımız 24 saat ideolojik bir işgal bombardımanına tabi tutulur; kitle insanı, yani imal edilen birey, iyi bir gözlemci ve izleyici pozisyonunda olmak zorundadır. Çünkü trend/moda ürünler, 24 saatlik bu bombardıman neticesinde sürekli değişmekte; bundan kaynaklı imal edilen bireylerin algıları da, beğenileri de değişmek zorundadır(bu değişimi yakalayamayan ya da ona bilinçli bir şekilde ulaşmak istemeyen bireyler ise alay konusu edilir, aşağılanır). İmal edilen birey, eğer bu ürünlere ulaşamazsa huzursuz ve tedirgin olur. Çünkü kendi olmayan kendini, kendisine ve çevresine göstermek zorundadır; bu nedenle de ona ulaşmak zorundadır. Söz gelimi bir makyaj malzemesi hayaliyle dolaşan genç bir kadın; makyaj malzemesine ulaşıncaya kadar huzursuzluk ve tedirginlik içindedir. Ve de popüler makyaj malzemesini kullanmayana kadar da kendisini göstermeme telaşındadır. Genç kadın, popüler makyaj malzemesini alır, kullanır. Artık huzurlu ve rahattır, gülümsemeye başlar. “Yıllardır bir kez bile kendine kendi olarak bakmaktan korkan popülerci, kendini kendinden alan popülerlerden birine kurtarıcı olarak sarılıp, özgürlüğünü ifade eder; Kendinin sandığı önemli kendi olur. Yakaladığını sanarken aslında yakalanmıştır. Yakalanmışlığı ona, bahşedilmiş en büyük özgürlük olarak görünür”.
Medyasıyla, eğitimleriyle, sanatı ve bir bütün toplumsallığı ilgilendiren kurumlarıyla kapitalist sistem, sayısal bir rakamdan öte anlam taşımayan bireyleri ve onların tüketeceği, kendisini var edebileceği popüler kültüre ait maddi ve manevi öğeleri eşgüdüm halinde yaratmaktadır. İletişim ağının küresel karakter kazanmasıyla beraber popüler kültürde de küreselleşme ağı hemen her yere sirayet etmiş bulunmakta. Yaşanan bir kültürel emperyalizm sürecidir. Amerikan kültürünün tüm kültürleri etkileme, eritme sürecidir. Gerek dizileri, gerek müzikleri, gerek fast food kültürü ve nice sayabileceğimiz öğeler ile dünyanın en ücra köşesindeki bir kültürü bile etkileyebilmektedir. Amaç ise tamamen Amerikan kültürünü (kapitalizmin dayattığı kültürden bahsediyoruz) tüm dünyada hakim kılmak. O nedenle popüler kültür, beyaz soykırımı gerçekleştiren evimizin içindeki daimi misafirdir.
Sona gelirken, popüler kültürü çoğunluğun benimsediği kültür olarak görmemek gerekir. Yani kaba bir hesapla aritmetik ortalamanın bir fazlasını temsil etmez. Eğer çoğunluğa dayalı olan popülerdir deseydik, şu an sistem tarafından dayatılan kültüre değil, daha ağır basan halkın yaşadığı kültüre söylerdik. Söz gelimi Kürdistan’da, Hindistan’da veya Rusya’da (ki bunun için ülkelerin çoğunluğu sayılabilir) ve özellikle kırsal kesimlerinde, her ne kadar popüler kültürden etkilenmeler olsa da hakim kültür kapitalist pazarın dayattığı popüler kültür değildir. Bu her ne kadar sistemin revaçta olan metasına dönük bir argüman olarak belirtilse de, bundan farklı olarak ideolojik bir söylem olduğu da bir gerçektir. Meşruiyet sağlamak amaçlıdır.
Elbette popüler kültür, anlattığımız çerçeveden çok daha geniş ve çok daha grift bir ilişkisellik sürecidir. Fakat sistemin tezgahından geçip içimize karıştığı şüphe götürmez bir realite. Popüler kültürle mücadele nasıl olmalıdır? Onu/onları gördüğümüz yerde yok etmek, elbette gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Boykot etmek (ki boykot bir bakıma gereklidir ilkesel tutum olarak), tüketildiği alanlardan uzak durmak da popüler kültürün çepeçevre sarmaladığı dünyada ve toplumda, kendini toplumdan soyutlamak anlamına gelir. Kaba redçilik, sorunun özünü kavrayamamayı da doğuracaktır. Herşeyden önce bilinmelidir ki popüler kültür süreci, ideolojik bir süreçtir. Bundan kaynaklı da öncelikli olan ideolojik bir mücadeledir. Popüler kültürün kendini var etme süreci, yeniden-üretim süreci, hedef kitlesi ve kitleye ulaşmak için kullandığı argümanları deşifre edilmeli ve buna göre bir yöntem belirlenmelidir. Amin Maalouf’un ”Bastığın yer, kimliğimdir” sözünü düstur olarak görür isek, sistemin bizde yok etmeyi amaçladığı yönlerimizi, özelliklerimizi ve özgünlüklerimizi kimliğimiz bilip, sahiplenmek zorundayız. Burada tutucu, muhafazakar veya milliyetçilikten bahsetmiyoruz. Ki muhafazakarlık veya milliyetçilik de aynı kapitalist ideoloji ve pazarın “sağ” versiyonudur. Bu nedenle buna da karşı olmakla beraber, böylesi savrulmalara da izin verilmemelidir. Kültürümüzü yaşayarak, yaşatarak ve de ahlaki ve politik toplumsallık kültürüne bulaşmış, bulaşmaya çalışan gerici öğeleri de zayıflatarak ve daha ilerisinde yok ederek baş edebiliriz. İdeolojik yaklaşıma karşı ideolojik bir tutum gereklidir. Ahlaki ve politik toplum, toplumsal hafızaya sahip tarihsel bir toplumdur. Bu nedenle devletli kültürün bize bulaştırdığı (popüler kültür, feodal kültür vs) gerici unsurları ancak ahlaki ve politik toplumun özünü görerek, yaşayarak öğrenebiliriz. Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın da dediği gibi; ”Bir şeyi nerede kaybettiysen, ancak orada arayarak bulabilirsin”. Kaybettiğimiz yer, kazanabileceğimiz yer olmaktadır.
Zerdeşt Semsûr