PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Kürt direniyor ve asla komployu kabul etmedi; İmralı işkence sistemini yerle bir edecek, İmralı duvarlarını paramparça edecek, komployu tümden yenilgiye uğratacak ve tarihi düzeltecek” dedi.
HABER MERKEZİ – Uluslararası Komplo ve onun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemi var oldukça Kürt’e imha ve tasfiye amaçlı saldırının da olacağına dikkat çeken PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, şunları altını çizdi: “Kürt direniyor ve asla komployu kabul etmedi; İmralı işkence sistemini yerle bir edecek, İmralı duvarlarını paramparça edecek, komployu tümden yenilgiye uğratacak ve tarihi düzeltecek. Aslında insanların içten içe yaşadığı, parça parça sürdürdüğü tutumu, şimdi genel bir tutuma dönüştürüyoruz.”
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlanan Ülkeden programının sorularını yanıtladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Cizre davasını iç hukuk yolları tükenmediği gerekçesiyle reddetti. Türkiye’deki yargının durumu ortadayken böyle kararlar, ne anlama geliyor?
Üstelik katliamın yıl dönümünde verilmiş bir karar Bu nedenle öncelikle Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Zamanî ve Axîn yoldaşlar şahsında tüm Cizre direniş şehitlerimizi, onlar şahsında da bütün öz yönetim direniş şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Direniş içerisinde yaşıyoruz, yaşatıyoruz bu büyük öncüleri. O direnişçilerle onur duyuyoruz.
Şimdi AİHM’in verdiği karar doğru değil, kesinlikle kabul edilmemesi gereken bir karar fakat çok yeni ve şaşırtıcı da değildir. Söz konusu katliamlar, bu kurumların gözleri önünde oldu. Hiçbir gık bile çıkartmadılar. Ses bile olmadı. Yangınlar olurken, insanlar cayır cayır yakılırken, ‘biz de bu dünyada yaşıyoruz, yapılmasın’ demediler. Üç yıl geçmiş hala karar alamamaları anlaşılır. Alamayacakları açığa çıkıyor. Alsalar ne anlamı var ki, zaten katliamlar olmuş. Olduktan sonra ‘niye olmuş’ diye karar alıp herhangi bir uygulama yapamadıktan sonra bunun bir değeri olmuyor. Çünkü o tür kararlar yeni katliamları da önleyemiyor. Gerçekten de gözü önünde seyrederek bu katliamlara ses çıkartmamış bir kurumun, böyle bir karar vermiş olması çok şaşırtıcı değildir. Zaten seyretmiş, suç ortağı olmuş. Olmaya devam ediyor.
Burada önemli nokta şudur; İç hukuk yollarının tüketilmemiş olması, demesi. İç hukuk dediği, TC hukukudur. Neredeyse Avrupa Birliği dahil herkes reddeder hale geldi, bu hukuk faşist diktatörlük oldu diyorlar. Hukuk diye bir şey kalmadı. Tayyip Erdoğan’ın hocası vardı Necmettin Erbakan “hukuk düzeni olmazsanız guguk düzeni derler” diyordu. Guguk düzeni yaratmış durumda. Orayı adres gösteriyor. Devlet Bahçeli-Tayyip Erdoğan, sokakta her gün bağırıyorlar; Kürt’ü yok edeceğiz, diye. Yani yok etmek için her türlü karar çıkarıyorlar. İşte 15 Şubat Uluslararası Komplosu zaten bu zihniyet ve siyasetin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Aynı şekilde komplonun yeni bir yıldönümünde de bu karar veriliyor. Böyle bir hukuktan Kürtlerin bir beklentisi yoktur. Bu hukuk, Kürt’ün varlığını kabul etmiyor. Yok etmeyi öngörüyor. Kürtler o hukuktan ne arayacaklar. Şimdi tuhaf olan budur. ‘Gidin orada hakkınızı arayın’ diyor. Daha tuhaf olan aynı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Efrînlilere de o yolu gösterdi. Ne çabuk Efrîn’in işgalini kabul ettin, nasıl sindirdin. Hani sen devletler hukukunu koruyacaktın. Efrîn’in iç hukuku Ankara’dan geçmiyor ki, bizim bildiğimiz Birleşmiş Milletler’e ve Avrupa yasalarına göre hala Suriye devletinin içinde sayılıyor, sayılması gerekiyor. Ama AİHM, böyle tuhaf kararlar alıyor, aldı. Avrupa hukuku çok kuralcıdır. Öyle çok anlamsız. Miadını doldurmuş çok fazla şeyler var. Bir de çok çıkarcıdır. Kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. O bakımdan gerçekten de reddedilmesi, protesto edilmesi, tepki duyulması gereken bir tutumdur. Böyle insan hakları mahkemesi olmaz. Bir halk katlediliyor, insanlar cayır cayır yıkılmış her gün bombardımanlarla katlediliyor. Sen hukuk arayacaksın, bilmem onlarca yıl sonra hak arayacaksın. Adres gösterdiği Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi 9 ay önce cezaevinde ölmüş bir tutuklu için cezaevinden çıkma talebini de reddeden bir karar verdi. Haberi yok ki, zaten 9 ay öncesinden ölmüş. Hukuk dedikleri budur. Böyle olmaz.
Bu sadece AİHM ile izah edilecek bir durum mudur?
AİHM ile bağlantılı bir durum değil, Avrupa siyasetiyle bağlantılıdır. Sistem sorumludur. Avrupa siyaseti sorumlu, Kürt’ü yok eden ve yok etmek isteyen sistemden Avrupa siyaseti sorumlu. Fransa, 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı Günü olarak anılsın demiş. Bu yetmez. Çok şükür yüz yılı geçtikten sonra öyle bir karar verebildiler. Yüz yıl önce katledilmiş Ermenilere dair ne getirdiler, hiçbir şey getiremiyor. Bu yetmiyor. Kürt katliamı ve Asuri-Süryani katliamı ile birleştirilmezse salt Ermeni katliamının bir anlamı yok. 15 Şubat’ı da Kürt Soykırım Günü olarak Fransa kabul etsin, bir de tutum alsın. Taze olan, yeni olan, siyasi değer ifade eden Kürt soykırımı, ona karşı mücadeledir.
Dikkat edilirse öyle yapmıyorlar. Kendileri sorumludurlar, sorumluluk altındaki bir durumdur. Şunu söyleyelim: Avrupa’yı herkes iyi tanımalı. Gerçekten de Türkiye’de faşist ve sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti kuşatıyoruz, daraltıyoruz, mücadeleyle bedeller ödeyerek yıkım noktasına getiriyoruz, hemen el atıp kurtarıyorlar. Şimdi de Devlet Bahçeli faşizmini kurtarıyorlar. Devlet Bahçeli neleri oluyor. Türkiye’de herkes biliyor ki, bu bir faşist. Zihniyetiyle, ruhuyla her şeyiyle sadece Türkiye’de faşizmi temsil eden değil, faşizmin zihniyet ve siyaset olarak bu dünyada var olmasını gerçekleştiren çizginin kendisidir. Şimdi bunun için ne düşünüyorlar. Hani anti faşistlik vardı, demokratlık vardı, anti faşist olamayan demokrat olabilir mi? Anti faşistseler her şeyden önce AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı çıkmaları gerekli. Karşı çıkamıyorlar, tersine koruyorlar. Çatışmalılar, mücadele ediyorlar ama bu bir çıkar mücadelesidir. Karşılıklı çıkar elde etmek için yapıyorlar. Siyasi çıkar, ekonomik çıkar, bu kadardır. Yoksa böyle karşı çıkıp da onu reddedecek; örneğin bazı faşist diktatörlüklere geçmişte yapıldığı gibi tümüyle reddedip tarihsel olarak mahkum edecek bir tutumu takınamıyorlar. Türkiye’de faşist diktatörlük, onun Ermeni’yi ve Kürt’ü soykırıma uğratması sanki bugünkü Avrupa zihniyet ve siyasetinin de temelini oluşturuyor gibi. Avrupa siyaseti ve zihniyeti bundan kurtulamıyor, kurtulmalıdır. Kurtulmazsa demokrat olamaz. Bence iyi bir özeleştiriye, kendini yenilemeye ihtiyaç var. Hala yıllar, on yıllar hatta yüz yıllar öncesinin demokrasi ve özgürlük anlayışlarıyla bugünkü insanlık yönetilemez. Özeleştiri gerekli, yeniden değerlendirme gerekli, kendilerini deyimiyle revize etmek gerekiyor, yenilemek lazım. Çünkü ortada açığa çıkmış gerçekler var. Artık demokrasi öyle yürümüyor. Özgürlükler öyle var olmuyor. Tam tersine o faşizmi korur noktaya da düşüyor. O nedenle bir bütün Avrupa sisteminin de yenilenmesi lazım. Kendini gözden geçirebilmelidir. AİHM de gerçekten de artık kararlarını gözden geçirmelidir.
Kürtler bu kararlar karşısında ne yapabilir?
Kürtler bu kararı reddetmeliler, protesto etmeliler. Kürtler açısından onur kırıcıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hakimleri bilsinler ki, aldıkları kararlar Kürtler için onur kırıcıdır, hakaret anlamına gelmiştir. Kürt insanı, Kürt toplumu üzüldü. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti kendilerine adres göstermeleri onları üzdü. Çünkü DAİŞ faşizmine karşı savaşıyorlar. El Kaide faşizmine karşı savaşıyorlar. AKP-MHP faşizmine karşı savaşıyorlar. Bu halk anti faşist bir halk. Faşizme karşı savaşan, özgür insanlığı savunan, onurunu koruyan bir halk. Öyle bir halka git de faşistlerden icazet al sonra bana gel demek gerçekten de hakaret ve onur kırıcıdır. Kürtler kabul etmiyor, bunu herkes bilmelidir.
Uluslararası Komplo’nun 20. yıl dönümündeyiz. 21. yılına nasıl giriliyor?
21. yılına gerçekten de büyük bir hamle temelinde giriliyor. Leyla Güvenler, Nasır Yağızlar, zindanlardan Avrupa’ya kadar kahramanca direnin yurtseverlerin, devrimcilerin, demokratların öncülüğünde. Bu umut verici bir durumdur. Fakat 20. yıl dönümünde söz konusu direnişlerin de aydınlatılması temelinde komplo ve karşısındaki duruşumuz için elbette bazı şeyler söylemek gereklidir.
20 yıldır bu komplonun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemi devam ediyor. Bu sisteme karşı gerçekten de insan üstü bir direniş duruşu var. Önder Apo’nun duruşu kesinlikle böyledir. Ben bu temelde öncelikle bu duruşu, tarihi İmralı direnişini selamlıyorum. 20 yıldır komploya karşı direnen, mücadele eden her kesi kutluyorum, selamlıyorum. Halit Oral ve Aynur Arslan yoldaşlar şahsında komploya karşı “Güneşimizi karartamazsınız” şiarıyla direnen tüm kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Büyük bir mücadele verildi. Uluslararası Komplo ve onun ortaya çıkardığı İmralı tecrit ve işkence sistemi yıkılsın diye, ortadan kaldırılsın diye on bine yakın şehit verildi. Bugün tarihi bir direniş ile zirvede seyrediyor. Final noktasında seyrediyor. Tabi komplo gerçeğini de aydınlatıyor. Komplo ne demek? Komplo; faşizm, soykırım, işkence, tecrit demek. Aslında 15 Şubat komplosuyla İmralı işkence ve tecrit sistemi, AKP-MHP faşist diktatörlüğü, Kürt halkına uygulanan soykırım birbirine çok bağlıdır. Bunlar etle tırnak gibi iç içe bu gerçeklik ortaya çıkıyor ve gerçekten de 20 yıldır komplo düzeyinde Kürt halkına onun Önderliği şahsında İmralı işkence ve tecrit sistemini esas alma temelinde yöneltilmiş bir saldırı var. Buna karşılık büyük bir direniş verildi.
Komployu gerçekleştirenler, Kürt Özgürlük Hareketi’ne 6 ay ömür biçmişlerdi…
“6 ay sonra PKK’nin esamesi bile okunmayacak” diyorlardı. Şimdi 20. yılı tamamlanıyor. Komplo, başarısız kılınmıştır. Komplo, amaçlarına ulaşamamıştır. Komplo, soykırımını tamamlayamamıştır. Kürt direncini kıramamıştır. Kürt özgür bilincini, örgütlülüğünü ve mücadelesini yok edememiştir. Bu bakımdan komplo başarısızdır, yenilmiştir, boşa çıkartılmıştır. Komploya karşı büyük bir mücadele verilmiştir. Bu mücadele önemli sonuçlar almıştır. Bunu kabul etmemiz lazım. Direniş içinde bile olunsa 20 yıldır bu işkence ve tecrit sistemiyle birlikte yaşanıyor. Bu, ciddi bir özeleştiri gerektiren durumdur. Gerçekten de Leyla Güven de Nasır Yağız da zindanlardaki, Avrupa’daki açlık grevi direnişçileri de bu konuda yaşadıkları için gerçekleri iyi ortaya koydular. Çok önemli, hepimizin esas alması ve ders çıkarması gereken hususlar var. Diyorlar ki, Önder Apo karşısında, özgür yaşam çizgisi karşısında, Kürt varlık ve Özgürlük Hareketi karşısında “özeleştiri veriyoruz.” Yani doğru bir özgürlük bilinciyle 20 yıl bu işkence ve tecrit sistemi altında yaşanamaz. Bunu kabul etmedik, yüreğimize yedirmedik ama yine de iç içe olduk. Yine de 20 yıl geçti. 20 yıl değil, 20 saat bile kabul etmemeliydik, diyorlar. Özeleştiri veriyoruz, diyorlar. Böyle bir özeleştiriyle kendimizi doğruya çektikçe daha fazla irade kazanıyoruz, özgürleşiyoruz, bilincimiz ve iddiamız artıyor, diyorlar. Bunlar çok önemli tespitlerdir. Gerçekten de bu son direniş hamlesi “Tercidi kıralım faşizmi yıkalım Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesi esas olarak 15 Şubat Komplosu karşısında, bu komplonun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sisteminin varlığı karşısında bir özeleştiri oluyor. Onunla birlikte yaşamayı kabul etmeye karşı özeleştiri. Onun tümden reddetmeye, artık onunla yaşamayı reddetmeye götürüyor. Yani “Güneşimizi karartamazsınız” çizgisine götürüyor. Yani insanları Viyan çizgisine götürüyor. Burası çok önemlidir.
Bir defa bu gerçekliği görelim. Elbette 20 yıl içerisinde önemli gelişmeler oldu. İnkarcı olmamak lazım. Büyük mücadeleler de verildi, fakat eksiklikleri de vardı. Şimdi doğru çizgiye girdik o eksiklikleri gideriyoruz. Dolayısıyla böyle bir mücadele çok önemlidir.
Diğer yandan komployu kimler yaptı, hangi amaçla yaptı, bunlar biliniyor mu?
Bunlar biliniyor. Bunun gizlisi saklısı yoktur. Artık komplocu güçler sorumluluklarına sahip çıkmalılar. Onların da tarih karşısında söyleyecekleri olmalı. Hiç kimse egemeniz, Kürt’ü yok ederiz. Tarihi gerçekleri saptırırız, demesin. Kürt direniyor ve asla komployu kabul etmedi; İmralı işkence sistemini yerle bir edecek, İmralı duvarlarını paramparça edecek, komployu tümden yenilgiye uğratacak ve tarihi düzeltecek. Onun için komploda payı olan, sorumluluğu, suçu olan çevreler bunu gidermeye yönelmeliler. Biraz demokratik yaklaşım göstermeliler. Kürt halkına çok haksızlık yaptılar, çok hakaret ettiler. Bazı maddi çıkarlar için bu yapıldı. Bunun öyle kabul edilebilir yanı yoktur. Örneğin ABD bizzat başkanlık düzeyinde kararlar aldı yürüttü. Dışişleri Bakanlığı koordine etti. Sorumluluğu var. Önder Apo’nun İmralı işkence ve tecrit sisteminde tutulmasının birinci sorumlusudur. Böyle değildir diyemez, göz ardı edemez. Göz önünde ve açık.
Önder Apo’yu Roma’dan çıkartıp tekrar Rusya’ya götürürken örneğin ekonomik çıkarlar karşılığında Rusya bir sürü hile yaptı. Amerika ile birlikte suç ortağıdır. Kürtlerin bunu unuttuğu, bilmeyeceği, hatırlamayacağı sanılmamalıdır. Örneğin Almanya ve Fransa; İtalya hükümeti, Avrupa Birliği düzeyinde Kürt konferansı düzenleyelim ve bu sorunun siyasi, demokratik çözümünün önünü açalım diye teklifte bulunduğunda reddetti. Almanya sınırlarını kapattı. Önder Apo’ya dönük tutuklama kararı vardı, kararı kaldırdı. Ülkesinde istenmeyen insan ilan etti. Kürt’ü inkar eden ve imha sürecine alan siyaset ve zihniyeti Avrupa dünyaya egemen kılmıştı. Almanya, İngiltere, Fransa öncülüğündeki Avrupa. Dolayısıyla sorumlulukları var. Onu söylemek istiyorum.
20 yıldır özgür Kürt varlığını, Kürt iradesini İmralı tecrit ve işkence sistemi içinde tutmaları ne anlama geliyor?
Şu anlama geliyor: Kürt halkına ‘sizi özgür kılmayacağız, size özgürlük tanımayacağız, varlığınızı kabul etmeyeceğiz, ne yapsanız da tepenize vuracağız, mücadele etmek isteyeniniz olursa bakın İmralı’ya oradan ders çıkartın, ayağınızı denk atın hiçbir şey yapmayın’ demeye getiriyorlar. Bu bir tehdit duruşudur. 20 yıldır, 24 saat her saniye Kürt insanı kadını-erkeği, genci İmralı işkence ve tecrit sistemi altında tehdit ediliyor. Özgürlük isteme, demokrasi isteme, varlık isteme, köleliğe boyun eğ, her türlü hakarete boyun eğ, diye. Olmaz! Başkalarını bu kadar köleliğe zorlayan, başkalarına bu kadar hakaret dayatanlar, kendileri de özgür olamazlar, demokrat olamazlar. Dolayısıyla başta belirttim; Avrupa demokrasisi kendisini gözden geçirmelidir. Bunun için yenilemeli, diyorum. Yenileyeceği nokta kesinlikle burası olmalıdır. Amerika demokrasisi kendisini yenilemeli. Amerika toplumu görmeli ki, 20 yıl önce kendisinin oy vererek seçtiği yönetimin büyük bir saldırıyla pazarlıklar karşılığında İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisine koyduğu zihniyet ve siyaset DAİŞ’e karşı savaştı, El Kaide’ye karşı savaştı, Ortadoğu’da, Avrupa’da, Amerika’da bile insanlığı bu DAİŞ ve El Kaide, AKP ve MHP faşist zihniyet ve siyasetinden korudu, kurtardı. İnsanlık için, özgürlük için, demokrasi için bir taraf bu kadar mücadele edecek ama öbür taraftan bu mücadele eden gücün iradesine bu kadar saldırılacak, hakaret edilecek, tanınmayacak. Baskı ve işkence altına alınacak, tecrit altına alınacak. Hiçbir halk bunu kabul etmez, etmemelidir. Kendisi için kabul etmiyorsa başkaları için de kabul etmemelidir. Örneğin Kürtlere karşı uygulanan bu hakaret, baskıcı, işkenceci dayatmaları reddetmeli. İmralı işkence sistemine herkes karşı çıkmalı. Tecride karşı çıkmalı. Bu tecrit, Kürt halkına tecrittir. Bu tecrit, Türkiye halklarına tecrittir. Bu tecrit, Ortadoğu halklarına tecrittir. Bu tecrit, bütün halklara ve insanlığadır. Kadınlaradır, gençleredir, işçileredir, emekçileredir, bütün demokratik ve yurtsever güçleredir. Çünkü orada tecrit ve işkence altında özgürlük zihniyeti ve siyaseti tutuluyor. Demokrasi ve çözüm zihniyeti ve siyaseti tutuluyor. Öyle orada suç işlemiş, cezalandırılmış bir varlık yoktur. Orada herkes gibi var ve özgür olmak isteyen bir zihniyet ve siyaset var. Bir ruh ve duygu var. Bir toplumun iradesi var. Aslında bütün insanlığı var. Eğer insanlıktan söz edeceksek, insanlık işte bu özellikleriyle var. İnsan erdemi denen gerçeklik bunlardır. O halde bütün toplumlar karşı çıkmalılar. Avrupa toplumu, emekçileri, işçileri, devrimci sol sosyalist hareketleri. Örneğin kadınları, gençleri sorumluluk duymalılar. Karşı çıkmalılar. Komplonun yarattığı İmralı işkence ve tecrit sistemi var olduğu müddetçe Ankara’da demokrasi olmaz. AKP-MHP diktatörlüğü olur. Dengesiz, kendi yaşamı için herkesin katledilmesini göze alan, Kürt efsanesinin Dehaqları gibi gençlerin beyniyle yaşayan, her gün onlarca gencin kanı üzerinde kendi sarayını, egemenliğini, iktidarını inşa eden faşist diktatörler, vampirler var olurlar. Dengesiz kişilikler var olurlar.
Denebilir ki, evet onlar dengesiz biz de bundan çıkar sağlıyoruz. Fakat bu çıkar çok geçicidir. Bu gün biraz çıkar sağlıyor görünür, yarın misliyle onu kaybederler. Bu gün çıkar elde edenler nitekim geçen sürece baksınlar hep böyle örnekler yaşandı. O bakımdan herkes karşı çıkmalı.
Komplo özellikle Türkiye halklarınaydı. Önder Apo ortaya net koydu. “Bu komplonun Türkiye demokrasisine, halklarına, Türkiye’de halkların özgürce, kardeşte yan yana yaşamasına karşı bir saldırı olduğunu fark ettiğim zaman böyle bir mücadeleye girmeyi gerekli gördüm ve her türlü zora, baskıya dayanarak direnmeyi mutlaka böyle bir komplo zihniyet ve siyasetini teşhir edip boşa çıkartmayı gerekli gördüm” dedi ve bu direnişe böyle yöneldiğini belirtti. Bu çok önemlidir. Türkiye’nin devrimci demokratik güçleri, Türkiye halkları bu gerçeği iyi görmeli. Komplo altında ortaya ne çıktı?
Ne çıktı?
AKP ve MHP faşist diktatörlüğü çıktı. Şimdi insanlar ne durumdalar, herkesin geleceği kararmış, Türkiye’nin onlarca yıllık geleceği ipotek edilmiş, satılmış. Her şeyi maddiyata dönüştürmüş satılmış, beyin yıkamış bir faşist diktatörlük var. Böyle kendinden başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımak istemiyor. Her türlü çeteciliğin merkezidir. Baskıyla, zulümle, kanla, sömürüyle yaşıyor. Böyle giderse Türkiye’de insanlık değeri adına hiçbir şey kalmayacak. O kadar tarihin derinliklerinden gelen toplumsal değerler, zenginlikler bu faşist zihniyet ve siyasetin elinde böyle insanlığa karşı kullanılıyor, daha çok da kullanılacak. Buna fırsat vermemek lazım. Bunun için herkes görmeli, bilmeli ki, komplo kendilerineydi. Sadece Önder Apo’ya değil, Önder Apo şahsında Kürt halkına değil, Önder Apo şahsında Türkiye halklarınaydı, Türkiye demokrasisineydi. Yine Kürt, Türk, Arap ilişki ve ittifakınaydı. Egemen küresel sistem bunları bozup birbirine düşürmek, birbiriyle çatıştırmak için böyle bir saldırıyı ortaya çıkardı. Bunun üzerinden de 20 yıldır egemenlik sürdürdü, hala da sürdürmeye çalışıyor. O nedenle Türkiye insanları, devrimci demokratik güçleri bir kere daha düşünmeliler.
Neden İmralı sistemi deniliyor, nasıl bir yargılama, ceza ve cezaevi söz konusu?
Bu bir cezaevi değildir, bu bir tutuklama değil, bu bir yargılama, ceza verip hapse koyma değil. Orası bir hapishane değil, orada tutukluluk yok, bir yargılama olmamıştır. Orada bir yönetim tarzı var. Bir zihniyet ve siyaset faşist, şoven, ırkçı, milliyetçi zihniyet ve siyaset orada kanuna dönüşüyor, karara dönüşüyor, bir yönetim oluyor, Kürtlere ve bütün Türkiye’ye karşı uygulanıyor. Onun için tabi ki bir yönetim sistemidir. Türkiye’deki yönetimin tarzını belirliyor. Yönetim gücünü belirliyor. O bakımdan İmralı işkence ve tecrit sistemi herkes için işkence oluyor, herkes için tecrit oluyor. Daha ağır sömürü, daha ağır baskı, faşist diktatörlük demek oluyor. Buna herkes dur demeli, buna herkes karşı çıkmalıdır. Komploya karşı durmak İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı çıkmak Türkiye’de özgürlük istemenin, demokratik olmanın, kardeşçe bir arada yaşamak istemenin yegane tutumudur. Bunu yapmayanlar demokrat olamazlar, özgürlükçü olamazlar. Dolayısıyla da faşizme karşı mücadele edip demokratik bir sistem geliştiremezler. Bu kadar dağınık parçalıysa devrimci demokratik güçler, faşizm bu kadar fırsat bulup kendisini örgütlediyse işte İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı çıkılamamasından dolayıdır. O faşist, ırkçı, şoven, Kürt düşmanı zihniyet ve siyasetin etkisinde kalınmasından dolayıdır. Zaten baskı yapıyor; Kürt’ten uzak dur, PKK’den uzak dur, HDP’den uzak dur. Dolayısıyla demokrasiden uzak dur, özgürlükten uzak dur. Bu dayatılıyor. CHP içerisindeki demokratların halini görüyorsunuz. Böyle kedinin fareyle oynaması gibi Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü Kemal Kılıçdaroğlu yönetimiyle oynuyor. Neredeyse bir fare refleksi kadar refleks bile gösteremiyor. Bu duruma düşürüyor. Neden? Doğru demokratik tutum gösterememesinden; İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı çıkamamaktan dolayıdır.
Şimdi Kürtler açısından durum zaten nettir. Şunu söylemek istedim: 20. yılı tamamlanırken komplo her bakımdan daha çok aydınlandı. İmralı işkence ve tecrit sistemini herkes daha iyi görür oldu. Mevcut 20 yıllık direniş ve onun üzerine eklenen, bu gün “tecridi kıralım faşizmi yıkalım” direnişiyle birlikte.
Komplo kime karşıdır, kimin yararınadır; komplonun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemi nedir; kim bundan yanadır, kim buna karşıt olmalı? Bu soruların cevapları netleşti mi?
Daha çok netleşti. Gerçi önceden de netti, belirgindi, herkes anlayabiliyor ve görebiliyordu. Önder Apo aydınlatmıştı. Kürtler anladıkları ölçüde direnç de gösterdiler. 20 yıl geçti, gördük ki; anlamada eksikliğimiz var, dirençte eksikliğimiz var. Özeleştiri veriyoruz. Daha fazla eksiklikleri olan var. Tutum alamayanlar var. Komplonun kendilerine karşı olduğunu anlamayanlar var. Örneğin Ecevit hep sormuştu. O dönemin başbakanıydı. “Amerika Apo’yu niye bize verdi? Hala anlayamadım” diyordu. Yani sorguluyordu. En azından Türkiye’de yaşayan herkes onun kadar sorgulamalı. Doğru ders çıkarttı, çıkaramadı bunlar ayrı bir konudur ama sorgularlarsa çıkartabilirler. Bu bakımdan bu 20. yıl dönümü yaşanırken gelişen bu tarihi büyük eylemlilik gerçekliği daha çok açığa çıkartıyor. Komplonun ne olup olmadığını, komplo karşısındaki duruşun, komploya karşı mücadelenin ne anlama geldiğini herkese daha iyi gösteriyor. Dolayısıyla daha çok aydınlatıcıdır. Gerçekler daha çok görünüyor. O halde herkes daha samimi, dürüst yaklaşmalı, daha çok sorgulayıcı olmalı. Ucuz yaklaşma, dar yaklaşma olmamalı. Benim bir payım yok denilerek geçilmemelidir. Herkesin bu işin içinde bir yeri var. Dolayısıyla sessiz kalmışsa, uzak durmuşsa bile faşizm karşısında susmak kendine yarın faşizmin gelmesine kapısını açmak demektir. O da yetersizliktir, özeleştiri gerektirir. Herkes daha iyi değerlendirmeli. 15 Şubat daha iyi anlaşılmalı. 15 Şubat komplosunun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemi daha iyi görülmeli ve herkes mutlaka komplonun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemine de karşı çıkmalı. İnsan olmanın, demokrat olmanın, özgürlükçü olmanın hele hele kardeşçe bir arada demokratik yaşamanın tek yolu budur. Türkiye için bu çok daha fazla geçerlidir. Herkes bilsin ki, bir Kürt-Türk barışı olacaksa, bir demokrasi olacaksa, Kürt-Türk demokrasisi, Kürtler ve Türkler kardeşçe bir arada yaşayacaklarsa bu Önder Apo’nun öncülüğünde olacak. Önder Apo’nun demokratik çözüm çizgisinde olacak. Bunun dışında yol yoktur. Dolayısıyla da herkes özellikle Türkiye halkları, kadınları, gençleri, devrimci demokratik güçleri bu komploya Kürtlerden daha fazla karşı çıkmalılar. İmralı işkence ve tecrit sistemi üzerine daha çok yürümeliler. 21. yılında komplodan kurtularak özgür demokratik birlik içinde yaşamanın önünü açmalılar.
Bu kadar gücün komploda yer almasının nedeni nedir?
Kürt sorunuyla bağlantılıdır. Kürt sorunu denen sorun bir soykırım olayıdır. Kürt’ü yok sayıyorlar ve yok etmek istiyorlar. Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı sürerken, savaş bitip Ortadoğu paylaşılırken, Ortadoğu’nun paylaşılması temelinde kapitalist modernite sistemi, küresel hegemonik bir güç haline gelirken, Kürt’ü yok saydı, Kürdistan’ı parçaladı ve Kürt’ün yok edilmesini öngören bir zihniyeti ve siyaseti egemen kıldı. Kürt sorunu denen sorun böyle bir sorundur. Kürt’ün yok sayılması ve yok edilmesi durumudur. Dolayısıyla bu sorunu Kürtler yaratmıyor. Bu sorunu küresel kapitalist sistem yarattı. İngiltere, Fransa, Almanya yarattı. Daha sonra Amerika üzerine aldı. Sovyetler Birliği kabul etti. Ortadoğu’daki devletlere Türkiye’ye, İran’a, Arap devletlerine kabul ettirdiler. Bu devletlerin bir kısmı zaten daha sonra ortaya çıktı ve sorunun karakteri böyledir. Kürt’ü yok sayıyor, halk olarak reddediyor ve yok edilmesini istiyorlar. Dolayısıyla Kürt’ün varlığı ve özgürlüğü için mücadele eden herkes buna karşıt görünüyor. Sisteme karşı çıkılıyor deniliyor ve sistem düşmanca görüyor. Amerika, NATO destekledi. Kürtlere karşı 1950’den bu yana uygulamalar var. Ondan önce de 1925’ten 1940’a kadar İngiltere öncülüğündeki sistem destekledi. Amed’de, Dersim’de, Ağrı’da, Doğu Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da yapılan katliamların hepsini bu devletler destekledi. Görmezlikten geldiler. Halbuki soykırım uygulandı. Kürt önderleri idam edildi. Amed’de idam edildiler, Mahabad’da idam edildiler. Süleymaniye’de idam edildiler. Bunu herkes biliyor. Kürtler bunu unutmadı. Kimse de unutmamalıdır. Dolayısıyla Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen zihniyet ve siyasete karşı çıktı mı Kürtler, bütün sistem bundan rahatsızlık duyup karşı çıkıyor. Kendine karşıt görüyor, sahip çıkıyor ve destekliyor.
1985’ten sonra PKK’ye karşı, Kürt gerillasına karşı savaşı NATO yürüttü, Amerika yürüttü. Bütün silahı verdi. Yoksa TC devleti gerilla karşısında 6 ay dayanamazdı. NATO ve Amerika desteklemeseydi gücü yoktu.
Niye o kadar destekledi?
Kürtler, 40 milyonu geçmiş 50 milyona yaklaşan bir halk, bir coğrafyada yaşıyorlar, tarihin en eski en kadim halkları, toplumsallığı yaratmış, uygarlık yaratımına, devletçi sistemin ortaya çıkışına büyük katkılar sunmuş bir halk. Böyle bir halk var ve bütün halklar gibi özgür olmak ister. Dikkat edelim kimseden bir şey istemiyor, herkese tanınan hakkın kendisine de tanınmasını istiyor. Ben de var olayım ve kendimi özgürce yöneteyim, özgür yaşamımı kendim kurayım, diyor. Kimseden istediği bir şey yok. Beni katletmekten vazgeçin, beni yok etmeye çalışmaktan vazgeçin, diyor. Bu kadardır. Buna da hakkı vardır. Bunu herkes görmelidir. Bütün ellerin karışması bundandır. Hala öyle görülüyor. Bu zihniyet ve siyaset mücadeleyle biraz aşıldı, değişti. Irak sahasında kırıldı. Suriye’de de kırılıyor. Araplarda önemli bir zihniyet değişikliği gelişiyor. Ben ona inanıyorum. Kürtlerle dostluğun Araplara ne kazandırdığını iyi görüyorlar. Kürtlerle düşmanlığın ne kadar zarar verdiğini görüyorlar. Böylece Kürt-Arap ilişkileri gelişiyor.
Ona dayalı olarak Avrupa’da, Amerika’da bazı değişiklikler oldu. İnsan hakları düzeyinde bireysel haklar düzeyinde sorun çözülsün diyorlar. Kürtlere kültürel özerklik verelim diyorlar, ama bu bir halktır. Demokratik haklarının hepsi verilmelidir. Bu halk kendi kendini yönetmek istiyor. İstemesi çok doğaldır. ‘Yok sen yönetemezsin böyle yapacaksın’ demek sömürgeciliktir, soykırımcılıktır, faşist diktatörlüktür. Faşist zihniyet ve siyaseti ifade ediyor. Kimse dememelidir. O bakımdan da bazı değişiklikler oldu ama hala tam demokratik zihniyet ve siyaset hakim olmadı. Türkiye faşizmi sıkıştırınca kuşatıp yıkılma noktasına getirince hemen Kürt sorununu yaratan sistem el atıyor, onu ayakta tutuyor. Onlara dayanarak Türkiye’yi sömürüyor onun için bunu yapıyor. Maddi çıkar sağlıyor, ihaleler alıyorlar.
Rusya komploya neden dahil oldu, maddi çıkarları için mi?
Mavi Akım projesinden dolayı dahil oldu. Sadece açıktan para pazarlığı yaptılar, para için Önder Apo İmralı’ya gönderildi. Biraz maddi çıkar sağladılar. Kürtleri bıraksınlar çalışsın zengin olsun, herkese istediği kadar para verebilir. Eğer para için bu kadar şey yapılıyorsa yazıklar olsun o tutuma, öyle bir yaklaşımın insanlıkla, özgürlükle, onurla, şerefle, dostlukla ne alakası var. Bu kadar maddiyatçı çıkarcı, bu kadar sömürücülük çok fazladır. O da en iyi kendisini Kürtlere dayatılan soykırım üzerindeki pazarlıkta kendisini gösteriyor. Onun için el atıyorlar. Kürt sorunu böyle bir sorundur.
Son dönemde dikkat çekici bir gelişme daha yaşandı. AKP-MHP iktiranının Kürtler yönelik savaşına dair “Gizlidir” ibaresi ile bir belge var. Genelkurmay Strateji Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanmış bir belge. İlgili birimlere gönderiliyor. İçeriğinde sivil insanların vurulma emrinden tutalım sivil yerleşim yerlerinin yıkılmasına, insanlık suçuna varana kadar ibareler var. Bu belgenin içeriğiyle ilgili bölümler bir Mısır televizyonunda ve ANF’de yayınlandı. Bu belgeler nasıl ele alınmalı?
Kürt’ü yok sayıp yok etmek istedin mi, o zaman orada ahlak, hukuk, insanlık kalmaz. Vahşet, baskı, katliam, sömürü esas olur. Kendin var olmak için başka her şeyi yok edebilirsin. Diğer yandan 15 Şubat komplosu, İmralı tecrit ve işkence sistemi. Kürt’ün varlığını ve özgürlüğüne isteyene karşı bütün dünyayı birleştirip saldırtırsan, götürür 20 yıl Marmara’da hiç kimsenin gidip gelemeyeceği şekilde bir tecride koyup yaşamdan koparırsan, tabi ki bu zaten Kürt olarak var olmak ve özgür yaşamak isteyenlere bizim cevabımız budur, demektir. Yok ederiz diyoruz. Burada da herhalde yok ederiz, diyorlar. Zaten yok ediyorlar. Asında Kürt sorunu, 15 Şubat komplosu, İmralı işkence ve tecrit sistemi, şimdi ağırlaştırılmış tecrit denen şey zaten bütün Kürtlere imha ve tasfiye amaçlı bir saldırı demektir. Senin varlığını, özgürlüğünü kabul etmiyorum, seni yok edeceğim, demektir. Artık bu yok etmenin çeşit çeşit şekilleri var. Fiziki katliam olur, hapse koyma olur, sürgüne gönderme olur, tecrit etme olur. Hepsi de yok etmedir. Hepsi de uygulanıyor. Dikkat edelim şu çıkıyor ortaya: Demek ki, Uluslararası Komplo ve onun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemi var oldukça Kürt’e imha ve tasfiye amaçlı saldırı da olur. Artık imha ve tasfiye fiziki olur, duygusal olur, zihni olur, kültürel olur, ulusal olur, artık nasıl olursa olur. Soykırımın çeşit çeşit yöntemleri var. Bütün yöntemler uygulanır, dolayısıyla zaten uygulanıyor. Hepsinin bir ortak yanı var. Kürt ulusal demokratik varlığını yok etmek. Kürt’ü soykırıma uğratmak. Çöktürme planı da Kürt’ü soykırıma uğratma planıdır. Daha önce de böyle bir plan açığa çıkmıştı. Hem de İmralı’da görüşmeler olurken, Kürt sorununun çözümünü geliştireceğiz diye mutabakatlar oluşturulur, yazılı belgeler ortaya çıkartılırken, -ki bu belgeler bize de geldi. Biz evet dedik. Hükümet ve HDP heyetleri arasında Dolmabahçe sarayında bu bunlar okundu. Yani bu bunları yöneten bu belgenin gönderildiği müsteşarlıktı. Daha sonra 24 Temmuz 2015 saldırısından sonra AKP-MHP faşist saldırıları gelişip ona karşı direniş süreci ilerleyince işte böyle bir belge de o zaman açığa çıktı ki, bir yandan bu görüşmeleri yaparken aslında diğer yandan “Çöktürme Eylem Planı” diye bir imha ve yok etmek planı hazırlıyorlarmış. İkisini de yapan kurum, aynı kurumdur. Demek ki, bütün o görüşmeler yalanmış, aslında hepsi yalanmış. Oyalamaymış, zaman kazanmaymış. Şimdi bir de yüzü kızarmayan Erdoğan sokağa çıkıyor “ateşkes süreçlerini iyi değerlendirmediler, biz gördük ki savaşa hazırlanmışlar” diyor. Bunların hepsi yalan, gerçekle hiç alakası yoktur.
PKK öyle herhangi bir hazırlık yapmış olsaydı, 24 Temmuz saldırısı başladığında 25 Temmuz’da ayaklanma çıkarırdı. İsyan ederdi ve Ahmet Davutoğlu hükümetini yerle bir ederdi. Bakın yapamadı. Çünkü gerçekten de demokratik çözüm istiyordu, siyasi çözüm istiyordu. Önder Apo da bunun teorisini, programını, projesini geliştirmişti. Kürt halkı buna inanmıştı. Böyle olsun istiyordu. Öyle kimseden çok fazla bir şey istemiyordu ama az da olsa bir çözüm olsun istiyorlardı. Dünya geneline bakınca “olabilir” diyorlardı. Demek ki, TC’deki faşist soykırımcı zihniyet ve siyaseti tam kavrayamamışız. Demek ki, Kürt sorununu tam anlayamamışız. Ortaya bu çıktı. Karşılığında gördük ki, karşı taraf tümüyle oyun ve hile yapıyormuş. Çöktürme planıyla PKK’yi nasıl yok edecek, dolayısıyla Kürt soykırımını nasıl gerçekleştirecek onun hesaplarını yaparmış. Bu net olarak açığa çıktı. O çöktürme eylem planı çıktı. Onu hazırlayanın aynı Genelkurmayla, Güvenlik Müsteşarlığı olduğu ortaya çıktı ve bunlar aynı zamanda sözde İmralı’daki görüşmeleri organize edenlerdi, demokratik çözümden yana olanlardı. Biz bunları görünce şaşırdık. Bu kadar da hile ve yalan olmamalı. Fakat nitekim oluyor, oldu. Karşımızda böyle bir güç var.
Fakat bu belge sanırım yeni hazırlanmış. Niye yeni hazırlanmış, onu anlamak lazım. Demek ki, eskisi iflas etmiş, boşa çıkmış, yeterli ve başarılı olmamış. Bir defa bunu net tespit etmeliyiz. Demek ki, 24 Temmuz 2015’ten itibaren uygulamaya konan “Çöktürme Eylem Planı” daha öncesinde 15 Eylül 2014’te DAİŞ’i Kobanê’ye saldırtarak başlatılan plan boşa çıkmıştır, başarısız kılınmıştır. Bu çok önemli bir sonuçtur. Bir defa bunu herkes görmelidir. Kürtler direnerek en azından birincisini başarısız kılmışlar. Arada belki başka çöktürme planları olmuş onlar da boşa çıkmıştır. Şimdi bunu bize “Çöktürme Planı” diye yansıtıyorlar, ileri sürüyorlar. Yeni plan hazırladık vuracağız, kıracağız güya gözümüzü korkutmaya çalışıyorlar, toplumu ürkütmeye çalışıyorlar. Fakat biz böyle bir çok planı geçtik. Birinci plan geçti, belki ikincisi geçti, üçüncüsü bu da kaçıncıdır ve ne zamandan uygulanmaya konmuştur, bunu bilemiyoruz. Boşa çıkmıştır, çıkacak. Böyle planları çok gördük, çok boşa çıkardık, yenilgiye uğrattık. Sona geliyor. Bu palanı yapanlarında sonuna geliniyor, faşist saldırıları da yapanların sonuna geliniyor. Faşizm çöküş sürecinde, çekecek. Bunu herkes görmelidir. Fakat içeriği önemlidir. İçeriğindeki vahşet önemlidir.
Biz özel savaş var diyorduk, ama “PKK, Kürtler propaganda yapıyor, TC devletine haksızlık yapıyorlar” diyorlardı. Buyursun görsünler. “Yerleşim yerlerini öyle yıkacaksın ki, geri dönüş imkanı kalmayacak” diniliyor. O zaman Cizre’de yapılan önceden planlanmıştı. Sur’da yapılan önceden planlanmıştı. Şırnak’a yapılan önceden planlanmıştı. O direnişler oldu öyle yapıldı diyenler bilemiyorlar. Demek ki önceden planlanmış. Bunlar planlıdırlar. “Hiç gözünüzü kırpmadan vuracaksınız” diyorlar. Aynı Dersim fermanı gibidir. “Vurmayanı da cezalandıracağız” diyorlar. Korkmayın diye güvence veriyorlar. Aynı Dersim soykırımı gibidir. “Kim karşınızda bir Kürtlük emaresi gösterecekse kararlılıkla vurun, katledin, hiç korkmayın. Devlet güvenlik mahkemeleri arkanızda hazırdır. Sizi suçlu sayan olursa bile onlar affettirirler.” Bakın ne kadar katliam davaları varsa affediliyorlar. Bütün katliam davalarını yok sayıyorlar.
Avrupa, evet TC devletini kendisi yarattı çocuğu gibi koruyor. Ama AİHM hukuk adına böyle uyduruk şeylere sığınıyor. Ben Avrupa hukukunu iyi tanıyorum. Avrupa’da altı sene hapis yattım. Hukuk denen şeyi gördüm. Ceza Muhakemeleri Usul Kanunları var, her şey usuldür, içerik hiç yoktur. Usulen bir şey yapabildin yaptın, yoksa içerik müzakeresidir, bilmem içerik olarak suçun ortadan kalkmasıdır bunlar yoktur. Usulen bir terslik olmuşsa çıkarsın, yoksa usul neyi gerektiriyorsa öyle kalıyorsun. Çok biçimci, çok şekli, çok usulcü, neye destek verdiğinden haberi yoktur. Burada her türlü katliam öngörülüyor. Ben öncekilerine göz attım, ilginç şeyler var. Örneğin Erbil Konsolosluğuna bütün Medya Savunma Alanları’ndaki PKK komutanlarını, yönetimlerini, denetleme, izleme ve onlara karşı eylem yapma talimatı verdiği gibi, bu yetmiyor. Rojava’yı da içine alıyor. Bütün Kuzey Doğu Suriye’deki varlığı karşı da Arap aşiretleriyle ilişki kurarak her türlü hileyi yapabilirsin, bilmem basın üzerinden aldatma geliştirebilirsin diyor. Korkunç bir durumdur. Çok ilginçtir. Kendi askerlerine “Tabuta mı girmek istersiniz, savcının karşısına mı çıkmak istersiniz” diyorlar. Zorla insanları Kürt katlettirmeye götürüyorlar. O açığa çıkıyor. AKP-MHP faşizmi zorla ve parayla satın alarak yapıyor ama esas olarak da zorla insanları katliama, soykırıma götürüyor. Kürdistan’ın değişik yerlerinde katliamı yapmazsan seni katlederiz tehditliyle yapıyor. Bir de “PKK insanlara zorla şunu yapıyor, zorla bunu yapıyor” diyorlar. Bence AİHM incelesin, Avrupa çevreleri incelesinler, ben demokratım diyen güçlerin hepsi bu belgeyi incelesinler, görsünler ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti denen gücün devlet olmakla ne kadar ilişkisi var. Hukukla ne kadar bağı var. Yoktur. Turgut Özal “bir kere anayasayı delmekle bir şey olmaz” demişti. Burada da diyor, “ihlal etmenizde bir şey olmaz” bu da güya bekalarının gereğiymiş. “Savaştan öte seferberlik halindeyiz” diyor. Eğer o konuları söyleyeceksek. Buradaki durum içler acısıdır. AKP’ye umut bağlayanlar okusunlar. Erdoğan ve Bahçeli’ye umut bağlayanlar görsünler nasıl çöküş içerisinde olduklarını. “Seferberlik halindeyiz, yok olmak üzereyiz. Yapmazsanız biteceğiz, ölüm-kalım sürecindeyiz, çöküş halindeyiz” diyorlar. Bunu alenen söylüyorlar. Bu bakımdan bir vahşi saldırı içerisindeler, çöküş içerisindeler. Bir de savaş yürütüyorlar. “Seferberlik halindeyiz” diyorlar. Evet bu bir savaş belgesidir, açık ortadadır. “Seferberlik” bir askeri deyimdir. Bir bütün toplumun savaşa sevk edilmesine “seferberlik” deniliyor. Direnme savaşı olur, saldırı savaşı olur o ayrı bir konudur. Biz de direnmeye seferber olmuşuz. Topyekun direnişteyiz, diyoruz. Çünkü böyle bir saldırı var. Burada belgeleniyor ki, AKP-MHP faşist diktatörlüğü topyekun bir saldırıda seferberlik düzeyindedir. Yani saldırı savaşı yürütüyor. Seferberlik bir savaş demektir. Kime karşı, ‘terör örgütüne karşı savaş yapıyorum’ diyemez. “Operasyon yapıyorum” diyor. Ama burada seferberlik hali var. Savaş hali var. O halde savaş hukuku işlemeli. Gerçekten seferberlik diyorsa, savaş yürütüyorsa, bunu açıkça ortaya koymalı. Biz de onu söylüyoruz. O zaman, bir; savaş hukukunun gereklerine taraflar uymalıdır. Mesela uluslararası güçler bunu dayatmalılar. İki; savaşan güçler savaşırlar ama yenmek ve yenişmek için savaşırlar, yenişemezlerse başka yollar da arayabilirler. Fakat burada şu var. Kendi dışında herkesi hain ilan ediyor. “Vatan haini” diyor. Demokratik siyaset yürüten güçlere “hain, yok edilmeli” diyor ve en büyük tehlike olarak görüyor. Şimdi HDP’liler niye o kadar tutuklanıyorlar. Nasıl HDP Eşbaşkanları tutuklandı. Nasıl milletvekilleri tutuklu. Nasıl belediye başkanları tutuklu. Yaptılar, hepsini uygulamaya koydular. Fakat vardıkları sonuç budur. Çok öteye gidemeyecekler, onu bilmeliler. Fakat şu önemlidir: Burada savaş hukukuna da uymayan, siyasete ve hiçbir hukuka uymayan bir vahşi katliam var, soykırım saldırısı var. Herkes bunu görmeli, çünkü insanlık suçu işleniyor. Yani TC devleti birilerini düşman bilip düşmanla savaşsa denir ki savaş yapıyor. Yanlış ya da doğru ama savaş gereklerine uyuyor, savaş yapar savaşı durdurur da, “savaş yapmıyorum” diyor ama ondan sonra da insanlık suçu işleyecek davranışlar yapıyor, katliamlar yapıyor, soykırım yapıyor. Bu bir soykırım belgesidir. Aslında komplo belgesidir. İmralı tecrit ve işkence sisteminin bütün Kürdistan’a Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya nasıl yayıldığını gösteren belgedir. “Bütün dünyaya gerçekleri yanlış söyleyin, desteklerini almamız lazım” diyorlar. Bütün dünya devletlerini, siyasetçilerini, işledikleri Kürt soykırım suçuna ortak etmeyi öngörüyorlar.
Çöktürme planları ve komploya, bir bütün olarak faşizme karşı şu anda her yerde bir direniş var. Bu direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu direniş, her şeyden önce hukuk, ahlak, insanlık dinlemeyen; tepeden tırnağa faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset olan bir saldırganlığa karşıdır. Bir insanlık direnişi, onur direnişi, özgürlük direnişi, demokrasi direnişi, var olma direnişi. Özgür insan olarak kendini var etme, özgür halk halk olarak kendini var etme, demokratik haklar olarak insanlığı var etme direnişi. Bu net olarak ortaya çıkıyor. Aslında şimdiye kadar olan da böyleydi. Leyla Güven, Nasır Yağız öncülüğünde, zindanlarda, Avrupa’da gelişen direniş de bunun zirvesi oluyor, finali oluyor. Komplonun 20. yıl dönümünü böyle bir direnişle karşılıyor ve şunu belgeliyor. 20. yılda komployu yeneceğiz, İmralı işkence ve tecrit sistemini kabul etmiyoruz, parçalayacağız. Kürt sorunu denen sorunu çözeceğiz. Kürt’ü inkar eden ve imha etmek isteyen zihniyet ve siyaseti ortadan kaldıracağız. Bu zihniyet ve siyaset değişecek. Akıllar başa gelecek, doğru demokratik siyaset yapar, insanlar demokratik düşünür, kardeşçe düşünür hale gelecek. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset, duygu, düşünce yok olacak. Onlarda duygu ve düşünce zaten yok, fakat histerik düzeydeki saldırganlık vahşet durumu ortadan kalkacak. Bu direnişler bunu ilan ediyor. Bu yeni bir durumdur, yeni bir çizgidir. Gerçekten de derin bir özeleştiridir. Bir düzeltmedir. Aslında şimdiye kadar içten içe insanların yaşadığı ama bir türlü tutuma tam olarak koyamadığı, parça parça sürdürdüğü tutumu şimdi genel bir tutuma dönüştürüyoruz.
“Güneşimizi karartamazsınız” direnişçileri böyleydiler. 20 yıl içerisinde dağlarda, ovalarda, şehirlerde savaşarak; dört parçada şehit düşün kahraman gerillalar böyleydi. Onlar, İmralı işkence ve tecrit sistemiyle yaşamak istemediler. Uluslararası Komplo’yu kabul etmediler ve varlıklarını buna karşı mücadeleye adadılar. Şimdi bu o çizgide bir direniş oluyor. Aynen 12 Eylül faşist askeri diktatörlüğünün saldırısını kabul etmeyenler gibi. Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Ferhatlar gibi, Büyük 14 Temmuz direnişçiliği gibi bir direnişçilik oluyor. Bir defa bu gerçeği görelim. Bu doğru bir tutumdur, olması gereken tutumdur. Böyle bir süreci başlatanlara teşekkür etmeliyiz. Öncülük ettiler, yol çizdiler. Bu durumda Kürt halkına, bütün kadınlarına, gençlerine, emekçilerine, dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında Kürt yurtseverlerine düşen tek tutum şu oluyor: Bu gerçeği doğru görmeliler, anlamalılar, buna sahip çıkmalılar ve katılmalılar. Ellerinden ne geliyorsa, bulundukları yerde İmralı işkence ve tecrit sistemi temelinde bütün tecridi faşist soykırımcı zihniyet ve siyaseti yok etmek için mücadeleye girmeliler. Bu konuda tam bir yurtseverlikle, fedai çizgisinde mücadele etmeliler. Çizgi ortada ve netleşmiştir. Bu geneldir. Öyle sadece açlık yapanların durumu öyle değil, 40 yıldır gerilla aynı çizgide mücadele ediyor. Aslında yurtsever tutum bu temeldeydi. Bunu şimdi geldiğimiz noktada yürütülme düzeyi budur. Bunu herkes böyle bilmeli. Farklı anlamamalı. Elbette açlık grevleri daha önemli, hepsini saygıyla selamlıyorum. Leyla Güven, Nasır Yağız, yurtdışındakiler, zindanlardaki açlık grevi direnişçileri, büyük bir kahramanlık yürütüyorlar. Herkes onu iyi bilir. Yaşamı, uğruna sevenlerin çizgisi budur. Başarılı olacaklar buna inanmak lazım. Zaten şimdiye kadar oyun olsa da hile de olsa adımlar attırdı. Mesela 12 Ocak görüşmesi var, Leyla Güven’in bırakılması var. Bir çok çevre değerlendirdi. Direniş kazandırıyor, sonuç alıyor. Bu netleşmiştir. Mazlum Doğan’ın ilkesi sonuç veriyor. “Direnmek yaşamaktır. Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür.” Direnişin nasıl zafere götürdüğünü görüyoruz. Dolayısıyla bu bir zafer direnişidir. Herkes bu temelde direnişe katılmalı. Direnişçiler böyle bir ruhla yürümeliler. İnsan olmanın, devrimci yurtsever olmanın, demokrat olmanın gereklerini yerine getiriyorlar. Büyük bir duruştur, büyük bir duygudur. Fakat tarihsel bir rol, misyon yerine getirmedir. Bunun da bilinmesi gerekiyor. Bunun gerektirdiği cesareti, fedakarlığı gösterdik. Hareket ve halk olarak şimdi de göstereceğiz. Hepimiz böyle bir direnme konumundayız.
Bunu iyi anlamak önemlidir. Doğru katılmak önemlidir. Dolayısıyla imkanları ve fırsatları yeteri kadar değerlendirmek lazım. Kürtler açısından onu söyleyebilirim.
Doğru anlamaktan kasıt nedir?
Bunun tartışılacak bir yanı yok; yaptığımız direniş bir seçenek değil ki, tek seçenektir, son seçenektir. Ne yapabilirsin? Bu durumda siyaset mi yapabilirsin, üretim mi yapabilirsin, bir yaşam mı kurabilirsin? Faşizmin saldırıları ortadadır. Siyaset diyeni içeri koyuyor, iki kelime söz söyleyen içeride, belediye başkanı o kadar oy alarak seçiliyor hapiste, bilmem milletvekili seçiliyor hapiste. Siyaset yapma imkanı yoktur. Kendimi yer tutup üretim yapacam, yaşayacam bu da yok. Bana hizmet edeceksin diyor, yani köle olacaksın diyor. Bunu hepimiz görmeliyiz. Başka türlü bir yol yoktur. Öyle bir sistemle, rejimle yüz yüzeyiz ki, direnmekten başka çare yok. Bir olmak, bilinçlenmek, direnmek. Doğru amaçlar doğrultusunda direnmek. Peki bu direnmek tarihi bir misyon. Eylemciler çok şey isteyerek mi direniyorlar. Hayır. Ne istiyorlar? “Tecrit olmasın” diyorlar. “İmralı işkence ve tecrit sistemi son bulsun” diyorlar. Bu çok mu fazla bir istemdir. “Önder Abdullah Öcalan düşüncelerini kamuoyuna açıklayabilsin” diyorlar. Tayyip Erdoğan günde 20 saat konuşuyor, otuz tane kanal canlı veriyor. Önder Abdullah Öcalan da haftada bir saat konuşsun ve söyledikleri kamuoyuna gitsin istiyorlar. Önder Apo’nun sözlerinden niye korkuyor. Niye korkuluyor düşüncesinden. Demek ki, burada büyük bir korku var. Önder Abdullah Öcalan’ın söz söylemesi, düşünce açıklamasından daha doğal bir şey olabilir mi? Tecrit bunu engelliyor. Bundan korkuluyor. Demek ki, haksız. Demek ki, hile yapıyor. Demek ki, zülüm yapıyor. Önder Apo konuşursa maskesini düşürecek yüzünü açığa çıkaracak, gerçekleri kamuoyuna iyi gösterecek, çünkü zeka gücü öyledir. Bundan korktuğu içindir. Çok nettir. Bu çok yerine getirilmez bir talep değildir. Tecridin kırılması herkesin Türkiye’de konuşabilmesi, düşünce özgürlüğünün olması, siyaset özgürlüğünün olması ne kadar gerekli. Tayyip Erdoğan’ı dört ay hapse koydular, anlatmaktan bitmiyor. HDP Eşbaşkanlarını iki sene oldu hapse koymuş daha ne kadar koyacak belli değil, ceza üzerine ceza verdirtiyor. Peki ne hakla verdirtiyor. Tayyip Erdoğan’ın siyaset yapma hakkı var da onların yok mu? Bırak söylesinler, yanlış söylüyorlarsa zaten toplum onları reddeder. Toplum benimsiyorsa demek ki doğru söylüyorlardır. Kendisine gelince bu ilkeyi uyguluyor, başkalarına niye uygulamıyor? Demek ki, her şey kendi çıkarına göredir. Bunu anlamamız lazım. Ortada gerçekleşmeyecek bir amaç yoktur, hedef yoktur. Öyle çok bir şey istenmiyor. Eğer gerçekten haram yeme, hile yapma, yalan söyleme, baskı-sömürü uygulama, katliam yapma durumları yoksa Önder Apo’nun konuşur olmasından, herkesin siyaset yapmasından hiç korkmamalılar. Tutukladıkları eşbaşkanların, milletvekillerinin dışarıda olup siyaset yapmasından niye korkuyorlar. Korkmasınlar. Kürt’ün siyaset yapmasından, örgütlenmesinden niye korkuyorlar? Kendileri örgütlenip yapıyorlar, Kürtler de örgütlenip yaparlar. Çünkü onların da hakkı var. Bu hakkı tanımak lazım. Eğer biraz demokrasiye açık duyarlı olacaksak, bu gereklidir. Bunu görelim. Bu bakımdan oldukça meşru, haklı, sonuç alıcı direniş içerisindeyiz. Net ortaya çıkmıştır. Eylem zenginliği gerekli. Çeşitlendirmek gereklidir.
Şu çok açıktır: Tecrit ve işkence, komployla bağlantılıdır. Komplo Kürt sorunuyla bağlantılı. Kürt’e dayatılan bir soykırımdır. Haksızlıktır, hakarettir. Kürt halkı bu haksızlığı, bu hakareti kabul etmez. Etmiyor. Önder Apo etmemelerini öğretti, bilinçlendirdi, cesaret verdi. Şehitleri direndiler, gerçekleri ortaya koydular. Şimdi kadın-erkek bütün toplum direniyor, direnecek. Artık şunu herkes bilmelidir; İmralı işkence ve tecrit sistemiyle birlikte Kürtler yaşamayacak. Ya o sistem yerle bir olacak, yok olacak ya da Kürtler direnecekler. Son fertlerine kadar kanlarının son damlasına kadar direnecekler. Bu karar böyle bir kararlılıktır. Bunun gerisindeki bir durumu kesinlikle kabul etmeyecekler. İmralı işkence ve tecrit sistemi parçalanacak, Önder Apo özgür yaşar ve çalışır duruma kavuşacak. Hükümet söyledi, milletvekili olan insanlar gittiler İmralı’da görüşmeler yaptılar. Onları kamuoyuna açıkladılar, bize getirdiler. Şimdi bu suç sayıldı, hapis yatıyorlar, cezalar aldılar. İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Selahattin Demirtaş diğerleri ama bunlar aslında hükümetin isteğini yapmışlardı. O hükümet bugün ayakta olan hükümet. Başında Tayyip Erdoğan vardı. Eskiden anlatırlardı. Lozan’a İsmet İnönü görüşmeye gittiğinde Kürt milletvekillerine “elbisenizi giyin gelin” Meclis’e götürüyorlar. “Kürtçe konuşun” diyorlar. Lozan olduktan sonra devlet kendisini sağlama aldıktan sonra bizzat Mustafa Kemal’in şunu söylediği söylenirdi: “Kendi milletine faydası olmayanın bize de faydası olmaz, asın bunları.” Öyle yapanların hepsini idam etmişler. Şimdi de öyle yapanlar hapse girdiler. Başlarına ne gelecek belli değil. Önder Apo uyarmıştı. “Dikkat edin başarılı olamazsanız sonu tehlikeli olur” dedi. Çünkü tarih bilinci vardı. Tarih yeniden yaşanıyor. Gerçekten öyle olabilir mi, insanlar bunu yaşayabilir mi, diye düşünüyorduk. Demek ki, yaşanırmış, gözümüzle gördük. Şimdi böyle bir ortamda direnmekten başka ne olabilir. Başka hiçbir şey olamaz. O bakımdan Kürt halkı direnişi sürdürecek. Başka çaresi yoktur. Kararlılıklarını açıkladılar, bedeli ne olursa olsun diyorlar. Doğru, biz katılıyoruz. Bıçak kemiğe dayandı, diyorlar. Artık Kürt’ün başka kaybedecek bir şeyi kalmadı. Bunu herkes bilmelidir. Bu hakaret ve imha düzeniyle yaşanamaz. Ona boyun eğemez. Kürtler onurlu insanlardır. Özgürlüklerine tutkundurlar, bunu öğrendiler. Bir ara örgütsüz kaldılar, zorluk yaşadılar ama şimdi Önder Apo ile bilinçlendiler, örgütlendiler, artık bu durumun gerisine asla düşmezler. Kimse eskiye döndürürüz sanmamalıdır.
Direniş, güçlü ve yeni eylemlerle nasıl daha etkili geliştirilebilir, daha geniş kesimler buna nasıl katılabilirler?
Şimdi mesele budur. Dört parça Kürdistan’da herkes katılmalı. Yurt dışındaki Kürtler daha yaratıcı bir biçimde bu işin içerisinde olmalılar, öncülük etmeliler. Gerçekten de bazı eylemciler de belirtiyor “bir olunsa herkes tutum koysa gidişat farklı olur” biz de buna inanıyoruz. Birlik, katılım, irade kesinlikle sonuç verir. Eylemler gelişiyor. Zenginleşiyor. Daha fazla zenginleşmeli, daha çok büyümeli, daha çok çevreyi de katmalı. Örneğin Türkiye daha fazla katılmalı. Türkiye kadınları, gençleri, emekçileri daha çok yer almalılar. Çünkü komplo da var. Komplo ve tecrit en çok kendilerinedir. Dolayısıyla Kürt halkının yürüttüğü direniş en çok Türkiye halklarının özgürlüğü ve demokrasisi içindir, o halde sahip çıkmalılar, direnmeliler, buna katılmalılar. Türkiye’nin devrimci demokratik güçleri buna katılmalılar. Başta Halkların Birleşik Devrim Hareki olmak üzere o yoldaşları biz süreci doğru okumaya ve daha aktif katılıma çağırıyoruz, davet ediyoruz. Aslında önceden de çağırmak istedik, bazı şeyler engel oldu. Fakat mevcut durum yetersizdir. Zindanlardaki duruşta, dışarıdaki duruşta oysa ki ele bir fırsat geçti, faşizmden hesap sorma zamanı, diktatörlükten hesap sorma zamanı, topluma inip toplumu örgütleyerek demokratik direnişe çekme zamanı. O zaman daha ne duruluyor. İstanbul’da, İzmir’de, İstanbul’da büyük kentlerde de, Çukurova’dan Karadeniz’e bütün kentlerde de etkili olabilmeliler. Herkesin yönü oraya doğru olabilmeli. Özellikle yurt dışındaki varlık ve çaba tümüyle Türkiye’de böyle bir direnişi örgütlemeye ve geliştirmeye yönelmeli. Bu çok önemli bir tutumdur.
Bu direnişle birlikte hepimize güç geldi, heyecan geldi, Galler’deki direnen genç yoldaşın deyimiyle “özgürleştik, gerçekten de irade kazandık” mevcut direnişi tecriti kırıp faşizmi yıkarak zafere doğru götürdükçe daha çok güçleneceğiz. Daha çok örgütlü olacağız, daha çok özgürleşeceğiz, irade kazanacağız. Bu netleşiyor. Kadın öncülüğü burada çok önemli rol oynuyor. Gerçekten de pratikte de öncülük ediyorlar, düşünsel olarak da öncülük ediyorlar. Oldukça etkili de oldu, heyecan da kattı. Kadınların Türkiye’den yurt dışına kadar her alanda oldu. Kadını köleleştirmenin, tacizin, tecavüzün, katliamında temeli olan erkek egemen zihniyet ve siyaseti kırmak ondan kurtulmak özgürleşmek için bu mücadele çok önemli bir fırsat. Elde önemli imkanlar var. O zaman fırsatı ve imkanı daha iyi değerlendirmeli. Özgürlük için herkes gerçekten de ayağa kalkmalı. Şimdi eylem zamanı, şimdi ayağa kalkma zamanı, şimdi tecride faşizme karşı direnişi her düzeyde geliştirme zamanı. Dolayısıyla kadınlar, gençler, tüm halklar, her taraftaki halkımız komplonun 21. yılana böyle büyük bir ruh, duruş ve direnişle girebilmeli.
Daha önce var olan direnişlerle ilgili özellikle Başûr halkının daha güçlü katılabileceğini söylemiştiniz. Sonrasında Şêladizê halkının direnişi ortaya çıktı. Bu ne anlama geliyor?
Gerçekten de bir kere daha selamlıyorum. Şehitlerini saygıyla anıyorum Dêralok ve Şêladizê serhildancılarını selamlıyor, gösterdikleri tutumdan dolayı kutluyorum. Aslında serhildanı dememek lazım. Direniş de dememek lazım. Bu bir devrim oldu. Dêralok ve Şêladizê’de yaşananlar gerçekten devrimdir. Güney’de devrim, bütün Kürdistan’da devrim.
Bu ne devrimi oluyor?
Duygu devrimi, korkuyu yıkma devrimi, işbirlikçiliğe karşı çıkma devrimi, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetten kopma ve ona karşı çıkma devrimi. Bu birlik devrimidir. Ulusal ruh, ulusal duygu ve ulusal birlik devrimi. TC devletinin o faşist-soykırımcı saldırıları karşısında yaptıkları çok büyük bir şey oldu. Müthiş bir etki yaptı. Hepimiz heyecanlandık, böyle büyük duygu ve heyecan kazandıranlara büyük teşekkürlerimizi de sunuyoruz. Bunu görmek lazım. Bunun etkisi çok olacak, yayılacak. Bir çok safsatayı yerle bir etti. Kürdistan’ı parçalayan, Başûr’u ayrı Bakur’u ayrı tutmaya çalışan yaklaşımlar yerle bir oldu. İşte ihtiyacımız var; kapılarımız kapanıyor, ekonomimiz gerekli biçiminde gerekçe sunan özellikle Hewlêr yönetiminin bütün gerekçeleri yok oldu. Bunu net söyleyeyim, o halk ekmek demedi, su demedi, onur istedi, özgürlük istedi, şeref istedi. Dêralok ve Şêladizê serhildanı bir onur devrimiydi, özgürlük devrimiydi, birlik ve duygu devrimiydi. Bunu anlayanlar coşarlar. Anlamayanlar ne olurlar bu dünyada niye yaşarlar bunu bilemem, o bakımdan gerçekten de buna sahip çıkmak yerine buna karşı çıkıcı tutumlar özrü kabahatinden büyük tutumlar oluyor. İşte bazı KDP yöneticileri ekmeğe ihtiyacımız var, Türkiye’den geliyor, bu durum bizi zorluyor, halk ekmek istiyor. Halk ekmek istemiyor. Hewlêr’deki yöneticiler, Sayın Neçirvan Barzani halk önce onur istiyor, şeref istiyor, özgürlük istiyor, birlik istiyor, gör bunu. Gözümüzü açalım. Başûr halkını ben çok iyi tanıyorum. Neçirvan Barzani’den de iyi tanırım. Bu bilinmeli, bu halk açtı ve susuzdu, evi yoktu, dağların kovuklarında kalıyordu ama savaşıyordu. Hepsi pêşmergeydi, onurları vardı, şerefleri vardı, başları dikti. Biz bu halkı böyle gördük ve böyle tanıdık. Neçirvan belki küçüktür tanımaz, sorsun Sayın Mesud Barzani’ye pêşmergeyim diye övünüyor, hakkıdır da, bu halk pêşmerge halkı, pêşmerge onur duruşudur, şeref duruşudur, özgürlük duruşudur, direniş duruşudur. Ekmek duruşu değil, su duruşu değil, aç susuz kaldık demek duruşu değil. Öyle değildi. Dolayısıyla yanıltmamalıyız, gerçekleri iyi ortaya koymak lazım.
Halka yönelik yoğun baskı yapıldı ve devam ediyor…
O baskılar durmalı, o baskıları kim yaparsa yarın altında kalır. Her bakımdan altında kalır. Bu toplum onu affetmez. Ondan sonra herkes mesajı iyi almalıdır. Gerçekten de büyük bir mesaj verdi. Bu devrim mesajıydı. Birlik mesajıydı. Herkes mesajı iyi almalı. Biz çağrılar yaptık, mesajı iyi aldık. Doğru söylediler Kürdistan birdir, Kürtler birdir. Kürt sorunu tek bir sorundur, her yerden birden çözülür. Bir yerde çözülmez. O halde bütün herkes bir olmalı ve sorunu yaratanlara karşı mücadele edip bu sorunu çözmeli. Çözebilmek için de demokratik birliğe ihtiyaç var, ilişkiye ihtiyaç var. Özellikle KDP-YNK yöneticileri toplumun mesajını ters okumamalılar, topluma ikide bir “aç kalacaksınız, susuz kalacaksınız, böyle yaparsanız Türkiye ne yapar, İran ne yapar” diyerek tehdit etmemeliler. Topluma onur, şeref, özgürlük, bilinç, irade vermeliler. Öyle olan bir toplum ekmeğini taştan çıkarır. Gerçekten de Kürdistan toprağı zengin verimlidir, bu halkı besler yeter ki o topraktan beslenmeyi bilelim. Özgürce yaşamaya tutkulu olalım. O nedenle mesaj iyi alınmalı. Biz Hareket olarak üzerinde düşünüyoruz.
PKK yaptı, kışkırtı da diyorlar. Bunların doğruluk payı var mı?
PKK’nin oralarda hiçbir örgütlülüğünün ve çalışmasının olmadığını KDP yönetimi herkesten iyi biliyor. Bu bir TC saptırmasıdır. Öyle hiçbir yerde PKK örgütlülüğü yok, ama PKK tabi özgür Kürt mücadelesi yürütüyor, biraz Kürt özgürlüğü tutkusu olan, ruhu, duygusu olanlar PKK’yi duyuyorlar, etkileniyorlar. Dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında PKK’den etkilenmeyen Kürt mü var. Söz konusu örgütlerin yönetimleri de dahil. Ben net soruyorum, onlarda da bir damar PKK’lilik yine de vardır. O öne çıksın istiyoruz şimdi. O nedenle öyle PKK filan yapmadı. Halkın tutumuydu, çok doğal bir tutumuydu, çok onurlu bir tutumdu. Aslında dört parça Kürdistan’daki bütün halkın tutumunu, anlayışını yansıtıyor, o hepimize bir mesaj veriyor. Kürt siyaseti demokratik birliğini örgütlenmesini yaratmalı, soykırımcı-sömürgeci saldırılara karşı birlikte mücadele etmeli. Sömürgeciliği yenmeliler, sorunu birleşik güçlerini açığa çıkartarak çözmeliler, bütün dünyanın karşısına da böyle çıkmalılar. Böyle olursa faşizmi yıkmak, sömürgeciliği yenmek, tecridi kırmak zor değildir. Kürt’ün buna gücü var. Kürt halkının direnişçiliği var. Yeter ki bunu siyasetçiler görsün, anlasın ve öyle bir birliği yaratabilsinler. Biz bu temelde bir kere daha herkesi doğru anlayıp ders çıkartmaya hem de onun gerektirdiği özgürlükçü, demokratik, birlikçi tutumu takınmaya çağırıyoruz.