HABER MERKEZİ
Ada cezaevinin kendisi başlı başına tecrit amaçlıydı. Buna bir de cezaevi içinde tecrit uygulamaları eklendi. Öcalan, bu tabutluk denilen yaşamı ve sınırlı olanakları demokratik çözüm ve barış için değerlendirmek istedi. Uluslararası komployu boşa çıkarmanın yolu buradan, yani demokratik çözüm ve barıştan geçiyordu. İmralı’nın 20 yılı Öcalan’ın bu yönlü çabalarının ifadesidir.
Sayın Öcalan’ın uluslararası komplo ile yakalanmasından itibaren yirminci yıl tamamlanmış durumdadır. Bilindiği üzere Öcalan uluslararası komployla birlikte hegemonik dünya kapitalist sistemin operasyonu neticesinde önce 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda bırakılmış, 15 Şubat 1999 tarihinde de Kenya’da kaçırılarak Türk devlet yetkililerine teslim edilmiştir. Bu tarihten bugüne kadar da İmralı Ada Cezaevinde tutulmaktadır.
Öcalan’ın yakalanma tarihi olan 15 Şubat, Kürtler açısından aynı zamanda başka bir trajedinin hafızalarda yeniden canlanmasına da vesile olmuştur. Zira 15 Şubat tarihi Kürt halkının baskı, imha ve asimilasyon politikalarına yoğun bir şekilde maruz kalmaları ile sonuçlanan Şeyh Sait’e yönelik geliştirilen komplonun da başlangıç günüdür. Öcalan ile ilgili 29 Haziran 1999 tarihinde tiyatro niteliğinde İmralı yargılaması sonrasında idam kararı verilirken; bu tarih de Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam edildiği günün yıldönümüdür. Bu tarihsel benzerlik içerik olarak da bir benzerliği ortaya koymaktadır. Zira nasıl ki Şeyh Sait’in idamı ile Kürtlük aşama aşama yok edilmeye çalışıldıysa, Öcalan hakkında idam kararı alınması da Kürtlüğü yeniden varlık yokluk sorunu ile karşı karşıya getirmiştir. Gerek Öcalan’ın ortaya koyduğu yaklaşım gerekse Kürt halkının sahiplenmesi sonucunda idam kararı gerçekleştirilemeyince bu sefer de bir yönetim sistemi olarak İmralı Tecrit Sistemi ile nefessiz bırakılmaya çalışılmaktadır.
CIA-MİT anlaşması
İmralı Ada Cezaevi 04 Şubat 1999 tarihinde CIA-MİT gizli görüşme ve anlaşmasıyla boşaltılıp tek tutuklusu Sayın Öcalan olacak şekilde yeniden inşa edilmiştir. Öcalan Türkiye ile dolaylı diyalog yoluyla sorunun çözümü için 1 Eylül 1998 tarihinde demokratik çözüm ve barışın yolunu açmak için ateşkes ilan etmişti. Buna yanıt ise 9 Ekim 1998 tarihinde uygulamaya konulan uluslararası komplo oldu. Suriye’den çıktıktan sonra demokratik çözüm ve barış için Avrupa’ya gitti. İtalya-Roma’da kaldığı dönemde bunun için çalıştı. Amacı demokratik çözüm ve barış çabalarına uluslararası destek sağlayıp Türkiye’yi çözüme zorlamaktı ama beklediği desteği bulamadı. Diplomatik, ekonomik ve psikolojik baskılarla İtalya’dan çıkmak zorunda bırakıldı. Ardından gittiği Rusya’dan demirden kafes içine alınarak yurt dışı edilmek istenince Yunanistan’a geçti. Oradayken iltica talebi işleme konulmayarak Kenya’ya, ardından bulunduğu Yunanistan’a ait Kenya büyükelçilik sınırlarındayken kaçırılarak 15 Şubat 1999 tarihinde Nairobi havaalanında bekleyen Türk uçağına teslim edilip sırf kendisi için inşa edilen tek kişilik ada cezaevine konuldu.
Tabutlukta yaşam
Ada cezaevinin kendisi başlı başına tecrit amaçlıydı. Buna bir de cezaevi içinde tecrit uygulamaları eklendi. Yetkililer tarafından buna “Tabutlukta Yaşam” denildi. Öcalan, bu tabutluk denilen yaşamı ve sınırlı olanakları demokratik çözüm ve barış için değerlendirmek istedi. Uluslararası komployu boşa çıkarmanın yolu buradan, yani demokratik çözüm ve barıştan geçiyordu. İmralı’nın yirmi yılı Öcalan’ın bu yönlü çabalarının ifadesidir. Bu yirmi yılın ana özeti ‘Demokratik Dönüşüme, Demokratik Çözüm ve Barışa Evet, Tasfiyeye Hayır’ temelinde gelişti. Öcalan İmralı konumunu böyle koydu. Burada demokratik çözüm ve barış için yaşadığını, bu yönlü bir iradenin ortaya çıkması halinde rolünü oynayacağını ve bunun için mevcut koşullara dayandığını ve direndiğini, bu temelde “İmralı ya demokratik çözüm ve barışla sonuçlanacak ya da yirmi birinci yüz yılın kaybıyla” dedi.
İmralı’nın yirmi yılı bunun çabalarıyla geçti ama her seferinde tasfiye ile yanıt verildi. Yirmi yıl boyunca Öcalan şahsında dışlanan ve tek kişilik odada ölünceye kadar tecrit altında tutulmakla amaçlanan esasta Öcalan şahsında temsilini bulan demokrat ve özgür Kürtlük çizgisidir. Öcalan bu çizgide ısrarlı olduğundan hedef seçildi, uluslararası komplo ile İmralı işkence sistemi altına alındı. Amaç olumsuz cezaevi koşulları, tecrit ve baskılarla Öcalan’ın özgürlük iradesini kırmak, özgürlük çizgisinden vazgeçirmek ve kendi çizgilerine çekmekti.
Ancak yirmi yıllık İmralı tarihinin tüm baskılarına, tecrit, tasfiye ve irade kırma operasyonlarına rağmen Öcalan temsil ettiği özgürlük iradesini İmralı’da da kapitalist dünya hegemonlarına teslim etmedi. Aksine direnişi, demokratik barışçıl duruşu ve savunmalarıyla bu iradeyi daha güçlü ideolojik ve politik donanıma (kapitalist modernitenin alternatifi demokratik modernite sistemine) kavuşturdu. Buna yanıt, mutlak tecrit oldu.
Zamana yayılan ölüm
Mutlak tecrit, Öcalan’a özgü inşa edilen İmralı ada cezaevinde uygulanan politikanın son aşamasını ifade ediyor. Zaten İmralı cezaevi geçmişten günümüze siyasal kimliği veya muhalif özelliği ağır basan şahsiyetlerin idam edildiği bir mekân olarak kullanılmıştır. Nitekim Öcalan da bu cezaevine konulur konulmaz halkın sahiplenmesi ve uluslararası konjonktür neticesinde idam kararı yerine getirilemeyince yetkililerin deyimiyle bir “tabutta” tutarak zamana yayılı şekilde parça parça öldürmeye karar kılındı. Öcalan’a göre ikisi de idamdır, sadece yöntem farklıdır; “Nasıl bir idam mahkûmu asılma sırasında son nefesini vermeden önce çırpınır, üç dakika sonra ölürse, burada bana uygulanan yöntemle bu üç dakikalık ölümü zamana yayarak gerçekleştirmek istiyorlar.”
Uluslararası hukuka ve mevcut yasalara da aykırı olan bu politika, uzun süre fiilen uygulandıktan sonra 1 Haziran 2005 yasalarıyla “yasal” bir kılıfa büründürüldü. Bu ve sonrasında geliştirilen ek kısıtlamalarla Öcalan, ölünceye kadar tek kişilik odada tecrit altında tutularak, aile, avukat, vasi görüşmeleri, dışarıyla telefon, mektup, faks gibi haberleşme ve iletişim olanakları dâhil bir dizi temel hakları da ortadan kaldırıldı.
Kasten, bilerek tecrit
İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) 2007 ve 2010 tarihli raporlarında; “Mahpusun 16 Şubat 1999’da bu yana tabi tutulduğu tartışma götürmez tecrit durumu yıllar boyunca ters etkiler ortaya çıkarmasına rağmen olumlu yönde bir değişiklik olmamıştır… Ki bu durum Türk makamlarının 1999’dan bu yana kasten ve bilerek yukarıdaki neticeler için seçtikleri durumdur…” “Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu 2007 yılındaki ziyaretten beri ilerlemiş… Dahası, delegasyonun 2007 yılındaki ziyaretinin bulgularıyla gösterildiği gibi temel hastalığa karşı korumasızlık varlığını sürdürmektedir. Abdullah Öcalan’ın sağlık durumuyla ilgili CPT, sağlık bakım hükmüyle ilgili tekrar tekrar yaptığı çeşitli spesifik tavsiyelerin uygulanmamış olmasıyla ilgili kaygılanmaktadır” diyerek Öcalan’a yönelik “kasten ve bilerek” bir tecrit politikası uygulandığını ve politikanın da sağlık problemlerini ilerletip korumasız bıraktığını kaygılı olarak vurgulamıştır. CPT daha sonraki raporlarında da bu duruma işaret etmeye devam etmiştir.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis rejimi
Yasadaki deyimiyle Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Rejimi olarak da adlandırılan bu insanlık dışı tecrit ve sağlığı bozarak zamana yayılı şekilde öldürme rejiminin İnsan Hakları sözleşmesinin 3. maddesi olan ‘İşkence Yasağı’nı ihlal ettiği,18 Mart 2014 tarihli AİHM kararıyla da tespit edilmiştir. Aynı kararda yıllardır süregelen tecrit uygulamaları da işkence ve kötü muamele olarak değerlendirilmiştir. Bu açık mahkûmiyete rağmen Türk hükümeti, ağırlaştırılmış müebbet infaz rejimini değiştirme yoluna gitmemektedir. Aksine 2015 yılından sonra cezaevi ve tecrit koşullarını daha da ağırlaştırma yoluna giderek, zamana yayılı öldürme politikasını daha da hızlandıran mutlak tecrit tarzında sürdürmektedir.
Mutlak tecrit, Öcalan ile birlikte aynı cezaevindeki diğer üç mahpusa da avukat ve aile görüşü yaptırmama ve dışarıyla haberleşme ve iletişim de dâhil tüm bağını koparma tarzında uygulandığı için aynı zamanda bir grup izolasyonudur. Yetkililerin deyimiyle diri diri “İmralı’ya gömme” olarak da tanımlanan bu uygulamalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3. maddesinin sistematik ihlali olarak sürekli bir hal almıştır. Yine Öcalan ve diğer üç mahpusun AİHM’de ve Anayasa Mahkemesi’nde süren davaları olmasına rağmen avukatlarıyla görüşmelerine izin verilmemektedir. Dolayısıyla hiçbir zaman ve yerde ihlal edilmemesi gereken savunma hakkı ihlali de politik bir kararla sistematik ve sürekli hale getirilmiştir.
Avukatlar 8 yıldır görüştürülmüyor
Örneğin 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana avukatların neden görüştürülmediği sorusuna Başbakan ve Adalet Bakanı gibi en üst düzey yetkililer kararın politik olduğunu net olarak belirtmişlerdir. Sekiz yıldır avukatlarıyla hiçbir şekilde görüştürmemenin hukuki bir izahının olamayacağı açıktır. Zaten CPT’nin 2010, 2013 ve 2016 raporlarında da bunun politik bir karar olduğu açıkça vurgulanmıştır. Yine bu raporlarda değiştirilmesi ve uluslararası hukuk standartlarına uygun hale getirilmesi tavsiye edilen İnfaz Rejimi konusunda da iyileştirici hiçbir adım atılmamıştır.
Hukuk dışı alan
Sonuç itibariyle Öcalan’a özgü inşa edilen İmralı Ada Cezaevi hukuk dışı bir alan olarak yönetilmektedir. Gelişmeleri genel politikalar belirlemektedir. Öcalan’ın uluslararası komplo ile İmralı cezaevine konulması nasıl ki küresel güçlerin bölgesel politikaları sonucuysa, idam kararının uygulanmasını engelleyen de Öcalan’ın yaklaşımı ve halkın sahiplenmesi olmuştur. Hukuksal gelişmeler de her iki durumun yansımalarına kayıtsız kalamamıştır.
Bugün de uygulanan mutlak tecrit de yine bölgesel politikalar ve gelişmeler ile yakından bağlantılıdır. Mutlak tecrit ile Öcalan’ın Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’daki halklar lehine demokratik çözüm ve barış rolü devre dışı bırakılmak istenmektedir. Ama bu durum çözümsüzlük ve kaosu daha da derinleştirmekten öteye gitmemektedir. Şu anda ne küresel güçler ne de bölgesel güçler bu kaostan çıkamadıkları gibi çıkış yolunu da bulamamaktadır. Veya çıkış diye dayattıkları yol Irak ve Suriye de görüldüğü gibi halkların imhasına yol açmaktadır. Ancak halklar lehine gerçek anlamda çıkış yolu ise Öcalan’ın yirmi yıllık tecrit süresince uluslararası komploya cevap niteliği olan savunmalarda net olarak konulmaktadır. Bu temelde mutlak tecritin aşılması da demokratik modernite sisteminin geliştirilmesine, halkların demokratik ittifakına ve vortak demokratik çözüm ve barış mücadelesine bağlı olacaktır.
Öcalan halklar lehine demokratik çözüm ve barış pozisyonundadır. Öcalan aynı zamanda başta Kürt meselesi olmak üzere coğrafyanın köklü sorunları açısından siyasi bir irade ortaya çıkması durumunda rolünü oynamak için mevcut koşullara dayandığını, bunun için yaşayıp direndiğini söylemektedir. Herkesin yararına olan budur. Er ya da geç gelinecek nokta, demokratik çözüm ve barış olacaktır.
ASRIN HUKUK BÜROSU