HABER MERKEZİ
Malum Kürdistan Olağanüstü Hal yöntemleriyle idare ediliyor. Ve bu yaklaşık 100 yıldır aralıksız olarak da böyle sürdürülüyor.
Kürtlere karşı son yüz yılda geliştirilmiş olan en önemli soykırım belgesi Şark Islahat Planı olarak bilinen ve 24 eylül 1925 geliştirilmiş olan belgedir.
Bu belgenin yanı sıra o yıllarda geliştirilen İzale-i Şekavet ile Takrir Sükun belgeleri ile birlikte Kürtlere karşı bir savaş açılmıştır. Savaşın etkili sonuç alabilmesi ise daha önce asker kaçakları için geliştirilmiş olan İstiklal Mahkemelerini yeniden aktifleştirmeye başlamışlardır. Ve nitekim o gündür bugündür, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kürtlere biçtiği rejim, olağanüstü rejimdir.
Şark Islahat Planı’nın 28 maddesini tek tek ele aldığımızda görülecektir ki, baştan başa Kürtler için geliştirilen bir soykırım belgesidir. Dil yasaklarından göçertmelere, sürgünlerden kültürel olarak dejenere etmelere, maddi ve manevi değerlerine el koymalardan zoraki askere almalara, demografyayı değiştirmelerden tutalım askeri olarak hızla müdahale etmelere kadar bir sürü maddeyle Kürt Soykırımı detaylı planlanmıştır.
Şark Islahat Planı’nın nasıl pratikleştirildiğini bizler 1925 yılları ile 1938 yılları arasındaki kırmızı yani fiziki katliamlardan biliyoruz. Ardından ise Beyaz Katliam’larla Kürdistan’ın ve Kürtlerin hangi yöntemlerle kültürel olarak kendilerinden uzaklaştırılarak dejenere etmelerden biliyoruz.
Ancak şunu da biliyoruz; Şark Islahat Planı her zaman istenilen sonucu vermemiştir. Bu plan yetmediğinde yine fiziki katliamlar devreye; 33 Kurşun, 49’lar, 400’ler, Viranşehir derken Maraş, Sivas ve en son Roboski olaylarında olduğu gibi daha sert yöntemler devreye konulmuşlardır.
Soykırım istedikleri gibi yürümediğinden elbette sadece Şark Islahat Planı ile sınırlı kalınmamıştır. Her zaman ve zemine göre yeniden Şark Islahat Planları yenilenmiş yani güncellenmiştir. Bazı gizli belgelere ulaşırken-Şark Islahat Planı gibi -hepsine ulaşılmış değildir.
Örneğin; Bilinen planlarından bir tanesi Baskın Oran tarafından ele alınıp deşifre edilen 1999 yıllarında DGEP diye pratikleştirilmeye çalışılmış olan plandır. Yine 2006 yıllarında Ulusal Bütünleşme Projesi olarak devreye konulan başka bir planlamadır. Daha sonra ise: 2014 yıllarında Çöktürtme Planı olarak daha farklı bir biçimde güncellenmiştir. Ve yine en son olarak ise 2018 yılında, 2014 yılındaki Çöktürtme Planı’nın bir devamı olan Güvenlik Strateji Belgesi daha güncellenerek yeniden Kürtlerin Soykırımını gündemine almışlardır.
Bu belgede geçen: ”…a. Gizlilik derecesine uygun olarak muhafaza edilecek, yetkisiz kişilerin eline geçmesini engelleyici tedbirler alınacaktır” denilerek, belgenin kendileri açısından ne kadar önemli olduğu ifade edilmektedir.
Belgenin başka bir yerinde ise: ”Belediyelerin İç İşleri Bakanlığı tasarrufunda olduğu ve aynı şekilde yargı yoluyla yapılacak sonuçların daha hızlı sonuçlar alınacağı, gerekli mercilerin bu işlemleri daha da hızlandırmaları artık bir zaruriyet olmaktadır” denilmektedir. Burada görülen faşist yapının Kürdistan’da nasıl hareket ettikleridir.
Daha çarpıcı olan ise: ”Bölgede operasyonlarda bulunan tüm personelimizin terör örgütünün ve yardakçısı partinin belini kırana kadar devletimizin tüm kurumları tam bir seferberlik içinde olduklarını akıllarından çıkarmamaları gerekir” denilmektedir. Dikkat edersek, faşizan rejim sürece tam bir seferberlik ruhuyla yaklaşmaktadır.
Nedir Seferberlik? Seferberliği sözlükler; ”Bir ülkenin silahlı kuvvetlerini savaşa hazır duruma getiren, ülkenin ekonomisini, yönetimini savaş gereklerine uyacak duruma sokan hazırlıkların ve önlemlerin tümü ya da bu önlemlerin alındığı ya da savaşın sürdüğü dönem” olarak ele alıyorlar.
Buna göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçiren faşizan yapının Kürtlere karşı tümden bir savaş ilan ettiği çok açık bir şekilde ortadadır.
Belge elbette bunlarla sınırlı değildir. Belge de;
”…
4. Hain bir saldırı sonucu tabuta girmek yerine savcının karşısına çıkmanın tercih edileceği tüm personel tarafından benimsenecektir.
5. Emir tüm personele tebliğ edilerek devletimizin zor bir dönemden geçtiği hatırdan çıkarılmayacak.
6. Silah kullanımı konusunda yasal prosedürler düşünülmemeli, bir seferberlik ve olağanüstü durum yaşandığı unutulmamalı ve askeri mahkemelerde gereken her türlü düzenlemenin yapılacağı bilinmelidir” denilmektedir.
Bu maddelerde de görüldüğü gibi faşizm kendince yaşadığı zorlukları aşmanın bir yolu olarak saldırı yöntemini seçmiştir. Saldırının sertliği ve dozajı yaşanan ruh haliyle de bire bir bağı bulunduğu ise açıktır.
Faşist yapının ne kadar zorlandığı giderek işlerini yürütemez hale geldiği içindir ki, belgenin başka bir maddesinde: ”…8. Tank ve benzeri zırhlı araçlardan yapılacak atışlarda isabetlenen alanların dışına sekmesi durumunda da herhangi bir sorumluluğun olmadığı bilinmelidir. Devletimizin içinden geçtiği bu zor dönemde ilan edilmemiş de olsa yüksek ölçekli bir atış gerekmektedir” denilerek, hiç bir kural tanımayacak bir faşizmle karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaktadır.
Dahası: ”…10. Yerleşkelerdeki konutların oturulamaz hale getirilmesi, geri gelenlerin operasyon sonrası dönmemeleri göz önünde bulundurularak hareket edilmesine özen gösterilmelidir” denilmekte ve Kürt Soykırımını aynen yüz yıl öncesi gibi yapmayı planladıkları görülmektedir.
Daha çarpıcı bir madde ise: ”…12. Bilinen birimlerin yüzlerini kapatmalarına, devletin resmi yayınları olsalar bile açık şekilde görünmemelerine önem gösterilmesine dikkat edilmelidir” denilerek, geçmişten beri nasıl ki tüm işledikleri suçları gizleyerek, bugüne gelmişler ise, şimdi de aynı yarasalar gibi karanlık yüzleri seçtikleri görülmektedir.
Ve tabi daha önemli olan ise belgenin 13. maddesidir: madde: ”Operasyonlarda psikolojik harekatların fiziki harekâtlardan önemli olduğu unutulmamalı ve bunların tereddütsüz bir şekilde yerine getirilmesine özen gösterilmelidir.”
Dikkat edersek, Türk faşizminin en belirgin karakteri hep özel savaş ile yürüttükleri soykırımlardır. Yine büyük yalan, kandırma, aldatma, ruhsal çökertme, faili meçhul derken bireyleri mücadele de uzaklaştırmak için baş vurdukları tümden kirli yol ve yöntemler olacaktır.
Bu gerçekliği ise belge de: ”Ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde terör örgütünün bertaraf edilmesi, yerleşkelerin geri dönülemez şekilde tahrip edilmesi, yerleşim birimlerinin boşaltılması, kamu görevlilerinin bölgeyi boşaltmalarının hızlandırılması, özellikle okul çağındaki çocukların harekatın bitimine mukabelen yatılı okullara, Anadolu Liselerine ve Özel okullara yerleştirilmesi, Anayasal işleyişin bölgede olağanüstü hal şeklinde sürdürülmesi, terör örgütü ve yandaşlarının bertarafının kesin bir şekilde sağlanması için tüm imkanların seferber edilmesi,” olarak ifadeye kavuşturmuşlardır.
Ve tabi bir de yaptıklarının üstünü örtmek, gizlemek ve yapabilirler ise kendi faşizan uygulamalarını özgürlükçü güçlere yıkmak için Mehmetçik Basını etkili kullanma üzerine aldıkları kararlardır.
Bunun için basına ilişkin aldıkları kararların daha iyi görülmesi ve anlaşılması için geniş alıntılamak yerinde olacaktır.
Basına ilişkin: ”Harekatın medyaya yansıtılmasında, provokasyonları ve dezenformasyonu engellemeye, kamuoyunu bilgilendirmeye ve güvenlik güçlerimizin moralinin bozulmamasına özen gösterilmelidir. AA tarafından bilgi ve görüntü dağıtımı yapılarak, bölgede gerekmedikçe gazete ve ajansların muhabir bulundurmamaları operasyonların selameti için gerekli olduğu gibi, ihtiyaç duyulması halinde operasyon komutanlarından izin alınarak alana girilip gerekli görüntülerin alınması ve bunların yayınlanması gerekmektedir. Bölgelerde özellikle AA ve TRT muhabirlerinin bulunması ve yapılan haberler, çekilen görüntülerin diğer basın kuruluşlarıyla paylaşılması, yabancı basının ise akreditasyonla, gözetim ve denetim altına alınması ve alana sokulmaması gerekmektedir.
Basının özellikle öldürülen terörist sayısında serbest bırakılmasının daha uygun olacağı, aksi taktirde rutin rakamların kamuoyu nezdinde kafa karışıklığı yaratacağı bilinerek, özellikle bu konuda hassas olmak gerekmektedir. Sivil ölümlerinin duyurulmasının önüne geçilmesi, operasyon güçlerimize moralmen çöküntü yaşatabilecek haber ve görüntülerin kullanılmamasına dikkat etmek yönetici konumdaki personelin sorumluluğu dahilindedir. Yapılan harekatın isimlendirilmesi, bölgede ve terör örgütünü küçültücü ve moralmen çökerten ifadelerin kullanılması basın yöneticilerinin marifetine bırakılmalıdır. Operasyonun en önemli ayağının ve dayanağının basın olduğu unutulmamalıdır” diye yazılmaktadır.
Evet, 2018 yılında güncellenen Güvenlik Strateji Belgesi’nin bazı maddeleri böyledir. Daha fazlasını da söylemek ve yazmak mümkündür. Ancak faşizan rejimin anlaşılması açısından verilen maddeler de yeterlidir.
Bilelim ki; faşizan rejim çok zorlandığından Özgürlük Hareketi şahsında Kürtlere Seferberlik düzeyinde savaş açmıştır.
Yine bilelim ki; Seferberlik ilanını her türlü kirli yol ve yöntemi kullanarak uygulamak istemektedir.
Ve tabi, bunu yaparken yaşadığı hezimeti ve buhranı ise gözlerden uzak tutmak için her şeyin kendisi için mubah olduğunu düşünmektedir.
Evet, karşımızda adım adım çöken bir faşizm vardır. Ve bu faşizm çöküşe giderken ayakta kalmak için elinde ne gelebilecekse yaparak ayakta kalmaya çalışacaktır.
Ve dikkat edersek dünya tarihi bize gösteriyor ki, tüm diktatörler ve despotlar baş aşağıya gidişlerinde insan aklının ve vicdanının alamayacağı şiddete ve ahlaksızlığa başvurarak, ömürlerini uzatmaya çalışmışlardır. Evet, insanlık tarihi bize bunları öğretmiştir.
Bizler insanlık tarihinin bize verdiği bu önemli tecrübeyi kendi ülke şartlarımıza uygulayarak, faşizmin her an yıkılacağının bilinciyle mücadeleye, -faşizmin kirli yöntemleri ne olursa olsunlar- asıldığımızda mutlaka tarihin çöp sepetine atacağımızın inancıyla, KARŞI DEVRİMCİ SEFERBERLİĞE geçme zamanı…
Kasım ENGİN