HABER MERKEZİ
Gözlerinin mavisinde kalan umudumuzu yeşertmek için yaşıyorum.
Bahoz Cudi (Mahsum Gürkan), bahoz olup geçti aramızdan. Geride inancı, gülüşü ve devrime olan bağlılığı kaldı. Son sözleriyle bize direnişin hiçbir koşulda bitmeyeceğini bir kez daha söyledi. “Teslim olmayacağız.” Dedi ve direnmenin güzelliği ile sonsuza yolculadık onu. Ayrılmadılar hiç Mazlum’la, Sinan’la, Eyüp’le, Azad’la ve özlediklerinin yanında şehitler kervanına katıldı. Bahoz’u tanıyan herkes diyebilir ki hayatımızdan bir ‘bahoz’ olup geçti. Girdiği her ortamda hemen sevilendi Bahoz, mütevazi kişiliğiyle herkesin gıpta ederek baktığıydı.
Mücadelenin içinde olan bir aileden geliyordu. Sur’un kuçelerinde mücadele ile yoğrulmuş bir hayatı vardı. Ailenin akıl danıştığı bir gençti. Ailesinin direniş geleneğinden hiç uzaklaşmadı hep bir arayış içinde oldu ve lise yıllarında mücadeleye başladı. Arkadaşlarının şehadeti, katılımı her geçen gün harlanan intikam duygusu ise ona daha çok direnmesini söylüyordu. Bahoz’u anlatmak için insanları onun gibi sevmek gerekir. Herkesi örgütlemek isteyen yanı ve sabrıyla hep imrendirdi kendine. İnsanı sevdi Bahoz, insan olmayı sevdi.
Mazlum’la bağlılıkları sonuna kadar beraber götürdü onları. Papatya saflığında temiz, mavi kadar umut doluydu gözleri.
Komalên Ciwan Basının hazırladığı “Son Muhteşem Olacak!” kitabında Bahoz’un Sur’da yaşadıkları şu şekilde yer alıyor:
“MIN WEŞERÎN ÇAR KENDALÊ SURÊ’ DE
Yönetimde ki arkadaşlar; “Bu gece dışarı çıkacağız, kırka yakın arkadaşız, kendimizi sokağa vuracağız, yaralansanız ya da şehit düşseniz de kimse geriye bakmayacak” diye karar alındı. Gençlikte ki arkadaşlar itiraz ettiler. “Biz nasıl yoldaşımızı bırakalım yaralı, onun üzerine ezip gidemeyiz, gerçek yoldaşlık o sokakta belli olacak.” Dediler. Karara karşı çıkıldığı için kabul edilmedi. İçinde kaldığımız evin bir banyosu ve kömürlüğü vardı. Düşman, sürekli oraya saldırdı, zaten az ev de kalmıştı, evlerin hepsini yıkmıştı. Bizim bulunduğumuz yerin hemen yanında öyle duvarı kırılmış bir banyo vardı, düşman oraya havan attı ve orada arkadaşlar vardı. Arkadaşlar orada yıkılan evin altında kaldılar. Düşman, saldırınca onlar oraa gidiyorlar. Bizim olduğumuz yerin hemen yanında bir banyoda duruyorlardı. O banyoda H. Mahsum, H. Hâki, H. Felat, H. Beritan duruyordu. Onların bulunduğu yer yıkıldı. Biz kaç kişinin orada olduğunu bilmiyorduk. Havan artık atılmayınca hemen koştuk o tarafa. Düşman, bu sefer de patlayıcı mermi atıyordu ama biz hedefinde değildik, onun görüş alanına girmiyorduk. Arkadaşları molozların altından çıkarmak için gittik. H.Haki’ nin yarısı görünüyordu. H. Felat, sadece başı görünüyordu, bağırıyordu; “silahımı verin, kendime sıkacağım.” Diye bağırıyordu. H.Beritan’ nın ayakları toprağın altına girmişti. Sadece onları çıkarttık. Zaten başka bir arkadaşın olduğunu bilmiyorduk. Ses geliyordu molozların altından. Mahsun’ un orada olduğunu bilmiyorduk, kum ve molozları elimizle kazıyorduk. Birden elim elbisesine değdi, kazağı elime geldi; “bir arkadaş daha var burada” dedim, arkadaşlara bağırdım ancak çıkarana kadar şehit düşmüştü. Heval Mahsun şehit düşmeden üç saat önce beraber zaten aynı evdeydik. H. Zilan dedi ki; “Heval Mahsun, hele bize bir şarkı söyle. O zaman dengbeji söyledi. Ağıt gibiydi. Şöyleydi sözleri;
“Daye du fisenk singamin ketine, wan fisenga sebra dilemin sotiye,
Daye daye sotiye daye daye, wez bimirim min bikolin car kendale Sure’da.”
Bu dengbejiyi söyledi. Üç saat sonra şarkı söylediği yerde şehit düştü. Birçok arkadaşın gözleri dolmuştu. Ve söylediği yerde şehit düştü. Heval Mahsum; Amedli yerel bir genç arkadaştı. Daha önce örgüte katılmış ama arkadaşlar onu şehre göndermişti. Bu direnişe katılmayı örgüte öz eleştirisini verme temelinde katılmıştı. Ş. Mahsun, birçok mevzide yer almış bir arkadaştı, nitelikli bir arkadaştı, direnişin ortalarına doğru yoğurt pazarı tarafında kolundan yaralanmıştı. Ş. Hogir yanlışlıkla vurmuştu onu. Ama hiç kimse bilmiyordu. Yaralı evinde duruyordu, kolunun iyileşmemesine rağmen her gün;”mevziye gideceğim” diyordu. En son alan daraldığı zaman, artık hep beraber duruyorduk.”
O, daha Amed’ de iken bir arkadaş şöyle anlatıyordu onunla ilgili bir anıyı; “Şehit Mahsum bir göreve gitmek üzere şehir dışına çıkar. Göreve çıkmadan önce bir arkadaşına aşağıdaki yazdığı yazıyı bırakır ve şöyle der; ‘’Eğer geri dönmez de şehit düşersem bu yazıyı arkadaşlara okut’’ demişti. Görevi bittiğinde geri döner ve arkadaşı ile tekrar görüşür. Arkadaşı sorar; ‘’Geri döndün ne yapayım şimdi bu yazıyı?’’ demiş. Ş. Mahsum; ‘’Sende kalsın elbet bir gün şehit düşeceğim o zaman okutursun bu yazıyı’’ demişti.
Şehti Mahsum Gürkan bir şiirinde şöyle dile getiriyordu duygularını;
“Ben tehlikeli yaşarım…
Tehlikeli yaşamamın sebebi ruhları kirli oportünistlere
karşı durduğumdandır.
Ben tehlikeli yaşarım haksızlığa, zulme karşıyım.
Ezenlerin beyninde korkular uyandırır, ezilenlerin
Yüreğinde başkaldırı ve direniş çığlıkları yaratırım.
Ben tehlikeli yaşarım.
Özgürlük kuşu olup zulmedenlere,
egemenlere, diktatörlere,
baskıcılara ve emperyalistlere
Devrim çığlıklarını haykırırım.
Ben tehlikeli yaşarım.
Ben ölüme gülümseyerek gidenlerin izcisiyim.
Doğru yaşamın izcisiyim.
Çabam; doğru yaşamayı
Başarabilmek…”
Ş. Mahsun Gürkan”
Doğrunun peşinden koşarak en güzel doğruya ulaştı Bahoz, ülkesine olan sevdasının yüceliğinde iz bırakarak, oyun oynadığı, yere düştüğü, mücadeleye katıldığı Sur sokaklarından geçti. Bahoz umudun ve mücadelenin savaşçısı. Genç yüreğine bir halkı sığdırdı. Ve bir an bile şüpheye düşmeden sonuna kadar direndi. Yoluna yoldaş olacağımız bir kez daha söylüyoruz yoldaşım. Gözlerin de gördüğümüz umudu, bize anlattığın direnişi zaferle taçlandıracağız. Dünün intikamı alınacak. Çalınan çocukluğunun, gençliğinin hesabını sormadan, gitmeyeceğiz bu dünyadan. Uğruna canını verdiğin ülkenin dağların da yaşatacağız kavganı.
NC/Axin Mahir Dicle