Bilindiği gibi Önderlik 20 yıldır tek kişilik İmrali cezaevinde tutuklu, aynı zamanda insanlık dışı bir tecritle karşı karşıya.
Ortadoğu dünyanın ve insanlığın kök hücresi, oksijen deposu ve yaşam kaynağıdır. Bu nedenle tarihten Günümüze hep emperyal yayılmalara maruz kalmış, direnmiş, halen de direnmektedir. Tarihte Ortadoğu’ya kültürel ve inançsal yayılma hedefi güdenler olmuş. Ancak ne büyük İskender ve Haçlı Seferleri Ortadoğu’da amacına ulaşabildi, ne de son iki yüz yılda kapitalizm ve ulus devletin çıkardığı soğuk ve sıcak savaşlar bunu başarabildi. Ortadoğu’da kurulan ulus devletlerin hepsi şu veya bu çıkar eksenli kapitalist hegemon güçlere bağlı olduğu ve ittifak içinde hareket ettikleri bilinen bir durum. Dolayısıyla onların güdümünde hareket etmektedirler. Ortadoğu halkları bu saldırılara boyun eğmemiş ve karşı koymuştur. Önderliğin ‘Ortadoğu bir ülkeler topluluğu değil, bir kadim kültür bölgesi’ tespiti bu türden saldırıların neden başarısız kaldığını çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Ortadoğu halkları çok köklü, otantik ve zengin bir kültüre, aynı zamanda kominal bir yaşama ve direnen bir tarihe sahip. Egemenliği, Dogmatizmi, Bireyciliği, Cinsiyetçiliği, Milliyetçiliği, Tekelciliği (ister kültürel ister ekenomik) kabul etmemiş, direnmiştir. Bu direnişler içerisinde kadınlar önemli bir rol üstlenmiş, öncülük etmiştir. Girda Said, Kumru Hanım, Hürrem, Leyla Kasım, Sakine Cansız, Şirin Elemholi, Arin Mirxan ve ismini sayamadığımız bir çok direnen kadın. Günümüzde de bu direnişçilerin bir çok devamcısı vardır. Zeynep Celaliyan, Leyla Güven vb. birçok kadın.
Hakların direniş geleneğinde cezaevleri önemli bir yer tutuyor. Cezaevleri belki de insanlık tarihinin en kara lekelerinden bir tanesidir. Aynı zamanda birçok görkemli direnişin gerçekleştiği ve gerçekleşmeye devam ettiği bir mücadele alanı. Çünkü cezaevi gerçekliği veya ihtiyacı bir sonuçtur. Bunu bir ihtiyaç olarak gören egemenlerdir. Toplumu cezaevleriyle korkutma, buna rağmen kendisine başkaldırılırsa her türlü işkence ile onu sindirme, onu ıslah etme aklından yola çıkarak kurgulanmıştır. Yoksa herkesin kendisini özgür ve eşit gördüğü bir dünyada niye cezaevleri bir ihtiyaç olsun ki! Yoksulluğun, açlığın, eşitsizliğin ve savaşların olmadığı bir dünyada niye cezaevlerine ihyaç duyulsun ki! Tüm bu temel ve insani hakların gaspı bir suçtur, bunu yapanlar suçludur. Eğer bir cezai durum varsa bunun sebepleri irdelenmeli ve yargılanmalıdır. Sebep- sonuç ilişkisi çok önemlidir bu noktada. Yoksullaştırılan bir topluma niye ‘hırsızlık’ yapıyorsun demek, kimlik mücadelesi veren bir halka ‘terörist’ demek sonuçların esas alındığı bir mantığı gösteriyor ve bu yanlıştır. Yani sebepler değil sonuçlar yargılanıyor. O halde cezaevleri ideolojik amaçlıdır, kurgu ve kuruluş amaçları tekçi, egemen, sınıfsal ve eril egemenlikleri korumaktır. Çünkü kendi iktidarlarını korumak için suç ve ceza olgularını oluşturan politikalar bu zihniyetin ürünüdür. Bir mantık olarak bir yerde suç varsa ceza da olmalıdır. Bu doğru. Paradoks odur ki suça zemin oluşturan egemen zihniyet, aynı zamanda cezalandıran da oluyor. Bir diğer önemli nokta ise bir halkı inkar edeceksin, kendini bunda haklı göreceksin. Ancak buna karşı çıkan olursa suçlu görecek, katledeceksin. Cezaevine koyacaksın. Herhalde biz Kürtler bu durumları yaşayan en canlı örneğiz. Yine Önderliğimizin cezaevinde olması, bütün insani haklarından mahrum edilmesi ve ağır tecrit koşullarında tutulması belirtiğimiz zihniyetten kaynaklanmaktadır. Neymiş; devlet haklıdır. Bir halk deyimi olan hem suçlu hem güçlü sözü burdan geliyor olsa gerek…
Bilindiği gibi insan hakları konusunda İran devleti de T.C’den pek farklı değil. Aynı şekilde Kürt sorunu konusunda da aynı inkarcı ve imhacı zihniyeti paylaşıyor. Birisi Kürtleri inkar ediyor, siz Türksünüz diyor, diğeri daha ince polikalarla bunu yapıyor. Siz Kürtsünüz ama benim sözümden dışarı çıkmayacaksınız diyor. Eğer beni dinlemez ve özgür bir Kürt olarak yaşamak isterseniz, o zaman işler değişir. Sizi tutuklar en vahşi işkenceleri uygular, sizi idam ederim diyor ve öyle de yapıyor. Bir çok insanımız sırf Kürt olduğu için İran rejimi tarafından idam edildi. Bu insanlarımız çok şey istemiyor sadece öz kimlikleriyle özgürce yaşamak istiyor. Bundan daha tabi bir hak olabilir mi, tabi ki yok. Şu an İran ceza evlerinde yüzlerce siyasi tutuklu var. Ortaçağ engizisyon mahkemelerini aratmayan işkencelere maruz kalıyorlar. Aynı şekilde İran cezaevlerindeki bu insanlık dışı uygulamalar kaşısında defalarca açlık grevi eylemleri yapıldı, yapılıyor. Halen tutuklu olan Zeynep Celaliyan arkadaş şahsında İran devleti cezaevlerinde her türlü kötü muameleyi yapıyor. Siyasi ve etnik kimliklere ahlaksızca saldırılıyor,kişiye kendilerini savunma hakkı tanınmıyor,çok ciddi sağlık sorunları yaşanmasına rağmen tedavi için gerekli ortamlar yaratılmıyor.Bunlar çok temel insani evrensel haklardır ve her yerde geçerlidir, saygılı olmak gerekir. Özcesi; bu uygulamalarla Siyasi ve politik tutsakları itibarsızlaştırmak, kendi toplumu karşısında onursuzlaştırmak istiyor. Anlaşılacağı gibi egemenler de insan onurunun her şeyden üstün olduğunu biliyor. O nedenle onursuzluğu dayatıyorlar. Kişi onursuzluğu kabul ederse yaşamasına izin veriyor.
Hatırlatmakta yarar var; devrimcilerin, Kürtlerin ve kadınların onuru vardır ve bu her şeyin üstündedir. Ne pahasına olursa olsun onurlarına sahip çıkacaklardır. İşte Zeynep Celaliyan şahsında İran cezaevinde bulunan tüm tutsaklar bu değerler için mücadele yürütüyorlar. Egemenlere göre cezaevleri ıslah etme ,devlete karşı çıkanları devlete entegre etme yerleridir. Bunun için ne gerekiyorsa yapılması gerekir. Ahlaki ve insani değerler diye bir şey yoktur onlar için. Zaten en çok da bu değerlere saldırıyor. Çünkü insanı insan yapan bu değerlerin aynı zamanda insana direnme iradesi kazandırdığını biliyor. O nedenle en çok burdan yöneliyor. Sömürgecilik ve Egemenlik her yerde aynıdır. Sadece kendilerini uygulama biçimleri farklıdır.Yoksa İran ve Türk devletinin birbirinden pek farkı yoktur. İkisi de kimliksizliği dayatıyor,benim istediğim gibi yaşayacaksın diyor, yoksa katlederim diyor.
Her halde İran devletinin politikalarını en iyi yaşamın baharında ,yaşamları elinden alınanlar anlatır.Ferzat Kemangeh’in şu sözleri İran rejiminin ince politikalarını, yoruma yer bırakmayacak bir şekilde ele veriyor. ‘’Kalbimin bir çocuğun ğöğsünde atmasına izin verin ki her sabah yapabildiği kadar yüksek sesle ve anadilimde -Kürtçe- haykırsın, haykırabileyim! Bu uçsuz bucaksız dünyanın bütün köşelerine, bütün insanlığı sevme mesajını taşıyan bir rüzgar olmak istiyorum.” Bundan daha insani bir talep olabilir mi ? Kendi dilimde özgürce bağırmak ve rüzgar olup bütün insanlara sevgi dağıtmak. Bu talepler Kürdi ve evrenseldir. Ve güzel görüşler idam edildi.
Benzer bir durum Şirin Elemholi arkadaş için de geçerlidir. İdam edilmeden yazdığı son mektubunda ‘tutklanmamın üzerinden üç yıl geçti. İşkence ve zulüm dolu üç yıl. Ben niye tutuklandım ve niye serbest bırakılmıyorum? Acaba, sebebi Kürt olmam mı? Bana Kürt olduğunu inkar et seni bırakırız diyorlar. Bunu asla yapmayacağım’’ ve Şirin Elemholi arkadaş darağacına götürülüyor ve idam ediliyor.
İran rejimini ve kadın anlayışını ifade eden bir başka örnek ise yakın tarihte yaşandı. Zeynep Sekaanvand adında genç bir kadın 02.10.2018’de Urmiye cezaevinde İran rejimi tarafından idam ediliyor. İdam edilme gerekçesi ise erkek egemenlikli devletçi zihniyeti çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Eşi tarafından her türlü şiddete maruz kalan Zeynep bir gün dayanamayıp eşini, yani onu her gün döven adamı öldürüyor ve tutklanıyor. Bunun için İran devleti kanunlarınca suçlu görülüyor ve idam ediliyor. Erkek kadını dövüyor,kimse ses çıkarmıyor,kocasıdır döver diyor! Ancak kadın kendisine uygulanan bu şiddeti kabul etmediğinde ise; devlet aklı ve kanunları dur diyor, sen bir erkek tarafindan her gün öldüresiye dayak yesen bile ona karşı çıkma hakkın yok. Eğer ona karşı çıkarsan seni idam ederim diyor ve idam ediyor. Türkiye kadın hareketinin yıllardır söylediği bir slogan var. Bu duruma çok uygun. Erkek dövüyor, öldürüyor, devlet koruyor.
AKP uluslararası güçlerce savaş yürütmekle görevlendirilmiş uluslararası faşizan ve ırkçı bir projedir. Amaç ve hedefi sürekli savaş ortamı yaratmaktır. Bu ortamın yarattığı krizden; siyasi, ekonomik ve askeri kar sağlamaktır. Bu anlamda AKP’yi bilmek önemlidir. AKP’nin hem kendisini tanımlama biçimi hem de uluslararası hegemon güçlerin onu tanımlama biçimi biraz böyledir. Her ne kadar AKP kendisini ideolojik olarak islamcı muhafazakar ve yeni osmancılar olarak tanimlasa da bizler sadece bununla sınırlı olmadığını,uluslararası boyutlarının da olduğunu biliyoruz. Doğrudur; Erdoğan’ın sultan ve halife olmak gibi bir hayali var. Kendisine saraylar yaparak sultanlık egosunu tatmin edebilir.Yine her kadın en az 3 çocuk doğurmalı diye fetvalar da çıkartabilir. Doğası gereği her çağın kendisine has bir karakteri vardır. Diğer yandan uluslararası hegemon güçlerin yeni dünya düzeni buna izin vermez. Gaflet odur ki Erdoğan’ın her türden yasaya karşı koyma gücünü kendinde görmesidir. AKP siyasal pozisyon olarak kendisini merkez sağ olarak tanımlıyor. Bu tanımlama ideolojik kimliği ve uluslararası misyonuyla örtüşüyor. Bir zıtlık söz konusu değildir.Tüm söylem ve uygulamaları mahafazakar ve milliyetçilik üzerinedir. Uluslararası güç ilişkileriyle uyum içindedir.Tüm bunlar yan yana geldiğinde AKP daha iyi anlaşılabiliyor. AKP, uluslararası güçlerin bir projesidir. Bu güçler; ABD, Rusya, AB vb. güçler olarak sıralanabilir. Bunlara bir de statükocu bölge güçleri de eklemek gerekir. Görünürde bu güçler birbiri ile çatışıyor gibi gözükse de perde arkasının öyle olmadığını biliyoruz. Bu güçlerin ortak bir biçimde Ortadoğu’da yeni ideolojik emperyal bir yayılma gerçekleştirmek istediklerini ve bunu; bir yandan radikal islama her türlü desteği sunarak örgütlenmesine olanak sağlamak, (DAIŞ vb. ) bununla kaos ortamı yaratmak, diğer yandan ise modern ılımlı islam ile onun önünü almak. Böylelikle amaçlarını hayata geçirmek. Ancak Ortadoğu’daki halkların bir modernite işbirlikçi proje olan ne radikal islamı ne de ılımlı islamı kabul etmemektedir. Çünkü ikisi de onun toplumsal dokusuna uygun değildir. Zaten bünyesi bunu kabul etmiyor.Buna karşı DİRENİYOR!
Leyla Güven bir kadın, bir Kürt, bir anne, bir siyasetçi aynı zamanda halk iradesiyle seçilen bir parlamenter. Dört ay önce bir eylem başlattı. Açlık grevi eylemi. 125 gün önce başlattığı açlık grevinin gerekçeleri 40 milyonluk bir halkın talepleridir. Önderliğin hem Kürtlerin hem halkların hem de kadınların özgürlük mücadelesindeki rolü ve etkisi çok büyüktür. Önderlik, Kürt sorununun çözümünde muhattap, Ortadoğu halklarının birlikte ve özgür bir biçimde yaşaması için de proje sahibidir. Aynı zamanda kadının özgür olması gerektiğine inanan, kadın özgür olmadan toplumun özgür olamayacağını savunan ve bu temelde mücadele eden bir anlayışa sahip. Bu nedenle hem Ortadoğu hem de dünya siyasetinde önemli bir aktör olan Önderliğin, cezaevinde olması ve tecrit gibi bir uygulamaya tabi tutulması başta AKP olmak üzere iktidarcı zihniyete sahip olanların çıkarınadır. Halkların çıkarına değil. Bu da her gün ölüm demektir. İşte tüm bunlarin bilincinde ve farkında olan Leyla Güven arkadaşın başlattığı açlık grevi eylemi aslında bir sorumluluğu, bir kadın duyarlılığını ifade ediyor. Aynı zamanda Leyla Güven şahsında hem Kürt kadının direnişçi geleneğini hem de Önderlik ile olan bağını yansıtıyor. Bu gün dört parça Kürtistan’a, cezaevlerine ve tüm dünyaya yayılmış olan bu eylemde kadın öncülüğü önemlidir ,etkilidir. Bu eylem kadının kararlılığını,kadının gücünü gösteriyor. Tabi Leyla Güven bir geleneğin devamıdır. Tüm egemen güçlere karşı direnen kadınları temsil ediyor. Kadınların isyanını, çığlığını temsil ediyor. Ve devamcıları da olacaktır.
İnsan sadece biyolojik bir varlık değil, aynı zamanda onurlu yaşamak isteyen bir varlık olma özelliğini taşıyor. İnsan olgusu sadece temel insanı güdülerle ifade edilemez. Yani sadece beslenme, üreme ve barınma temel gereksinimler değil, insan yaşamında. Aynı şekilde; onur, ahlak, haysiyet ve toplum yaşamında iyi şeyler yapmak isteyen bir varlıktır insan. Özgür olmak, özgür yaşamak ister. Bedelini göze alır, gerektiğinde ise öder.
Elbette özgürlük uğruna yapılan her direniş veya eylemin zorlukları vardır, bedel gerektirmektedir. Açlık grevi insan iradesinin sınandığı eylemlerin başında gelmektedir. Açlık güdüsü ve insan iradesi her an bir mücadele halindedir. insan iradesinin gün be gün eriyen bedeni karşısında güçlü olmaması durumunda zayıflıklar yaşayabilir. O nedenle böyle bir eylem kararı almak sıradan değil güçlü bir irade, yüksek bilinç gerektiriyor. Kürt kadınlarının Önderlikle birlikte bilinçlendiği ve güçlü bir irade kazandığı bilinen bir durum. Nitekim Leyla Güven arkadaş, bu durumu dile getiriyor. Bir kadın ve kimlik olarak özgürlük mücadelesi ve Önderlik sayesinde kendisinin farkına vardığını ifade ediyor. AKP faşist rejiminin özgürlük mücadelesi ve Önderliğe böylesine hunharca yönelmesine tahammül etmiyor. Tavır koyuyor, eyleme geçiyor. Böyle bir eylemi cezaevinde başlatması ve bırakıldıktan sonra kararlı bir şekilde hala eylemini sürdürüyor olması bundan kaynaklıdır. Ahlaki ve politik bir bireyin sergilediği bir tutumdur. Ahlaki ve politik görevlerini bilen bir iradenin eylem kararlılığıdır. Şimdi böylesi bir adanmışlık karşısında hem ceza evlerinde hem dört parça Kürtistan’da hem de tüm dünyada Kürtlerin bu eylemde yer alması madalyonun bir yüzünü gösteririken diğer yandan, Kürt halkının kadın öncülüğüne ve kadın iradesine olan Güveni gösteriyor.
AKP yaşamın her alanında kadınlara yöneliyor. Bu noktadaki temel politikası ise ‘ya kadın köleliği kabul edecek, ya da ölecek’ biçimindedir. Kadına başka tercih hakkı tanımıyor. AKP iktidara geldikten sonra kadın cinayetlerinde çok ciddi oranda artışın yaşandığını istatistiki veriler ortaya koyuyor. Adeta her gün bir kadın öldürülüyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002’de kadın cinayetlerinin oranı yüzde 66 iken, 2018 yılında bu oran yüzde 440 yükseldi. Bu kadınlar erkek şiddeti sonucunda öldürüldüler. 2018’in sadece aralık ayında 27 kadın şiddete uğradı. Bir sözde öğretmen tecavüze uğrayan bir lise öğrencisi için ‘sizde dar pantolon giymeyin’ deyebilmektedir. Tüm bunlara karşın AKP iktidarinin gündemleri ise ‘idam tartışması, hadım tartışması, adli ve yüz kızartıcı suçlar için af çıkarma’ tartışmaları olmaktadır. Bu da AKP iktidarının ne kadar yaşam karşıtı, kadın karşıtıpolitikalar uyguladığını göstermektedir. Yine politik ve siyasi görüşlerinden kaynaklı yüzlerce kadın cezaevlerinde tutukludurlar. Onlarca kadın gazetecinin topluma doğru haber ulaştırma adına tutuklandığı bir ülke Türkiye. Kürtistan’da, Kürtistani halkların kendi öz iradeleriyle seçtikleri belediye meclislerin AKP tarafından kayyum atandığında yaptıkları ilk icraat neydi ? DBP belediyelerinin açtığı kadın kurumlarını kapatmaktı. Bununla kadının erkek ve devlet dışında gidecek yeri olmamalıdır diyor. Kadının öz güç, öz irade ve öz örgütlülüğünün olmasını engelliyor. Bu yüzden kadın kurumlarını kapattı. İşte bu ve benzeri bir çok politika özel merkezlerde oluşturuluyor ve topluma uygulanıyor. Yani AKP’nin eril ve yobaz aklı kadının yaşamın her alanında görünür ve etkili olmasını istemiyor. Çünkü kadının sömürülen bir güç konumunda olması onun işine yarıyor. Direnen bir güce dönüşmesini istemiyor. Özgür ve iradeli kadına karşıdır AKP iktidarı. Lakin bir kadın modeli de var. Fatma Şahin 2011’de aile ve sosyal politikalardan sorunlu bakandı. Daha sonran2014 yerel seçimlerinde Gaziantep Büyükşehir belediye başkanı oldu. Fatma Şahin’in bakanlığı döneminde Pozantı cezaevinde onlarca çocuk cinsel saldırıya maruz kaldı. 294 kadın öldürüldü. Birçok yatılı bölge okullarında ordakı öğretmenler tarafından kız çocukları cinsel istismara maruz kaldı.Tüm bu ahlaksızlığı yapanların çoğu ya cezalandırılmadi ya da küçük cezalar verilerek kısa sürede serbest bırakıldılar.
Aynı kişinin belediye başkanlığı döneminde ise (hala belediye bşk.) Antep ilinde DAIŞ’in örgüttlenmsine olanak sunmaktan tutalım, Kürt mahallerinde Kürtlerin düğünlerinde canlı bombaların patlaması sonucu onlarca insanın yaşamını yitirme durumu gerçekleşti. Yine köleci dönemleri aratmayan bir durum ise Antep ilinde Êzidi kadınların pazarlarda satıldığına tanıklık ettik. DAIŞ çetesinin Şengal’e saldırdığı, yüzlerce kadını kaçırdığı ve bu kadınların Antep ilinde kadın köle pazarlarında satıldığını hepimiz biliyoruz. YPJ güçleri tarafından DAIŞ’in elinden kurtarılan birçok kadın, bu köle pazarlarında defalarca satıldıklarını ifade ettiler. AKP iktidarının kadın modeli, kadın vizyonu bu. Köle, iradesiz, erkeğin sözünden çıkmayan bir profil. Şimdi böyle bir kadın modelini benimseyen bir zihniyet tabi ki direnen kadına yönelecektir. Nitekim yapılan da bu. AKP kadın katliamı yapan bir rejim. O yüzden halk sokağa çıktığında ‘katil erdoğan’ diyor. Kadınların sosyal, siyasal, ekonomik vb. her alanda irade olmasını istemiyor. İstememekle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda engelliyor. AKP’nin özel merkezli bu uygulamalarını kabul etmeyen sadece Kürt kadınları değil. Aynı şekilde Türkiyeli kadın da bundan rahatsız. Çeşitli eylemlerle buna karşı çıkıyor. Şunu biliyoruz aslında toplumdaki tüm kadınlar AKP iktidarından rahatsız. Ancak AKP baskıcı politikalarla toplumu öylesine bastırmış ve sindirmiş ki karşı koyamıyor, susuyor! Aslında içten içe kendisini yiyiyor.
Bu anlamda Leyla Güven arkadaşın eylemi aynı zamanda hem toplumun hem de kadınların kendi öz irade ve güven açısından da çok önemli bir tutumdur. AKP faşizmi her tarafta kendisini etkili kılabilir. Ama hep bir direniş yolu vardır. İşte Leyla Güven arkadaş bize o yolu gösteriyor. “Ruhum, iradem ve hayatım bana ait, sen bunları elimden alamazsın, cezaevinde tutamazsın. Ben senden korkmuyorum, sana boyun eğmiyorum. Eğer korkacak biri varsa o da sizlesiniz diyor. Ben gücümü Besêlerden, Saralardan, Şirinlerden ve Önderlikten alıyorum. Siz gücünüzü kimden alıyorsunuz? Baskıcı iktidarınızdan mı, Ordunuzdan mı, uluslararası ittifaklarınızdan mı, bunlar bana vız gelir” diyor. Canını ortaya koyuyor. Önderliğin kadın vizyonu ise özgür, iradeli, direnen ve başarıya ulaşandır.
Bu temelde Leyla arkadaş öncülüğünde başlayan bu eylem kadının öz iradeye, öz güce ve özgürlüğe olan inancını ifade ediyor. Leyla arkadaşı takip eden daha farklı eylemler geliştirmek gerekiyor. Özgürlüğe sevdalı ve özgürlük uğruna hiç bir şeyden çekinmeyen kadınların öncülük yapması gerekiyor. Hepimizin bir an bile durmadan sürekli eylem halinde olması gerekiyor. Tecridi kırmak ve Önderliği özgür kılmak gerekiyor. Bu temelde tekrardan Leyla Güven şahsında açlık grevi eyleminde yer alan tüm arkadaşları selamlıyor ve başaracağımızı ifade ediyorum. Direnenler karşısında egemenler hep kaybetmiş bugün de kaybedecektir!
Zilan Tanya
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi