HABER MERKEZİ
Bireyler vardı olabildiğince mütevazı, olabildiğince narin ve onurlu duruşları olan. Mezopotamya’nın herhangi bir yerinden çıkıp gelen esmer, narin ve saf hayalleriyle hiç olmadık yerde zamanında karşılaşırsınız. Karşılaşmanız bir yerde tesadüf değildir aslında. Aynı topraklardan olmanın sıcaklığıdır sizi bir birinize yakınlaştıran. İlk etkileşim çekingen bir merhabadır bazen, bazen de masum temiz ve kaçamaklı gözlerle bakışlarınız kesişmesidir. Ferdi ile karşılaşmamız da bundan farklı değildi. Cebeci kampüsünde Hâkim tepe olarak adlandırdığımız yerde tanışmıştım Ferdi ile. Bizim tokalaşmalarımız biraz sert olurdu, birbirimizin elini ola bildiğince sıkardık ve kararlı bir şekilde ‘’Merhaba heval’’ derdik bir birimize… Tabi Ferdi bundan habersiz bir şekilde yanımıza geldi elimizi uzattığımız oda o narin elini uzattı ve çocuksu sesi ile ‘’Merhaba abi’’ deyiverdi. Aslında aramız da pek bir yaş farkı yoktu ama bu cümle hiç bu kadar saf ve temiz kullanılmamıştı, ‘’Merhaba abi ‘’veya ‘’Nasılsın abi’’ Bir yerde arınır ve gerçek anlama bürünür: ‘’Merhaba heval, nasılsın’’…
Ferdi, 2009 yılında Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsüne (‘’Siyasal’’ olarak da bilinir ) gelmişti ekim ayının ilk haftalarıydı. Ankara’nın havası bu mevsimde çok fenadır, sabah montla çıktığınız bir günde öğle leyin kısa kola gezer, akşam da sırıl sıksam dönersiniz eve. İşte Ferdi ile böyle bir günde yolarımız kesişti, Hâkim tepe’sinde sigara üstüne sigara yakmıştı, kaldığı evde sorun yaşamış – anlaşamamış evdekilere – ertesi gün çantasını toparlayıp gelip bize yerleşti. İki arkadaş kalıyorduk evde, bir odamızı Ferdi’ye düzenledik. Ferdi çok narin ve utangaçtı. Hiç konuşmazdı, yüzünde hep masum bir gülüşü vardı. Onu konuşturmak için neler yapmazdık ki. Normalde üç kişi olarak kalmayı planladığımız evde hiçbir zaman üç kişi kalmadık, hep arkadaşlar vardı. Bir gün bir plan yaptık, çok konuşan, şakacı, güler yüzlü, iri ve bir o kadar da kuzu gibi hassas olan arkadaşımız Ferdi’ye musallat etik. Tüm çabamız Ferdi’yi konuşturmaktı. Neyse ki fazla bir hasara meydan vermeden konuşmaya başladı Ferdi. Bir sorunumuz daha vardı ki, hiç yemek yemezdi, sadece kuru ekmek ve peynir yerdi. Bir gün evde tırşık yapmışız tırşık deyip geçmeyin, öğrencilik yılarının en meşhur yemeğidir. Hem de anlam olarak sık sık kullandığımız bir kelimedir, ‘’Yaw hele boş verin o tırşıkçileri’’ O gün Ferdi’nin kabını iyice doldurduk ve yemeği bitirmeden kalkmayacağını söylememize rağmen, tırşık tabağı aynen savaş meydanına döndü, patlıcanlar bir tarafa patatesler bir tarafa savrulmuştu, biberler ise boynu bükük bir bebek masumluğuyla bizi seyrediyordu… O dönemde bir de futbola merak sarmıştı, odaya girer kitap okumaya ama saatlerce çıkmazdı. Ferdi heval dedik; böyle olmaz arada bir dinlen, o zaman daha verimli okursun. ‘’Dinleniyorum arada’’ deyişi vardı duymanız lazım, bir ara merak ettik neyin notunu tutuyor diye, defteri açtık ki ne görelim; ne kadar yabancı futbol takımı ve oyuncusu varsa hepsini ayrıntılı bir şekilde liste yapmış, meğer ‘’Arada dinleniyorum.’’ dediği buymuş. Ama iyi top oynardı, o topu aldığında her kez arkasından ‘’sırık’’ diye bağırıyordu ama o, topu illaki kaleye taşırdı, devraldığı bayrağı son ana kadar taşıdığı gibi…
Sonra gitti, sonra o evden de gitti, sığamadı bir türlü Ankara’nın sokaklarına ve sonra yine gitti…
Biliyoruz, haziran hüzünlü geçer çoğu zaman. Haziran’da ölmek zor derler, Haziran’da ölmenin yüzü ölümden de soğuk. Tarih sayfaları 9 Haziran’ı gösteriyordu, haziran kana bulanmıştı bir kere daha, önceki Haziranlar da hiçbir farkı yoktu, yine direniş ve yine ölüm. Tüm dertleri, ülkenin üzerine çöken karanlığa bir mum yakmaktı, tüm dertleri, zalimin zulmüne meydan okumaktı. Hepside gençti ve hepside direnişçiydi. Onlar Şiyar’dı, Zagros’tu Deniz’di Ethem’di Berkin’di… ve niceleri. Evet, ömürler kısa narin çocuk, mevsimlerden yaz, bizi bunaltan haziranın sıcaklığı değil yaşamayı uğruna ölecek kadar çok seven onurlu ve direngen insanların ihanete uğramasıydı. Şairin dediği gibi, ‘’Her ölüm erken ölümdür.’’ Şiyar Serhed’in de öyle oldu. Erken, çok erken…
Her sözümüzde sen olacaksın, seni herkese anlatacağız. Uğruna canını verdiğin halka seni anlatacağız. Adını söylemekten bir an tereddüt etmeyeceğiz.
Evet, narindi elleri ama yine de tetikteydi yüreği…
‘’…
Tokluk uğruna aç toprakları süren biz değil miyiz?
Güzellik uğruna çirkin savaşlar verenler biz değil miyiz?
Namlular gölgesinde aşkları,
Ölümler denizinde dostlukları kuran biz değil miyiz?
Demek ki ölüm
Korkutmuyor artık
Demek ki gelecek yakın
Ha bugün ha yarın, varacak olan biz değil miyiz?