Nasıl doğa bir kadavra şekline çevriliyorsa, toplum da bir eşya, bir kadavra haline getirilmesi söz konusudur. Bu, toplumun bir hakikati değildir. Nasıl doğa üzerindeki sömürü onun bir hakikati değilse, toplumun biçimlendirilmesi de onun kendi hakikati değildir.
HABER MERKEZİ – Kapitalist Modernite ve Ulus-Devletlerin Gençliğe dair geliştirdiği politikaları ve bunlara dayanak teşkil eden ideolojik yaklaşımları, kullandığı argümanları topluma dair olan yaklaşımlarından ayrı olarak ele almak mümkün değildir. Çünkü Kapitalist Modernitenin, bir bütün olarak hedefinde kendi toplumunu oluşturmak bulunmaktadır. Pozitivist bir bakış açısına sahip olduğu içinde hedefinde toplum olmakla birlikte, toplumu kendi içerisinde; çocuk, genç, yetişkin, yaşlı, kadın-erkek vb. kısımlara ayırarak toplum üzerinde kendi hâkimiyetini kurmaya çalışır. Hatta toplumu bu şekilde kategorize etmekle de kalmaz. Kategorize ettiği her kesimi de kendi içerisinde kısımlara ayırmaktan geri kalmaz. Kapitalist Modernitenin gençliğe dair olan yaklaşımı da bu gerçeklik içerisinde anlamını bulur.
Kapitalist Modernite paradigmasal bir yaklaşım olmakla birlikte, düşünce yapısını belirli noktalarda kendini ifadeye kavuşturur. Bu ifadelendirilme biçimleri de onun gerçekliğinin bir dışa vurumu ya da onu karakterize eden temel özellikleridir. Önder Apo ise; bu gerçekliği: Bilimcilik, Dincilik, Milliyetçilik ve Cinsiyetçilik olarak ele almaktadır. Yine Liberalizmi de bunlar arasında görmenin gereği vardır.
Onun içindir ki, bura da ?Kapitalist Modernitenin İdeolojik Argümanlarının Gençlik Üzerindeki Etkileri? ne dair görüşler ortaya konurken, öncelikle 1-) Kapitalist Modernitenin İdeolojik Dayanakları ve bu dayanakların toplum üzerinde etkili kılınmasını sağlayan Kapitalist Modernitenin yarattığı Tüketim ?Kültürü?, 2-)Kapitalizme Karşı Mücadele, ardından da 3-) Kapitalist Modertininin, özelliklede Türkiye?de ve Kürdistan?da gençliğe yönelik geliştirdiği/uygulamaya koyduğu politikaları üzerinde durmak gerekecektir.
1-)Kapitalist Modernitenin İdeolojik Dayanakları
Bilimcilik
Kapitalizm kendi işleyişini kurallara, yasalara bağlayarak yapıyor ve bu suretle de kendisine bir değişmezlik atfetmektedir. Sadece artı-değer üzerindeki tekelin sistemleştirilmesi değildir, bunu topluma değişmez yasalar olarak kabul ettirmeye çalışması da söz konusudur. Mesela değeri, ücret ve kârı kendisine göre tanımlıyor ve kendi sistemini bu tanımlar üzerinden örgütleyip bunu da topluma kabul ettiriyor. O sisteme karşı olanlar bile o tanımları kendilerine esas alarak mücadele eder bir hale getiriliyor. Burada o yasalar, kurallar birer tabu ve dogma haline geliyor.
Oysa bilim; tanımak, anlamak, mana vermektir. Yaşamın düzenlenmesinde onu etkili hale getirmektir. Diğer türlüsü dogmatizm üretir. Dogmatizm ise dinlere aittir. Kopernik, Kepler, Galileo, Bruno ve daha sonra Newton; düşüncelerini ortaya koyduklarında o zamana kadar bilinmeyenleri bilinir kılmayı amaçlamışlardı. Bilmek, bir şeyi bilinir kılmak, aslında bilindiği sanılanların, bilinmediğini anlatmak anlamına gelmektedir. Çünkü bir şey bilindiği ölçüde tanınır. Tanındığı ölçüde de onun hakkında hiçbir şeyin bilinmediği anlaşılır.
Bilim bu anlamda kendi içerisinde bir sürekliliği, var olan yenilenmeyi öğrendikçe, yenilerini öğrenmeyi gerçekleştiren bir olgudur. Ama o, belli ölçülere sıkıştırılıp doğru ve hakikat budur denildiği zaman, o bilim olmaktan çıkar.
Oysa doğanın hakikati bu değildir. İnsanın evrenin, doğanın bir parçası olduğu kabul edildiği zaman, insanla doğa arasındaki dengeyi kuran bir yaşamın sahibi olunur. Bu yapılmadığı zaman da doğa üzerindeki her türlü sömürü, yağma, talan meşrulaştırılmış olur. Bu bir düşünce biçimi, bir yöntem haline geldiğinde de o yöntem sadece doğayla sınırlı kalmaz, insanla insan arasındaki ilişkide de kendisini somutlaştırır. Darwinin doğal seleksiyon görüşü, doğada zayıf olanın yok olacağı, güçlü olanın kalacağı şeklinde kendisini ifadeye kavuşturur. Son tahlilde İttihat Terakki Döneminin Osmanlısında, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya?da ve sonrasında daha birçok devlette üstün ırk teorisinin kendisini ifade ettiği faşizme dönüşür. Düşünce ve yöntem sadece uygulandığı alanla sınırlı kalmaz. Doğada uygulanıyorsa topluma da uygulanır. Mühendislik tanımı da buradan gelir. Herhangi bir işin yapımında uzmanlığı, bilmeyi, ona göre bir plan ve proje geliştirmeyi ifade eder ve bu yöntemi birebir topluma uyguladığın zaman karşına kendi gerçeğinden uzaklaştırılan bir toplum ortaya çıkar. Şekillendirilen, yönlendirilen bir toplum gerçekliğidir bu.
Bilim yönteminin, sadece eşya üzeri uygulandığını söylersek yanılırız. Nasıl doğa bir kadavra şekline çevriliyorsa, toplum da bir eşya, bir kadavra haline getirilmesi söz konusudur. Bu, toplumun bir hakikati değildir. Nasıl doğa üzerindeki sömürü onun bir hakikati değilse, toplumun biçimlendirilmesi de onun kendi hakikati değildir. Toplumun kendi hakikatinden uzaklaştırılması ya da yabancılaştırılmasında ise son derece sistemli bir politika devreye konularak, oradan bir sonuca ulaşılmak istenir. Buna toplum mühendisliği demekte mümkündür.
Toplum Mühendisliği kapsamında ise, nasıl laboratuvarlarda canlı organizmalar kendi içerisinde birbirlerinden ayrıştırılıyorsa, toplumda aynı şekilde bir parçalanmaya tabii tutulmaktadır. Toplumun mühendisliğinin gençliğe yaklaşımı da bu kapsam içerisindedir. Buna göre de, gençlik toplumun ?en dinamik öğesi olarak kabul edilir. Buradan çıkarılan sonuç ise. Gençlik kiminle ise, gelecekte onundur? belirlemesi olur. Kapitalist modernitenin gençliğe yaklaşımını da bu saptama belirler. Gençliğe yönelik olarak politikalar geliştirilirken yine bu belirlemeye göre hareket edilir. Bu çerçeve de gençliğin daha çocukluktan itibaren cinsiyet ayrımına tabii tutularak, kapitalist modernitenin düşünce kalıplarına göre eğitilerek, geleceğe hazırlanması öngörülür. Ona göre de; alışkanlık, yaşam biçimi , gelecek tasarımı ve bilinç edinimi içerisine girmesi sağlanır/hedeflenir.
Böylece kapitalist modernite gençliğe yönelik uygulamaya koyduğu bu politika ile kendi geleceğini güvence altına almış olurken, toplumu da geleceğinden uzaklaştırmış olur. Bunu da tamamıyla toplum mühendisliğine ve bilimciliğe dayalı olarak geliştirir. Üç S olarak kabul edilen; Sanat, Spor ve Seks da, bu temelde; gençliğin dinamizmini, aktivitesini, enerjisini kendi içerisine akıttığı, toplum içerisindeki asıl rolünü oynamaktan alıkoyan, tamamen gençlikle özdeşleştirilen politikalar haline getirilirmiş olur.
Milliyetçilik, Dincilik, Cinsiyetçilik
Kapitalist Modernitenin paradigmasına temel teşkil edecek olan teorilerin geliştirilmeye başlanılması da atılmış olan bu adımları tamamlayan, başka bir adım olmuştur. Denilebilir ki, Kapitalist Modernite Paradigmasının ana unsurlarından olan Milliyetçilik ve Bilimcilik bu dönemde geliştirilmeye çalışılan teorilerin doğrudan etkisini taşırken, Dincilik ve Cinsiyetçilik?de temel bir yaklaşım ve ele alış olarak daha da derinleştirilerek, güçlendirilme olanaklarına kavuşturulmuştur. Yine aynı şekilde Ulus Devlet lerin tohumları da bu dönemde atılmaya başlanılmıştır.
Aslında tüm bunları (Milliyetçilik, Dincilik, Bilimcilik, Cinsiyetçilik ve Ulus Devleti) Kapitalist Modernitenin bir dönemi ile sınırlandırarak ele almak ve ona göre bir tanım ve anlatımda bulunmak doğru değildir. Çünkü bunların Kapitalist Modernite içerisinde yaşanmış ve yaşanmakta olan dönemi ile ilişki ve bağı olduğu kadar, önceki dönemlerde olan bağlılığı içerisinde bir sürekliliği de söz konusudur. O nedenle bunları bir dönemle sınırlandıran değil de ona göre anlam genişliği ve bir bütünlük içerisinde ele almak gerekmektedir.
Milliyetçilik, dincilik, bilimcilik ve cinsiyetçilik birbirleriyle bağlantılıdırlar. Birbirlerini besleyip tamamlamaktadırlar. Dinciliğin tarihi daha eskilere dayanır. Önce bir tanrı, kutsallar yaratılmıştır. Rahipler de bunlar ile halk arasındaki aracılar haline getirilmişlerdir. Ve bunlarda dini hükümlere dönüştürülerek halk üzerindeki tahakküme dönüştürülmüştür. Dinciliğin temel dayanakları da buna göre oluşmuştur. Bilimcilik, kendi hükmünü tanrısallaştırmış ve bir doğma halini almıştır. Önderliğin dediği gibi kapitalizmde para kavramına yüklediği anlamla parallah olarak kendi tanrısını yaratmıştır. Şovenizm vatan, millet vb. kavramlar da öyledir. Tabii bunlar gerçekleştirilirken de, en çok tanrısallaştırılan da erkek olmaktadır.
Bilim cinsiyetçidir. Her yönden erkeği büyük göstermek ve egemen kılmayı amaçlar. Kapitalizmin yarattığı tüketim kültürü, modern putçuluk olarak yorumlanabilir. Milliyetçilik de bu putçuluğa ulusal yönler yüklenmiş halidir. Bu şekilde insanların tüm algılarını maddiyat sınırına indirgenmiş olur. Milliyetçi, faşist insanların maneviyatları çok zayıftır. Aslında her ne kadar vatan sevgisinden dem vursalar dahi maneviyat gerektiren bu duyguları özde yaşamazlar. Cinsiyetçiliği en derin yaşayanlar da milliyetçilerdir. Önderlik ?milliyetçilik bir tür cinsiyetçiliktir der. Yine bencilliği en çok güçlendiren de milliyetçilik duygusudur. İçinde bir anlam ve maneviyat yoktur. Bireye dayanır. Bunun üzerinden iktidar kurulur. Ulus-devlet sürecinde iktidar saraydan çıkıp, tüm toplumun hücrelerine ve zihniyetine varıncaya kadar yayılır.
Pozitivizmdeki özne-nesne ayrımı, kendini üstün, diğerini altta görme hali milliyetçiliğin esasını oluşturur. Cinsiyetçilikle milliyetçilik ilişkisi de burada başlar. Orada ulusu, milleti temsil eden kişiler erkektir. Onun dışında farklı bir toplumsal yapı veya katmana yer verilmez. Tek bir ideolojidir, tek bir dildir, tek bir dindir, tek bir siyasi görüştür ve tek bir cinstir de. Milliyetçilik adına bir şey söylenirken; yüceltilen bir toprak parçası, ulusal değerler ve bunun yanında alçaltılan da kadın olmaktadır. Dincilikle bağı da bu sayılan özelliklerle eşit düzeydedir.
Ulus-devlet için kapitalizmin tanrısı olduğu yönünde bir belirlemede bulunulmaktadır. Yapılan bu belirlemeye göre de, o tanrıyı kurumsallaştıracak, o tanrıyı savunacak olan da dine ihtiyaç vardır. Kapitalizmde de dinlerin yerini ideolojiler aldığına göre burada kapitalizmin dini milliyetçilik olmaktadır. Milliyetçilik burada o tanrının savunulup kutsallaştırılması ve ona ait olanların yüceltilmesinin temel aracı olmayı ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle de kapitalistin, kendini devlet olarak iktidarlaştırmasının ideolojisi olmaktadır. Buna dayanarak ta iktidarını oluşturduğu coğrafyada kendi sömürüsünü gerçekleştirmesinin, o pazarlarda hakimiyetinin en temel aracıdır.
Milliyetçiliğin olduğu her yerde sömürünün kökleştiğine tanık olunur. Bayrak, toprak, vatan ve sınır olgularına burada çok vurgu yapılır ve bu şekilde millet uyutulur. Ulus-devlet tanrılaştığı bir yerde, milliyetçiliğin de din halini alması bir kaçınılmazlık olarak yaşanır. Bugün Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemize karşı yürütülen özel kirli savaşın kullandığı argümanlarda bunlar üzerine kurulmuştur. Türk-İslam Sentezi adını verdikleri düşünce yapıları bu temel üzerine kuruludur. Tek Vatan Tek Bayrak, Tek Devlet, Tek Millet söylemleri de böyle bir gerçekliği ifade etmektedir.
Milliyetçiliğin özünde güçlünün zayıfı yenmesi varsa, insanın insandan üstünlüğü algısı da bunun bir sonucu olarak yaşanır. Kim kendisini daha güçlü olarak var ederse, diğerini sömürmeye hak kazanır. Nasıl ki Nazi Almanyası saf bir ırk? safsatasını öne çıkararak, diğer toplumlar üzerindeki her türlü sömürüyü kendisine meşru gördüyse, öyle bir tablo ortaya çıkar. R.T. Erdoğan?da bu yönteme başvuruyor. Savaşı yürütebilmek için millete yönelik bir saldırı algısını canlı tutuyor. İktidarına yönelik bir saldırıyı, millete yapılmış gibi gösteriyor.
Dinsiz, milliyetçilik olmaz. Milliyetçi sembollerin, değerlerin kutsallaştırılması din aracılığıyla yapılır. Türk milliyetçiliği de böyledir. İslam’ın istismarı üzerine yükselir. Orada dini ve ulusal değerler aynı oranda yüceltilir. Osmanlının, Balkanları sömürgeleştirmesinde orada yaşayan toplukların Türkleştirilmesi, Müslümanlaştırma ile birlikte gerçekleştirilmiştir. Avrupa sömürgecileri de sömürgeleştirdikleri ülkelerin insanlarını Hıristiyanlaştırarak bunu başarmışlardır. Kapitalist Modernitede koşullarında ise bu gerçeklik en üst düzeyde yaşanır bir hal almıştır.
Kapitalist Modernite elde ettiği bu başarıyı ise, topluma ve özelde de gençliğe yönelik geliştirdiği politikalar ile elde etmiştir. Burada da nasıl bilimciliğe dayalı olarak toplumun şekillendirilmesinde gençlik öncelikli hedefler arasında yerini almışsa, milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçiliğin gelişmesinde, ulus devletinde tüm bunlara dayandırarak kendini var etmesinde gençliğe yönelik olarak geliştirilen politikalarda aynı düzeyde bir rol oynamıştır. Tamamıyla gençliğin dinamizminden, gücünden ve enerjisinden yararlanmışlardır. Savaşlarda milliyetçi, dinci söylemlerle, içi boş erkeklik duygu ve düşünceleri ile şişirilen, sahte vaatlerle, umutlarla aldatılan/kandırılan gençler meydanlara sürülmüş ve bunların ölüleri üzerinden ?zaferler? elde edilmiştir. Yine kapitalist modernite kendi sistemini bunlara dayandırarak kurmuştur. Ki, günümüzde de sömürgeci TC devleti gerek Türkiye toplumunu kendi toplumu haline getirmek gerekse de Kürdistan ki, özel-kirli savaşını yürütürken bunlara dayanarak zihniyet dünyasını oluşturan o faşist politikalarını pratikleştirmeye çalışmakta ve burada da temel bir güç olarak gençliği kullanmaya çalışmaktadır.
Tabii buraya kadar anlatılanlardan ulusa, din, birer cinsel kimlik olarak kadına-erkeğe ve bunlarla bağlantılı olarak da bilime karşı olduğumuz anlaşılmamalıdır. Burada asıl olarak karşı olunan insana ve topluma ait olanların, sınıflı devletçi uygarlığın en uç noktada temsilini bulduğu kapitalist modernite tarafından gasp edilmesi, kendine mal edilmesi, özünün boşaltılarak bunlara farklı anlam vermesi olmaktadır.
Liberalizm
Bilimcilik, Dincilik, Milliyetçilik, Cinsiyetçilik gibi, liberalizm de kapitalizmin toplumun biçimlendirilmesinde en önemli etkenlerden biri olma gibi bir özellik taşımaktadır. Hatta denilebilir ki, toplumun ideolojik ve siyasal hedeflerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar.
Ancak burada liberalizm derken, kastedilen bu kelimenin kök olarak ifade ettiği anlam değildir. Daha sonra bu kelimeye kapitalist modernitenin düşünce kalıplarına göre yüklenen anlamdır.
Bilindiği gibi, liberalizm kelime olarak Latince özgür anlamına gelen liber sözcüğünden türetilmiştir. İdeolojik ve siyasal olarak da bireysel özgürlükler biçiminde bir anlam yüklenilmektedir. Her ne kadar Liberalizm için türetildiği kelime kökünden kaynaklı olarak bu şekilde tanımlamalarda bulunuluyor olsa da, tarihsel ve toplumsal olarak ifade ettiği anlam değişmiştir. Günümüzde de Liberalizm daha çok bu değişen anlamına göre kullanılmaktadır. Burada karşımıza çıkan Liberalizmin Kapitalist Modernitenin uluslararasılaşmaya başlamasıyla birlikte sermayenin-özelliklede İngiltere’nin- çıkarlarının meşrulaştırılmasını savunan bir kelime ve daha sonra da, bireyi toplumsallığından ayrıştırarak kapitalist sisteme bağlamanın en temel kavramlarından biri olarak kullanılıyor olmasıdır.
Siyasi liberalizme varan düşünceler de bu kavramsal çerçevenin içerisinde yerini almışlardır. Adam Smith?in, o süreçte tekelleri, gümrükleri ve devletin koyduğu sınırlamaları eleştirmesi, ?piyasanın en etkili hakem olacağını? söylemesi, David Ricardo?nun ?karşılaştırmalı üstünlük kuramı? ile daha ucuza mal olan bir üretimle diğeri arasında ilişkiyi ele alarak, oradan da serbest ticareti destekleyen görüşler ortaya koymasıyla John Stuart Mill?in ahlak alanında yararcılığı savunan görüşleri böyle bir sonucun ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.
Önder Apo, Kapitalizmin esas en büyük gücü ideolojisi olan liberalizmdir demektedir. Kapitalizm bu şekilde; kendisini liberalizmle topluma kabul ettirmektedir.
Bunu gerçekleştirirken de bireyi ve toplumu birbirinden koparmaktadır. Çünkü toplumdan koparılmış olan bireyin daha rahat köleleştirileceğine inanmaktadır. Daha önceki köleci uygarlık dönemlerinde de toplumun köleleştirilmesi söz konusu olmaktaydı. Ama bu sefer toplumun köleleştirilmesi yığınlar halinde değil de, toplumsallığından uzaklaştırılan ?bireyin? sürüleştirilmesine dayandırılmıştır. Burada da Liberalizmin, toplumun değerleri dahil her şeyin özünü boşaltmasının ve kendine göre anlam yüklemesinin, çarpıtmasının rolü büyük olmuştur.
Liberalizm için, siyasetin ekonomi üzerindeki belirleyiciliğine karşıtlık gibi bir yorumda da bulunulmaktadır. Ancak bu onun devlete karşı olduğu anlamına da gelmemektedir. Onun özgürlük istemi; ticaret ve sömürü özgürlüğünden başka bir şey değildir. Sadece devletin ekonomi ve ticaret üzerindeki frenleyici olmasına; vergi, gümrük, sınır sorunlarının dayatılmasına karşıdır ve önünün sınırsız bir şekilde açılmasını istemektedir. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler? ifadesi de, bunu anlatmaktadır.
Liberalizmin özgürlük istemi kendisi için sınırsızdır. Ancak bu başkaları için aynı anlama gelmemektedir. Tekellerin oluşmasına, devletler ve iktidarlar üzerinde kesin bir hakimiyetin kurulmasına kadar ?özgürlük? demektedirler. Her şeyi kendi kontrolü altına aldığında da gerçek yüzünü göstermektedir. Kendisi dışında olana yaşam hakkı tanımamaktadır. Kendine karşı gelişen toplumsal mücadeleleri bastırmak için karşı saldırıya geçmiştir. Yoğun baskı araçlarının devreye konulması ile birlikte, sömürünün toplum tarafından daha kabul edilebilir bir hale gelmesi için içerisine girilen çabalarda bunlardan biri olmuştur.
İşçi sınıfının mücadelesini içerisinden saptıran, sömürge halkların kurtuluş mücadelesine soğuk bakan işçi aristokrasisi ve sosyal şovenizmi, yine sosyal devlet vb. tanımlamaları da böyle bir gerçeklik içerisinde ele almak gerekmektedir. Bunların hepsi de devlete ve iktidara karşı mücadeleyi yumuşatma arayışlarını ifade etmektedirler. Liberalizm böylesine bir siyasal tekel gerçekliğidir. Ama buna rağmen liberalizm denildiği zaman, hafızalarda ?özgürlük, rahatlık vs. gibi çok farklı imgeler yaratılmaya, algılar oluşturulmaya çalışılabilmektedir. Oysa liberalizmin amacı; toplumun, iktidara karşı mücadele verenlerin mücadelesinin şiddetini törpülemek ve gerçekleştirebildiği oranda onları sisteme dâhil etmekten başka bir şey değildir. Amacı toplumu devlet içerisine hapsederek, onun dışında çıkmasını engellemek ve sorunlarına bu sınırlar içerisinde kalarak ?çözüm arayışı? içerisine girmesini sağlamaktır. Toplumdan çaldığı özgürlük söyleminin özünü boşaltmasının nedenini de böyle bir gerçeklik oluşturmaktadır.
Önder Apo?nun belirtiği gibi ?devletsiz liberalizm, sahipsiz bir bahçe gibidir. O nedenledir ki, liberalizmi biraz daha geniş bir çerçevede, ideolojik ve siyasal yönleriyle de ele almak gerekmektedir. Dikkat edilirse liberalizm sadece devleti ticaret tekellerini, sermayenin devleti haline getirmekle sınırlı kalmamaktadır. Aynı zamanda kendisine karşıtlık içerisinde olan ve ona karşı mücadele eden güçleri de yumuşatarak, siyasal ve ideolojik duruşlarını gevşeterek sistem içileştirmektedir ve bu yönelimini de bireyine varana kadar tüm topluma hakim kılmaya çalışmaktadır. Öyle ki, bireyler kendi hayal dünyasında bile sınırsız olamamaktadır. Liberalizm sistem karşıtı her fikri, duyguyu, hayali kendine bağlama, kendiyle sonlandırmak ister. Bu nedenle sistem karşıtı pek çok insan, çevre, gurup vb. kapitalizme karşıt olduğunu sanırken, liberalizm bu karşıtlığı çoktan sistem için nefes boruları haline getirebilmektedir.
Önderlik, özgürlüğün çocukluktan başlayan bir istem ve arayış olduğunu belirtir. Bu istem ve arayış, biraz büyüyünce liberalizmin ağına takılır. Çünkü katı, liberalizm kimsenin önüne görünen bir sınırlandırma koymaz. Sahte özgürlük anlayışını geliştirir. Öyle ki özgürlük giyme, yeme, gezme vb. ye kadar indirgenir. Bunları dilediği gibi yerine getiren bireylerde özgürlermiş gibi bir his yaratır. Özgürlük bu kadar anlamından çarpıtıldığı için liberalizmin hakim olduğu yerlerde artık özgürlük, toplumsal ahlakın ihlal edildiği kadarıyla ölçülür ve bir özenti kültürü haline getirilir. Bireyi toplumdan, bu bireyleri de birbirilerinden koparır. Böylece insanı kendini var eden toplumsallığından uzaklaştırdığı gibi her yönüyle sömürüye, egemenliğe, itaatkarlığa hazır hale getirir. Böylece birey haline geldiğini sanan insan, toplumsal bir varlık olmadan önceki aşamaya doğru gidiş içerine girmiş olur. Ancak bu baş aşağı gidiş insanın toplum olmadan önceki halinden öte daha tanınmaz bir hale gelmesini, doğadan kopmasını ve bir sapmanın insandaki somutlaşmasını ifade eder.
Önderliğin ifade ettiği; ?özgürlüğün, çocukluktan başlayan bir sistem arayışı olma? gerçekliğinin akamete uğraması ya da liberalizmin ağına takılması ise, insanın gençlik dönemine tekabül eder. Kapitalist modernite insana/topluma karşı gençlik döneminde saldırıya/harekete geçer. Ama bu tüm gençlerin liberalizmin ağına takılacağı anlamına gelmez. Ancak liberalizmin hedefinde de asıl olarak gençliğin bulunduğunun da bilinmesi gerekmektedir. Onun içindir ki, kapitalist modernitenin gençliğe yönelik politikaları üç s ile sınırlı kalmaz. Gençliği, liberalizmin sahte özgürlükçü düşüncelerinin etkisi altına almak ve onu toplum içerisinde var eden değerlerinden koparmak ister. Bunun için toplum ret eden, bencilliği öne çıkarak, gençliği felsefeden, ideolojiden, siyasetten uzaklaştıran, sanal alem içerisinde sadece kendisi olarak yaşayan ve tat alan bir yaşam arayışı içerisine çeken, post modern, popüler kültür vb. arayışlar içeren düşünce biçimleri ve yaşam arayışları içerisine de çekmeye çalışmaktadır.