HABER MERKEZİ
Sur’daki direniş ilk olarak Şehit Berfin arkadaşın da öncülük ettiği 21 Ağustos’ta başlatıldı. Toplam eldeki silah sayısı iki B7 silahı ile birlikte 15 civarındaydı. Binbir zorlukla el konulan iki kepçenin alana getirilmesi temelinde gece 10 civarında Sur’un yarısını denetime alacak şekilde hendek kazımına başlanmıştı. Elimizdeki silah sayısı da, arkadaş sayısı da sınırlıydı…
BAŞLARKEN… Birkaç gündür duyurusunu yaptığımız yazı dizisi, bugün başlıyor. Dizimizde, Sûr Direnişi’nin komutanı Çiyager’in ‘ısrarı üzerine’ Xemgîn Roj tarafından kaleme alınan günlük yer alacak. Ayrıştırmayı kolaylaştırmak adına yaptığımız açıklamaları italikle gösterdik; bunlar dışındaki bütün cümleler, direnişçilere aittir. Günlüğün tarihi Sûr Direnişi’ni ve şehitlerinin mirasını anlamakta ön açıcı olacağını umuyoruz.
‘Ne olursa olsun son muhteşem olacak!’ Aklım Karayılan’ın söylediği bu sözlerde takılı kalmıştı. Baharın ilk günlerinde PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkez Karargâh Komutanı Murat Karayılan’la gelişmeler hakkında yaptığımız kısa bir sohbetin ardından Sur’a dair bilgilerini bizimle paylaşmak isterken önce kısaca bir duraksamış ve ardından bu sözcüklerle başlamıştı Sur’un hikayesine. İçerisinde bulunduğumuz sade ama düzenli manganın yetersiz ışığı altında bile Karayılan’ın bu sözleri söylerkenki heyecanı, öfkesi, hüznü ve gururu çarpıyordu gözlerimize. Bu sözlerin ne denli önemli ve ne denli sarsıcı olacağını böyle anlamıştım. Kış boyunca diğer direniş alanları gibi yüreğimizin tam orta yerine tüm görkemliliğiyle oturan tarihi Sur direnişinin büyük komutanı Çiyager’in sözleriydi bunlar. Sur’un o daracık sokaklarından taşan, tarih kokan ve yol gösteren bu sözcükler, büyüye büyüye ulaşmıştı dağlara… Bu sözler bilinmezlerle ama hayret ve hayranlıklarla dolu Sur günlerine dair yaşananların an be an hem de direnişçilerin kaleminden yazılmış günlüğünün girişini süslüyordu. Sur’a dair efsunu sayfaları arasında tutan o günlük, çok şey anlatan bu sözlerle karşılıyordu okuyucusunu.
Karayılan’dan öncelikle günlüğü okumak ve haberleştirmek için izin istemiştik. Kısa bir süre sonra bize bu imkanları sağlamıştı. Okudum günlüğü. Birkaç kez. Sindire sindire, anlayana dek ve tabii o anları hissederek. Okuyucusuna bir emir veriyor gibiydi günlük. Cesaret veriyor, yol gösteriyor gibiydi. Direnenlerin Kürdistan işgalcilerine ne kadar kayıp verdirdiğinin hiç önemi kalmıyordu. Nasıl ve hangi imkanlarla direnildiği, hayatın bir insanın karşısına çıkarabileceği en zorlu koşulların nasıl bir irade ile alt edildiği, ayakta durma gücünün nereden alındığı ve savaşma azminin ardındaki o görkemli duygulardı kaçınılmaz bir sonu muhteşem kılan. Kara maskeleri ardına saklanmış cellatların Kürdistan’da yaşattığı o katliamın yüreğimizde yarattığı o hüzün dolu denklemi değiştiriyordu tüm yazılanlar. Tüm bunları bir de direnişin temel gücü olarak tarih sahnesinde yerini alan YPS’de yer alan savaşçılar ve direnişin tanıklarıyla da tamamlayınca okuduklarımın bir halk destanının ta kendisi olduğu kesindi. Dünya devrimlerine dair heyecanla ve imrenerek okuduğumuz o kalın kitapların, o halk destanlarının çağımızı tam da şimdi Sur Direnişi’yle işgal etmiş olması, hangi halktan hangi inançtan olursa olsun ezilenler için büyük bir umut ışığı oluşturuyordu.
Gerçekten sonu ne olursa olsun çoktan zaferini ilan etmiş, bir destan gibi sonraki nesillere hayat verecek kutsal bir duruştu Sur Direnişi. Büyük ve kutsal bir tercihti. Bu tercih etrafında büyük bir buluşma ve büyük buluşmadaki amansız kavgaydı. Ve muhteşemliğini de bir son gibi algılanan görkemli bir başlangıca gebe olmasından alıyordu.
Çiyager arkadaşın ısrarı üzerine yazılan kısa notlardır. Yazılması gerekenin binde biri bile olmayan bu yazılar tarihe düşülen bir damla dahi olsa bizce değerlidir.
Xemgîn Roj (Ali)
Günlüğün en üst kısmına düşülmüş bu cümleler, o amansız mücadele koşullarında bile tarihe böylesine bir not düşme sorumluluğu taşıyan Xemgîn’e aitti. Direnişin büyük komutanı olan ve PKK tarafından ‘Şehir savaşlarının Agit’i’ olarak adlandırılan Çiyager’in ısrarı üzerine bu görevi o zor şartlarda ve yaralı olmasına rağmen sürdürmüştü. Arkadaşlarının coşkusu, heyecanı ve cesaretiyle andığı bu devrimci sayesinde Sur’da yaşanan gerçeklerin kapısı aralanmış oluyordu.
YAZILMAYA BAŞLANAN TARİH: 21 OCAK 2016
Direniş zafere, pasifizm yenilgiye, teslimiyet ihanete götürür…
Tarihi Sur Direnişi’nde şahadete ulaşanların anısına…
Her bir günü bin yıl gibi geçen Sur direnişinden…Sur wê bibe Qela Dimdimê…
7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerde demokratik siyasetin zaferi, AKP çetesinin istediği çoğunluğu mecliste elde edememesi, yeni bir sürecin başlamasını da beraberinde getirdi. Önder APO ile olan diyalog düşman tarafından sona erdirilip imha ve tasfiye süreci tekrardan gündeme geldi. Suruç Katliamı ve hemen ardından Medya Savunma Alanları’na yapılan kapsamlı hava saldırısı (24 Temmuz) artık yeni direniş hamlesinin devrimci halk savaşı temelinde başlatılmasını gerekli kılmaktaydı. Ağustos ayı ile birlikte birçok ilçede ilan edilen öz yönetimlerin savunulması temelinde öz savunma birimlerinin örgütlendirilmesi ve halk ile iç içe bir direnişin geliştirilmesi devrimci halk savaşının bir gereği olarak ortaya çıkmaktaydı. Varto, Farqîn, Cizîr, Silopi, Nusaybin ve Derik gibi birçok ilçede direniş başlatılmış oluyordu. Amed gibi bir şehrin merkez ilçelerinde de direnişin geliştirilmesi tüm Kürdistan’ı etkileyecek bir durumu ortaya çıkaracaktı. Bu temelde Sur ve Bağlar’da geliştirilmek istenen süreç yeni bir dönemi de beraberinde getirdi.
Sur’daki direniş ilk olarak Şehit Berfin arkadaşın da öncülük ettiği 21 Ağustos’ta başlatıldı. Toplam eldeki silah sayısı iki B7 silahı ile birlikte 15 civarındaydı. Binbir zorlukla el konulan iki kepçenin alana getirilmesi temelinde gece 10 civarında Sur’un yarısını denetime alacak şekilde hendek kazımına başlanmıştı. Elimizdeki silah sayısı da, arkadaş sayısı da sınırlıydı. Keçi Burcu ve Saraykapı yakınlarındaki hendekler iki ana mevziyi oluştururken, Yoğurt Pazarı, Dört Ayaklı Minare, Emniyet Fırını ve Kervansaray’daki mevzilerle alan tutulmuş oluyordu. Düşmanın gece 11 gibi saldırısı başlamış ve kepçeler etkisiz hale geldikten sonra elimizdeki mevcut iki mayının döşenmesi başarılamamıştı. Çatışmalar sabaha kadar sürerken Ş. Berxwedan arkadaşın şehadeti gelişmişti.
Her bir gün altın değerindeydi.
Kürdistan’ın birçok merkezinde 24 Temmuz saldırıları sonrası başlayan topyekûn imha konsepti, Kürdistan toplumunu ve onun örgütlü güçlerini yeni bir tartışmaya ve karara itmişti. Müzakereyle ve siyasi yollardan Kürt toplumunun tarihi olarak çoktan hak ettiği kendi kendini yönetme hakkına dayanarak öz yönetimler temelinde kendi geleceğini oluşturma her ne pahasına olursa olsun yeni saldırı dalgası karşısında temel mücadele yöntemi olarak belirlenmişti. Kürt gençliğinin öncülüğünde sokakların ve yaşam alanlarının saldırılar karşısında savunulması amacıyla hendekler ve barikatlar geliştirildi. Bu barikatlar ardında yaşamını kendi öz örgütlenmeleriyle idame ettirmek isteyen toplum, bunun için kendi kent meclislerini kurmuştu. Bu barikat ve hendeklere yönelik saldırı gelişmediği müddetçe öz yönetim alanlarında çatışma ve kayıp haberleri yaşanmadı. Ta ki öz yönetim iradesi topyekun saldırının hedefi oluncaya kadar…
Zorlu dönem devam etmekte ama yeni bir tecrübe kazanılmıştı artık. Tutulacak alan yeniden gözden geçirildi ve daha mantıklı olan bir yöntem ile yeni bir girişimin hazırlıkları yapıldı. Düşmanın zırhlı araçlarının girmekte zorlandığı daha dar bir alan ile başlanacak ve giderek alanın genişletilmesi esas alınacaktı.
Yeni cephane takviyesi ile birlikte 5 Eylül akşamı tekrardan direniş başlatılmıştı. Ana mevzilerimiz Dört Ayaklı Minare, Emniyet Fırını, Karadeniz Sokak, Süleyman Nazif ve Mardinkapı İlköğretim Okulları, Kurşunlu Camisi ve Yoğurt Pazarı’ndaki 7 mevziden oluşuyordu. Düşmanın saldırısı yine çok gecikmeden başlamış ama Ş. Yılmaz arkadaşın Çarşı Karakolu’na yönelik roketatarlı eylemi düşmanın geri çekilmesini sağlamıştı. Bu da sabaha kadar zaman kazanmamız demekti. Bunu fırsat bilerek sabaha kadar tüm mevziler yapıldı. Düşman sabah 6 gibi tekrar saldırılarını başlattı ve öğlen 12’ye kadar çatışmalar devam etti. Düşmanın 10’a yakın ölüsü ve birçok yaralısı vardı. İlk defa 6 Eylül’deki bu çatışmada halkın büyük bir desteği söz konusu oluyordu. 10 Ekim’e kadar bazı günler çatışmalı geçse de alan tutulmaya devam ediyordu.
Direnişin büyük kahramanı: Şehit Berfin
8 Ekim’de Şehit Berfin arkadaşın Bağlar’da ev baskını sonucu bombasını kendisinde patlatarak şehit düşmesi, direnişin nasıl olması gerektiğini bizlere tekrar hatırlatır nitelikteydi. Öncülük rolünü tam anlamıyla fedai bir ruhla yerine getiren Berfin arkadaş, Sur Direnişi’nin en büyük kahramanlarındandı.
10 Ekim günü düşman büyük bir güçle tekrar saldırılarını başlattı. Bu seferki saldırısı farklıydı; Eseddullah Timi’nin hortladığı (IŞİD’in TC versiyonu), adının duyulduğu saldırıydı. Çatışmalar gün boyu devam ettikten sonra gece saatlerinde geri çekilme sağlandı. Düşmanın operasyonu 4 gün sürdü.
5 Kasım akşamı (Farqîn’e saldırının 3. günüdür) daha önce tutulan alan tekrar tutulmaya başlandı. Düşmanın saldırısından kaynaklı mevziler zorlukla yapılabildi.
‘YPS’nin ilk şehidi ben olacağım’
Bu seferki direniş farklı olacaktı, olmak zorundaydı. 6 Kasım sabah 10 civarında düşmanın saldırısı tekrar başladı. Kurşunlu ve Yoğurt Pazarı mevzileri saldırılardan dolayı yapılamamıştı ve bu durum bizi oldukça zorladı. Akşama kadar süren çatışmalarda Avesta (Ferhat Doğru) arkadaş şehadete ulaşırken vurulan ağır darbeler ile düşman geri çekilmek zorunda kaldı. Düşmanın ilk saldırısı kırılmış ve yeni bir özgüven oluşmuştu. Artık iş hazırlıkların soluksuzca yapılmasına bağlıydı. Şehit Avesta’ya bağlılık da bunu gerektiriyordu. YPS örgütlenmesinden büyük heyecan duyan Avesta arkadaşın ilk sözü “YPS’nin ilk şehidi ben olacağım” şeklindeydi. Avesta arkadaş, Yoğurt Pazarı’nda arada kalan arkadaşların yardımına gidip düşmana el bombası attıktan sonra yaralanıp şehit düşen bir arkadaştı.
Bizim için artık her bir gün altın değerindeydi. Mevziler olabildiğince arttırılıp alan genişletilmeli, evler delinip hatlar oluşturulmalı, cephane ve arkadaş aktarımı yapılmalıydı. Yollara mayınlar döşenmeli ve yerelden gençliğin katılımı örgütlendirilmeliydi. Her savaşın yapılan hazırlıklar temelinde kazanılacağını bilerek hareket ediyorduk ama yine de hazırlıklarımızın çok kısıtlı kaldığının da farkına sonradan varacaktık.
Kepçe olsaydı…
Halkın ilgisi oldukça büyüktü. Düşmanın karakolunun önüne mayın döşeniyormuş gibi sessizce mevzilerin temeli atılıyordu. Sur sokaklarında hendek yapmak, yapmaya çalışmak anlamsızdı; çünkü ilk yarım metrede dahi su ve elektrik hatları önümüze çıkıyordu. Bunun yerine daha çok üstü kapalı mevzilerin (çatışma mevzilerinin) yapılması tartışıldı ve bir kısım hayata da geçirildi. Çatışmaların şekli çok farklı olacaktı. Hazırlıkların arasında en çok ihtiyaç duyduğumuz şey kepçe ve kumdu ama bu konudaki gelişmeler bazılarının beceriksizliğini ve duyarsızlığını net olarak bize gösterdi. Eğer ki yeteri kadar kum ihtiyacımız sağlanmış olsaydı, daha hızlı hazırlıklarımızı yapabilirdik. Hele hele bir kepçemizin varlığı, sırtımızı Sur’un tarihi bedenlerine vermemizi sağlayabilirdi. Kepçe için yapmadığımız şey neredeyse kalmamıştı. Kepçe olsaydı, Yenikapı’ya ve ardındaki Hevsel Bahçeleri’ne hakimiyet kurabilirdik. Kepçe örgütlenemedi, kum zorla bir miktar ayarlanabildi.
Hele bir gelsinler…
Kürt gençliği yaşanan her saldırı karşısında kendini savunmak üzere örgütlenmeyi, bu temelde öz savunmayı geliştirmeyi esas almıştı. Saldırının şiddeti ve kapsamı büyüdükçe YDGH’den YPS’ye doğru evrilen savunma örgütlenmesi gündeme girmişti. Diğer öz yönetim alanlarında olduğu gibi yaşanan savaştan deneyimler o kısacık süreçte elde ediliyor; gençler arasında tartışılıp yeni taktikler belirleniyordu. Sur’a gerçekleşen ilk saldırılar da Sur direnişçileri için böyle bir deneyim ve tecrübe oluşturmuştu. Mücadele sürecinin ilk günleri ardından ortaya çıkan tecrübeye dayanarak YPS savaşçıları hazırlıklarına savaş içerisinde hız vermişti.
5 Kasım’dan 28 Kasım’a kadar geçen her bir gün büyük bir fırsattı. Bu fırsatı ne kadar doğru değerlendirebilirsek o kadar savaşta başarılı olacaktık. Bu bilinçle her şey yapılıyordu. 80’e yakın silahlı birim ve arkadaş örgütlendirilmiş, cephane stoku yapılmıştı. Mevzilenmeler de Emniyet Fırını‘ndan Kervansaray’a, Karadeniz Sokak’tan Yenikapıya, Kurşunlu’dan Yoğurt Pazarı ve Dört Ayaklı Minare’ye kadar tamamlanmıştı. Yönetim düzeyinde güçlü arkadaşların örgütlenmesi sağlanmıştı. 26 Kasım’da (tahminen) hareketli takımda yer alan Mazlum arkadaşın Bağlar’da şehadeti yaşanmıştı. Ş. Mazlum’un cenaze töreninden dönen iki arkadaş takip sonucu, Sur’a gelirken, Dört Ayaklı Minare yakınlarında düşman tarafından durdurulmak istenmesi üzerine iki polis öldürülürken arkadaşlar sağlam bir şekilde alana ulaşmayı başarmışlardı. Fakat düşmanın yoğun taraması sonucu o anda Dört Ayaklı Minare için basın açıklaması yapan Tahir Elçi, düşman tarafından şehit edilmişti. Hemen ardından sokağa çıkma yasağının ilanı ve düşmanın alana saldırısı başlamıştı. Bu saldırı için düşman çok hazırlıksızdı. İki gün boyunca yaşanan çatışmalarda düşmana ağır darbeler vuruldu. Dört Ayaklı Minare’nin yakınında zırhlı araçta patlatılan mayın sonucu araç tümden imha edilirken Yenikapı ve Emniyet Fırını tarafında da düşman darbelenmişti.
29 Kasım akşamı kalkan abluka iki gün aradan sonra 2 Aralık sabahı tekrardan başladı. Bu seferki yönelimin daha kapsamlı olduğu belliydi. Sivillerin büyük bölümü alandan çıkmıştı ama yine de evinde kalanlar vardı. Zor da olsa sivillerin giriş-çıkışları ilk 10 gün gerçekleşiyordu. Böyle kapsamlı bir saldırıyı bekliyorduk. Kendimize olan güvenimiz oldukça yüksekti. Cephane ve arkadaş sıkıntısının eskiye oranla olmaması, yeni yoğunlaşmalarımızla birleşince pek de sıkıntı yaşamayacağımızı tahmin ediyorduk; bundan dolayı da birçok sohbetimizde “hele bir gelsinler” diyerek mevzilerdeki nöbetimizi sürdürüyorduk…