Gençlik (kavramsal olarak) aynı zamanda evrensel bir durumdur, hiç ihtiyarlaşmayan ve sürekli kendini yenileme ve gençleştirme kabiliyetine…
HABER MERKEZİ
İnsanlık tarihinin doğal toplum süresince toplumun eşitlik ve özgürlük sorunu olmamıştır. Doğal toplum sonrasında olumsuz hiyerarşi üzerinde gelişen şehirli-sınıflı-devletli oluşumlar özgürlük ve eşitlik sorunlarını yaratmışlardır. Zaten ilk profesyonel avcılık kültü maddi ve manevi olarak doğal toplumun gidişatına müdahale olarak çıkmıştır. Avcılık kültünü, doğal toplumun aşılmasında ve analitik aklın evrensel amaçtan sapmasında temel bir faktör olarak göz önüne alırsak, bunun aynı zamanda negatif bir örgüt ve örgütlenme zemini hazırladığını da rahatlıkla anlayacağız. Avcılık bir yandan güçlü şefleri yetiştirirken bir taraftan da egemenliğe ve tahakküme giden yolun kapılarını da açan ilk örgütlenme biçimidir. Çekirdek olarak daha sonra kabile içi ayrışmalarda ve kabileler arasındaki şiddete dayalı çekişmelerde “SAVAŞ” olarak tanımlayabileceğimiz çatışmaların ortaya çıkmasına yol açan örgütlenmedir. Bu anlamda avcılık kültü, sistematik militarizmin çekirdeği ve başlangıcıdır. Zaten bu durum yönetimin ve otoritenin ideolojik, politik tekelleşmesiyle birleşince
Devletçi uygarlığın”çekirdeğini teşkil eder ve doğal toplumdan niteliksel olarak kendini ayrıştırır. Bu örgütün özne konumunda olan güçlü ve tecrübeli şefinin temel nesneleri ise gençlerdir. İktidarın ve maddi uyarlığın aygıtlarını oluşturan ilk oluşum bu avcılık etrafında örgütlenen formdur. Bilindiği gibi ataerkil ve hiyerarşik sistem bir örgütlenmeye sahip olmadan ve belirli bir güç oluşturmadan kendi otoritesini sırf ideolojik söylem ve argümanlarla kadın etrafında örülen toplumsal yaşama dayatamaz, böyle bir dayatmada bulunsa bile başarısız kalacağı açıktır. Bu anlamda gençlik başta avcı erkek olmak üzere, jerontokrasi tarafından kullanılan bir kesim olmuştur. Bunda hem gençliğin avcı erkeğin fiziki gücü ve avcılık tekniğinden yararlanmak istemesi hem de avcı erkeğin ve bir bütün jerontokrasinin gençliğin dinamizminden, enerjisinden ve tecrübesizliğinden faydalanarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemesi etkili olmuştur. Günümüze kadar süre gelen yedi bin yıllık hiyerarşik ve devletçi uygarlık tarihi kendini gençlik köleliği üzerinden var etmiş ve gençliği toplum aleyhine kullanmıştır. İlk toplum karşıtı örgütlenme olan jerontokrasi ideolojik, politik ve askeri bütünlüğe sahip bir örgütlenmedir. İşte kölelik, sömürü ve gasp ilk başta bu örgütün içinden başlayarak toplumun geneline doğru yol almaya başlamıştır.
Toplumsal tarihin gençlik boyutunu incelerken unutmamak lazım ki hem kölelik düzenleri hem de özgürlüğe ve eşitliğe dayanan bütün sistemler kendilerini gençlik üzerinden var kılarlar. Dolayısıyla toplumsal tarihin akışında gençliği sırf özgürlükçü ya da sırf köle tanımlamak sosyolojik olarak ciddi yanılgılar taşımaktadır. Hata söylenebilir ki sürekli iki cephede savaşan ve çarpışan gençler olmuştur. Bir kesimi egemenlik ve sömürüden yana mücadele içinde olurken diğer bir kesim ise özgürlük ve adaletten yana olarak mücadele içinde olmuşlardır. Bu bağlamda İskender-Aristo örneği oldukça çarpıcıdır. Aslında İskender bir nevi Aristo’nun düşünsel yansıması yahut eyleme geçmiş halidir. Aristo sürekli Doğu toplumları karıncalar gibidir ezip geçeceksin? fikrini İskender?in ruhuna ve kişiliğine enjekte etmiştir. İskender bu anlayışla doğu toplumlarını fethetmiştir. İskender tahakkümü ve egemenliği temsil ediyor. Spartaküs ise ezilenler ve sömürülenler için mücadele ediyor. Roma?nın vahşetine ve zulmüne karşı eşitlik ve özgürlük için bir “Özgürlük savaşçısı” olarak ortaya çıkıyor.
Çizdiğimiz genel tablodan kesinlikle şu çıkarsama yapılmamalıdır; o halde toplumsal anlamda kölelik ve özgürlük bir ikilemdir ve tamamlayıcı nitelikte olgulardır. Böyle bir durumda meşruiyeti olmayan ve tamamen kendini zorbalığa, yalana, yağmaya ve sömürüye dayandıran egemenlik ve tahakküm olgularına meşruiyet kazandırmış olacağız. Örneğin tarihin gidişatı bu şekilde olmayabilirdi, doğal toplum kendini daha da pekiştirerek ve daha geniş formlarla sürdürebilirdi; yani toplum ve insan hiç egemenlik, tahakküm, kölelik, savaş, talan ve gaspla tanışmadan da toplumsal yaşamı sürdürebilirdi, bunların olması bir zorunluluk değildi. Zaten toplumsal tarihin % 98?i egemenlikten, tahakkümden ve kölelikten uzak tamamen demokratik modernite kapsamında ve bu olguların ulaşamayacağı kırlarda ve doğal toplumlarda cereyan etmiştir. Geçmişte, şu anda ve gelecekte demokratik toplum ve demokratik modernite seçeneğini yer kürenin her köşesinde inşa etmek ve evrensel bir sisteme kavuşturma şansı her zaman olmuş ve olacaktır.
Konuya giriş olarak evreni ve tarihi referans almamız belki de gençliğin kendine özgü karakterinden kaynaklanan bir meseledir. Zira gençlik (kavramsal olarak) aynı zamanda evrensel bir durumdur, hiç ihtiyarlaşmayan ve sürekli kendini yenileme ve gençleştirme kabiliyetine sahip bir evren, doğa ve toplumdur. Özellikle toplumsal varoluş daha çok kendini yenilemeye, süreklileştirmeye, hep canlı tutmaya dayandırmak zorundadır. Yani toplumun kendisi hiç ihtiyarlaşmayan ve sürekli genç olma karakterine sahiptir. Önder APO savunmalarında ” gençlikte kadın gibi toplumsal bir olgudur” der. Bu sosyolojik bir tespit olduğu kadar ideolojik bir tespittir. Zira liberalizmin bakış açısında ve analizlerinde gençlik sadece bir parçadır. Aslında onun hâkim kılmaya çalıştığı bakış açısına göre evren, toplum ve bütün varlık parçalardan ibarettir ve bir bütünlüğe sahip olmayan tek tek olgular ve gerçeklerdir. Bu aynı zamanda bir dünya görüşüdür. Bu dünya görüşü içinde gençlik sadece bir “kesim ve ya bir kuşak” olabilir. Hatta evrenin kendisi bile kadın ve genç özeliklere sahiptir. Örneğin, üretkenlik ve doğurganlık kadında daha çok öne çıkmakta, fakat aynı zamanda bir evrensel özelliktir ya da evren kendini değişim diyalektiğine tabi tutarak ihtiyarlaşmasını, çürümesini ve dolayısıyla da yok olmasını engellemesi gibi özelikler insanda olduğu gibi evrende de vardır. Budan dolayıdır ki Önder APO “insanın kendisi küçük kozmostur” tespitine varmıştır.
Özgür toplum ve özgür bireyler her zaman seçenek sahibi olanlardır. Seçenek sahibi olanlar ise kendilerini ve karşılarındakini iyi bilen insanlardır. Köle toplum ve bireyler kendilerine ve geleceklerine dair herhangi bir seçimde bulunamaz, tartışamaz ve kararlaştıramazlar. Adeta dünyaya gelmeden önce kaderlerinin yeryüzündeki tanrılar tarafından çizildiğine inanırlar ve buna başkaldırmazlar. Sadece efendilerinin emirlerine itaat ederler. Özgür toplum ve bireyler asla zorbalığı, sömürüyü ölüm pahasına da olsa kabul etmezler, ancak hiçbir zaman başkalarına da zulüm etmez ve sömürmezler. Fakat köle toplum ve bireyler sömürü ve zulme karşı susar ve baş eğerler, fırsat bulduklarında ise çektiklerinin on katını başkalarına çektirirler. Bir nevi kendilerini zalim ve sömürgecilere benzetirler, onlarda ayna psikolojisi müthiş derecede işlemektedir; asla şaşırmaz. Özgürlüğü düşüncenin ve eylemin optimal dengesi olarak tanımlarsak düşence daha çok öncelik taşır. Sömürgecilerin temel aldıkları yöntem ise ilk vuruşta toplumun ve bireyin düşüncesini sakatlamak ve zehirlemektir. Çünkü bu gerçekleştikten sonra otomatik olarak sistem dışı herhangi bir davranış ve eylem gerçekleşemez. Bu açıdan özgürlüğün alfabesi “kendini bilmek ve düşünebilmek” demek insan tabiatına en yakın tanım olabilir. İnsandaki korku, cesaret, güzellik, çirkinlik, kahramanlık, kölelik ve özgürlük gibi özeliklerin başucu düşüncededir. Hiçbir insan kahraman ya da korkak olarak anasından doğmaz; düşüncede yaşanan, sonradan karar ve eyleme iten süreçler insanın kimliğini belirler. Bundan sonrası ise seçim yapmak, irade oluşturmak ve hakikat yolunda yol kat etmek ve eyleme geçebilmektir. Yani büyük acıları yüreğinde taşımak ve onu büyük toplumsal saygı ve sevgilere dönüştürmek için kendini hazırlamaktır. Özgürlük ütopya ve idealarını gerçekleştirmek için canından çok daha fazlasını ortaya koyabilmek demektir.