HABER MERKEZİ
“Eylem tahminen saat 5’te olur. 6’da benim için BBC’yi dinleyin. ‘Deli bir kadın kandırılarak patlatıldı’ diyecekler.”
Şahadetin ötesine uzanan bir öngörüyle zafere ışıltısı vardı gözlerinde. Şimdi 96’nın 30 Haziran’ı, akşam saat 6 ve BBC aynı yorumu verdi bir Türk yetkilisinin ağzından. Nasıl da bilmiştin düşmanın senin gücünü inkar edeceğini. Tıpkı ölümünle yaşamı yarattığını bildiğin gibi. Hamile bir kadın görüntüsüyle gidecektin eyleme. Düşman hamile kadınlardan da çok korkacak, ama korksunlar! Çünkü “Her doğan çocuk ülkesinin özgürlüğünü arayacak, bu topraklarda.” demiştin.
Sen eyleminle bir ülke doğururken tüm hamile kadınlar sorgulandılar, iki kez arandılar ve bundan gururlandılar kendilerinden korku luyor diye. Ve bu kadınlar, seni anarken her biri bir parça özgürlük doğurdu, senin eşliğinde.
İki gün sabredip bizi gözlemledin. Kim bilir ne okudun gözlerimizde, -ki hep mütevazı ve utangaç gülümsedin. Akşama doğru çayımı zı ateşe koyarken soruverdin; “He val, neden bomba yapımına başlan madı daha?” Kaçamak, bir parça da panikçi bir cevaptı bizimkisi; “TNT’ler nemli, onları güneşe koyup kurutuyoruz. Suyun kaynamasına az kaldı, ben gidip çay getireyim.” Bir diğeri; “Ben de şekeri” bir diğeri; “Ben de bardakları.” Hepimiz ortadan kaybolduk. Seni tek başına bırakarak. Geri döndüğümüzde ise her birimiz büyük bir hevesle konuyu değiştirmeye koyulduk. Ama izin vermedin, yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız sohbeti devam e dişimize rağmen; “Heval ben bom bayı sordum.” Ciddi bir askerin soğuk kanlılığıyla başka bir eylem için hazırlayacağımız bombadan söz eder gibiydin ve devam ettin; “Ken dimle birlikte hepinizin umutlarını kattığım şeyin ne kadar sağ lam ve etkili olduğunu bilmem gerekir. TNT’ler nemli olmasın, içine çok fazla alçı parçası yerleştirelim. Çok şiddetli ve etkili olmalı, içinde zerre bırakmamalı.” Ne diyeceğimizi şaşırdık. Ortada zerresi kalmasın dediğin şey senin bedenindi, yani arkadaşımızın. Söz söyleyemedik. Öfkeyle kimimiz elimizdeki çubuk la közleri, kimimiz toprağı karıştırdık. Üzüntümüze dayanamadın ki, havayı yumuşatan yine sen oldun. Kimimizin utangaç talimat veren komutanlığı, kimimizin beceriksizce yaptığı yemekleri, bir ötekinin her şeyi aşırı ince eleyip sık dokuyan yaklaşımlarını taklit ve esprilerinle anlattın.
Zaman, közün başında gecenin bilmem hangi saatine ulaşmıştı. Ön ce çocukluğun, sonra gençliğin, annen, kardeşlerin, arkadaşın, kimlik sorunun, militanlıkta karar kılışın, kısa gerilla deneyimin ve Önderlik. Her şeyden daha fazlası da Önderlik! Bir o kadar da halkın ve kadınlığın özgürlüğüne yol alışın ve tabii ki eylem kararın. Anlatımla zaman sonsuzlaşıyor; coşkun, sözleri bütün zamanlara ait kılıyor. Eylem anını tasarımlarınla anlatırken zaman avuçlarının içinde ve eylemini gerçekleştirmiş olan birinin huzuru ve büyüklüğüyle, her şeye meydan okuyan derin bir sessizliğe gömülüyorsun. Sonra tekrar dalıyorsun yaşamının ayrıntılarına; tabii seninle birlikte bizler de dalıyoruz.
“Çocukluğumda beni en çok zorlayan, yoksullarla zenginlerin arasındaki farktı. O yüzden hep yoksullarla arkadaşlık kurmayı severdim. Ulus bilincim zayıftı, ailede hiç tartışılmadı. Alevilik – Sünnilik tek kimlikti. İşte kimliksiz sol bu gerçeğe dayalı olarak yaratılıyor. Üniversite yıllarında kökenimi araştırdım ve ulus kimliğimle tanıştım. Sonrası mı? Buraya kadar getirdi beni…. Nerede ezik bir Kürt görsem duruşuna tepki le nirdim. Ona sahiplenerek kendisine güvenmesini istedim. Kimliğimi en çok Ada na faaliyetlerinde hissettim. Susamış casına halkımla oldum. Onlar en güzel şeyleri fazlasıyla hak ediyorlar.”
Kelime kelime sadık kalamadıysam da söylediklerine halkının insanlık ailesi içinde yerini alması için eyleminle en güzel varlığını ortaya koydun. Bu bir kadının halk sevgisiydi. Köleliği, halkıyla at başı gitmiş olan kadının bundan daha güzel bir özgürlük arayışı olabilir miydi?
Demiştin ki; “Annem beni faz la anlamadı. Neden PKK’ye katıldım, neden tercihim farklı oldu? Yanında olmamı istiyordu. Eylemimi anlayacak mı? Oysa acı değil, mutluluk duymasını isterdim. Keşke şu an ya nımda olsaydı da tartışabilseydim. Ey lemimin onun için de olduğunu söyleyebilseydim.” Er tesi gün yaz dığın mektupta kadın özgürlüğünden, anne olmanın güzelliğinden, halkına çocuğunu sahiplenmesi gibi yaklaşması gerektiğinden, kadının kurtuluşunun ülkenin kurtuluşundan geçtiğinden ve onu ne kadar çok sevdiğinden bahsettin. Eylemin ülkeye dönüştü, yani a naya, özgürlüğe dönüş. A MAR Gİ… Bu kavramın anlamını o zaman bilmesek de eylemin bunu tanımlayacak, tanımın ötesinde ifadelendirecekti.
Huzurlu ol Heval Zilan. Annen seni sahiplendi; ülkeye, anaya dönüşüne sevindi ve bundan gurur duydu. 5000 yıllık köleliğine rağmen onunkisi yine bir kadın yüreğiydi. Başka türlü davranabilir miydi bu büyüklük karşısında? Duruşun kadınca, eylemin kadınca.
Gerillacılığın, o eşsiz acılarla kut sanan askerliğin…
“Beynim ve yüreğimle bir askerim ben. Eylemim vurucu olmalı, sıradan değil. Kürtler hep başkasına iyi asker olur diyorlar. Onlara Kürtlerin kendileri için askerliği nasıl yaptığını göstereceğim. Düşman çok korkmalı. Bu topraklara bastığına bin defa pişman olmalı. Neye uğradıklarını şaşıracaklar. Artık çok korkacaklar, değil mi heval? Çok panikleyecekler.”
Tıpkı söylediğin gibi oldu. Son tellerine kadar emre amade bir askerin, varlığını havaya uçurmasından nasıl etkilenilip korkulursa öyle korktular. Bombanın patlaması sonucu ölümle tanışırken yaşamla ölüm arasındaki o birkaç saniyede, onların olmayan bir ülkede bulunmanın o derin pişmanlığını eminiz ki yaşadılar.
“Başkan Apo!” Büyük bir özlem ve bağlılıkla sarfettiğin iki kelime. “Keşke görebilseydim, bir kez sarılabilseydim.” derken ilk defa ağladığını gördük, uzun ve sessiz bir ağlayış. Sana ve ağlayışına o an, böyle bir imkan yaratamamanın ezikliğiyle katıldık. Sen bir taraftan Başkan’ı göremeyişinin acısını düşmana ifadelendirirken, bir taraftan da en güzel sevgi sözcükleriyle Başkan Apo’nun yüreğindeki varlığını daha da güçlendiriyordun. Anlatımlarının çoğunluğu Başkan’a dairdi. Fakat şu cümleni hiç unutmadık; “Hissediyorum, Başkan bu eylemi gerçekleştirirken ki nedenlerim ve amaçlarımı çok özgün ele alacak ve beni her şeyimle anlayacak.” Önderlik, eyleminden sonra; “ZİLAN BİR TANRIÇADIR!” söylemiyle sonsuzlaştırdı seni. Aslında sen hislerinin ötesinde Başkanı anlamış ve kendini ona adamıştın.
Kutlu olsun Tanrıçalığın. Kutlu ol Tanrıçamız ZİLAN!
Hele şehitlerimiz; “Mazlumlara arkadaş olmak istiyorum. Onların ideolojik gücü ve fedailikleri beni çok çekiyor.” Şehitlerle olan yoldaşlığını nasıl güçlü yaşadığını anlatabilir miyiz? Tek bildiğimiz şey çoktan onlarla yaşamaya başladığındı. Her gece gördüğün rüyalarda Hakiler, Kemaller, Beritanlar, Mazlumlar vardı. Yalın bir anlatımla özetlerdin; rüyalarını yorumlayamazdık; sadece susardık. Zaten sen de gözlerindeki ifadeyle sesli yorumlamayın der gibiydin. Yorumun ötesinde, seninki paylaşılmaya başlanmış bir dünyaydı ve bunun üstüne söyleyecek söz olamazdı elbette.
Duygu yoğunluğun tarifsizdi. Anlatımların ve duyguların at başı gidiyor. Sosyalizme inancın teorik bir söylem değildi. Ruhun coşuyor, ellerin hararetle sallanıyor ve heyecanlanıyorsun. Sevgiyle söz ettiğin an, her şey yumuşak bir dokunuşa dönüşüyor. Hele Başkan’dan söz ettiğinde tam bir çocuk gibisin. Ço cuklar sevginin gücüne sonsuz inanır ve masumlaşır, tıpkı sende olduğu gibi. Sonra öfken gözlerinde şimşek gibi çakıyor, her şeyi bir yumrukta parçalayacak gibi oluyorsun. Üzüntün, hemen gözlerimdeki yaşlarla ifadeleniyor. Şaşkın başlarımız altında; “İnsan üzüntülerine ağlamaktan çekinmemeli; tabi eğer üzüntünün nedenini aşacak gücü varsa. Eğer yoksa bu gözyaşları zavallıca olur.” diyorsun. Her çeşidinden bir duygu fırtınasına kapılmış gidiyoruz, yüreğimiz sıkışıyor, bilincimiz almıyor. Dayanamıyoruz… Tam da bu noktada müthiş bir tarihsel öngörüsüzlük. O an, yoldaşını randevulu bir ölüme göndermek istememenin duygularına sığınarak; “Heval Zi lan bu eylemi yapmayalım. Bombayı Dersim merkezine gönderelim, yine etkili patlatırız. Sonra sen de hep saldırılara gidersin, bir değil on eylem yaparsın” Sen; “Beni seviyorsunuz, sevgi beni sonsuz mutlu eder. Ama duygularımdan korkmayın. Bombayı patlatacağım an bu duyguların hepsini birarada yaşamalıyım. Beynim silahımsa duygularım tetiktir. Üzülmeyin desem de üzüleceksiniz. Ama rahat olun. Güvenin bana, bu eylem gerçekleşecek. Özgürlüğün bedeli şahadetse, hepimiz de bu bedel ödemelerin adayıyız. Öyleyse fark yok aramızda.” demiştin. Sonra sessizlik… Engelleme çabalarımıza rağ men birbirinden saklamaya çalışılan göz yaşları. Zaman her şeyi süzgeç ten geçirdi o an. Süzgecin yüzeyinde kalan sadece senin sözlerin ve o an. Duygular tarifsiz, o an artık her şey.
Eylem keşfi ve hazırlığı, her şey tamamlanmıştı. O gece saat 3, çığlık çığlığa bağırıyorsun. Panikle seni uyandırıyoruz, ama sen yine ağlıyorsun. O an çaresiziz, o an öfkeli, o an bütün dünyayı yerle bir etmenin istemi. Seni zorluyoruz; “Heval Zilan ne olur söyle, ne gördün?” Çok ısrar ediyoruz ve sen hiç de beklemediğimiz bir cevap veriyorsun bize; “Rüyamda bombayı patlatacağım, ama patlamıyor. Düşman beni yakalıyor ve her şey boşa gidiyor. Zafer onların oluyor.” Karanlıkta yüzümüzü görebilseydin ne kadar dehşete kapıldığımızı görürdün. Karanlığa sığındık… Onu her zamankinden daha çok sevdik. Sabah gördüğün rüyanın etkisiyle daha tedbirli olmaya karar verdin. “İki el bombası götüreceğim. Eğer bomba patlamazsa el bombalarının etkisiyle patlarım. İşimiz şansa kalmasın, düşman sevinmesin.”
Daha nice şeylerle tamamladık, birkaç günü. Saçlarını kat kat kestik, elbiselerini tamamladık. Her şeyiyle ülke doğuracak bir kadın görünümündesin. Vedalaşmayı anlatmayacağım, bizden zafer işareti yaparak uzaklaşmanın dışında. Arkandan tekrar tekrar aynı cümleler; “Bir sorun çıkarsa lütfen geri dön, kendini riske atma, seni bek leriz.” Üç defa dönüp kocaman gülümsedin ve rahatlatıcı bir el salladın, sonra koşarak el salladın. “Bir sorun çıkarsa …..” en az on defa daha karanlığa bağırılmış sözler. Geride seni yalnız göndermenin üzüntüsü, ne olacak kaygısı, bilincimizin her karesinde anıların ve anlama zorunluluğunun yüküyle.
Altı-yedi günlük endişeli bir bekleyişten sonra 30 Haziran’da akşam saatleri, tepeciler müjdeliyor: “Dersim merkezde kocaman bir patlama!” Hepimiz Zilan diyoruz. Bütün düşman cihazları kilitlendi, ölenler öldü, ölmeyenler işgalci olmanın günahıyla cehennemi yaşarken gördüler. Bizler ise, seni tam anlayamasak da gurur duymanın o güvenilir duruşuyla yüreğimiz ve beynimizle tam bir çatışma meydanıyız.
Özgürlüğe olan inanç gibi sana inanıyoruz HEVAL ZİLAN
Bir Gerilla